Öğretim yılının ilk zili çaldığında, hüzünle karışık bir sevinç dolardı içime. Adımlarımı geri atmak isteyip öğretmen odasına döndüğüm oluyordu.
Böyle bir günde duygusal davranışıma çevresel etkenler neden oluyordu. Sene başı toplantılarındaki öğrendiğim bilgiler veya bir şekilde aldığımız duyumlar, duygusal davranmama neden oluyordu.
Güvenlik hattını aşıp boğulan arkadaşın hikâyesine çok üzüldüm. Yüzmeyi öğrenen gençlere, yapılması gereken hareketleri göstererek tatbik etmelerini sağlıyordum. Yanımıza geldi ve çok güzel anlatıyorsun dinleyebilir miyim? Dedi.
Aradan bir saat geçti. Bu kadar güzel yüzebiliyorsun da niçin açılmıyorsun? Diye sordu. O zaman arkadaşa, “Yüzmenin en önemli kuralı; boyunu aşan yere gitmeyeceksin,” dedim. Çünkü ayağına kramp girer. Vücut ısısıyla suyun sıcaklığı uyum sağlamaz ve çok fazla enerji üretmek zorunda kalırsın. Bu durumda kaslar kasılır ve gevşemez. Suda batıp çıkarsın. Kenardakiler seni oynuyor zanneder ve tatlı hayatın acı, acıdan da öte bir durum alır, dedim.
O gün bölgeden ayrılıp İstanbul’a döndüm. Peşimden arkadaş, açılmış ve geri dönememiş, hastanede de kurtulamamış. Aynı kurumda yıllarca çalışmıştık, gel de hüzünlenme.
Sınıfta olamayan öğrencinin durumuna üzülmemek de elde değil. Motoruyla sahilde gezen öğrenci, yolun sona yakın yerindeki moloz yığınını fark etmemiş ve havada takla atmış, asfalta çakılmış ve beyin kanaması geçirmiş.
Hastalık ve ölüm olayları insanı alıp acıların diyarına götürüyor. Bu durumda zor anlar yaşıyorsun.
Böyle bir günde sınıfa gir ve anlat bakalım. Olmuyor, ortamı daha sakin bir atmosfere dönüştürmek gerekli.
Giriş zili kadar çıkış zili de önemli. Duygusallığını ortaya çıkartmaya yardım ediyor.
Hayat zor değil de kurallarına uymayıp onu zorlaştırıyoruz.