Yürüyüş yapmak iyi geliyor. Bedenen ve zihnen rahatlama oluyor. Didim’de olmak bu açıdan bakıldığında büyük bir olanak. Pek çok yürüyüş rotası çizilebiliyor. Sıkılınan yola alternatif rotalar da oluyor böylece.
Devlet hastanesi yanından Yeşilkent yoluna, yani İnönü Bulvarına saptım. Bu rotadan çok yürümüşlüğüm vardı fakat epeydir kullanmıyordum. En çok esen yol burası. Liman yolu da eser her zaman fakat bu Yeşilkent yolu daha bir esiyor. Daha temiz gibime de geliyor havası.
Henüz sapağın başında sayılırken hastaneye ek, 75 yataklı ek binanın inşaat çalışmalarına baktım. Birtakım problemler olmuştu, bir gecikme vardı fakat devam ediyordu inşaat.
Bulvarda arabalar vızır vızırdı. İzmir, İstanbul, Muğla plakalı araçlar çoğunluktaydı. Tabii, uzaktan geldikleri için araba kullanıyorlardı. Didim’de yaşayan biri olarak araba almanın gerekli olup olmadığını düşündüm bir süre. Yürümek güzel bir şeydi. Zaten, şimdi, araban olsa zaten evinin önünde yattığı yerde masraf çıkaran müflis avrat gibi cepten yerdi. Yani, özellikle şimdilerde, gönlünce kullanmak lüks değil aşırı lüks, hatta yüksek burjuva işi olurdu.
İri kasa, cip tipi araçlar çoğaldı burada. Sanırım her yerde çoğaldı. Range Rover’lar her yerde. Sanırım “günahları” en az 3-4 milyon TL. O kadar param olsa ben yine gider Lada Samara filan alırım. Tank gibi araba. Hava atmayı niye sevmediğimi de düşündüm bir süre. Sonra, bunu düşünmenin gereksiz olduğunu düşündüm. Yürümek de bir nevi hava atmaktı. “Bakın! Sıcak mıcak hak getire! Tazı gibi veya dana gibi yürüyüp gezebiliyorum.” Bunu düşündüm gerçekten de. Yürüyebilmenin; sabırla, dirayetle yürüyebilmenin pahası yüksekti. İnan olsun, herkes de yapamazdı bunu. Yani diyelim ki, havalı birisisin… Bu hissiyat bataklığı, zaman içerisinde yağlanma yapar; ya damar tıkar ya tampon büyütür. Sağlığından gider giden. İki adım düz yol, gözüne hep bayır gibi görünür, gönlün bulanır. Neyse… Yürümek iyidir.
Bir süre sonra, başka bir inşaat sahası vardı, orayı gördüm. Organize sanayi bölgesi. Daha vardı bitmesine. Konum olarak iyi bir yerde sayılırdı. Akbük tarafındaki yoldan gelecekti şehir dışı nakliye araçları. İyiydi , iyi.
Yeşilkent yolunu yarılamıştım fakat yol üstünde bir kavşakta Altınkum tarafına döndüm. O yolu da seviyorum. Yol üzerinde solda ağaçlar tarlalar filan çok. Onları seyretmeyi seviyordum.
Rüzgarın azcık durulmasıyla beraber yol sinekleri de konup duruyordu koluma, yüzüme. Sinekleri seviyordum. Yani tabii onlarla bir yaşamak istemem. Doğayı hatırlatıcı olmaları bakımından önemli bulurum sinekleri. Mercek altında incelenirse harikulade varlıklar oldukları anlaşılır. Şu an, herhangi bir kara sinekte olan teknoloji henüz hiçbir hava aracında yok. Organik olanı da bilir sinekler. Bilim insanı gibiler de.
Sıcaklar onları da etkiliyor. Güzel varlıklar sinekler.
Gece kulübü-bar türü mekânların önlerinden geçerken Yapay Zeka konusuna döndü aklım.
Neyi biliyoruz biz? Gen, elektronik, yazılım… Sandığımızdan daha derinlere indi bu sahalar. Neyse…
Bir X varlığı düşünelim… Yani biz bir varlık hasıl oldurmak istiyoruz. İnsan genlerine sinek genleri eklemek gibi kaba bir şey değil. Bu X varlığını, Sinek—X—İnsan şeklinde düşünüyoruz. Yani bağlama yapıyoruz. Bu X denen temel yapıya başka şeyler de bağlayabiliriz. Google’ı bile bağlarız yani. X, artık pek çok bağlantıdan ötürü başka bir X haline gelmiştir. Sinek’in özelliklerini almak yerine, onu gerektiği zaman kullanabilen bir yapı oluşturmuş oluyoruz. Veya, sinek de insan’ı bir şey için kullanabilir.
Yapay zeka, “senden benden akıllı robot” kavramından öte bir şey.
En temelde, tabii ki bir insan modeli olmak zorunda. Psikoloji bile yüklenmeli. Ki yüklenebilir, ne kadar iyi modellenebilirse. Birkaç travma, birkaç anı süreci…
Hayvan modellemesi, büyük ihtimalle yapılmıştır. Hayvan Yapay Zekası. Örneğin bir sineğin, tüm sinirsel bağlantıları-işleyişi , gen yapısı, trake yapısı filan modelleme-veri tabanı çalışması yapılırsa, örneğin muhteşem hareket kabiliyetine sahip savaş araçları yapılabilir. Artık, ülkeler birbirinin üzerine çılgın sinekler gönderiyormuş… Sinekleri kazanan ülke savaşı da kazanmış sayılıyormuş.
…
Altınkum’u da yürüyerek geçtim. Her zamanki gibi bir mola verdim. 38 numaralı masaya oturdum… Masa numarası plakasının yanında bir kara sinek vardı. Kaçmıyordu hiç. Oturdum. Kahvemi içemeye başladım… Telefonumdan internetime filan baktım… Denizi seyrettim, çocukları seyrettim… Kara sinek hiç gitmiyordu.