Bir önceki yazımızdan öne çıkan bazı şeyleri hatırlarsak; “Hayvanlardan bitkilere/ağaçlara, kendileriyle ünsiyet peyda ettiğimiz diğer cansız varlıklara ve hatta kullandığımız eşyalara kadar bizimle hemhâl olan, hayatımıza bir katkısı olan her şeyin, biz o kadar üstünde durmasak da, anlam ve değer dünyamızda mutlaka bir karşılığı vardır.” demiş ve devam etmiştik;
“Ve yine biz dikkat etmesek de bizim onlara yaklaşımımızdan, önce etkilenir sonra o etkinin sonuçlarını bize tekrar yansıtırlar; ama az ama çok!.. Burası çok önemli.. Çünkü bizimle hemhâl olan her ‘şey’ kendi cirmiyle mütenasip şekilde bir nevî ‘hayat arkadaşımız’dır.”
En sonunda da“hayatımızda mühim yeri olan ‘şey’ler cümlesinden biri olan ve istisnasız her gün birkaç kere hemhâl olduğumuz gıdalara bakışımız, yaklaşımımızla ilgili birkaç kelam etmek istediğimi” beyan ederek topu bu yazıya atmıştık.
Efendim, çocukluğumuzda çarşıdan alınan erzakı ve muhtelif zerzevatı taşımaya yarayan araçlar sepet, file ve kesekağıdından ibaretti. Naylon torba, şeffaf poşet ya da içi görünmese bile içinde ne olduğunu bağıran yazılarla süslü torbalar yoktu. Elde açıkta gıda nevinden bir şey taşımak hoş karşılanmazdı.
Yolda yürürken bir şey yiyip içmek şöyle dursun, evde, dükkanda yemek yemenin kesin sınırlamaları vardı. Evlerde ne pişirilip pişirilemeyeceğini damak zevki ve maddi duruma ilaveten pişirilecek gıdanın çevreye yayacağı koku ve insanlar üzerindeki etkisi belirlerdi. ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir’ anlayışı mı? O da var ama mesele sadece o değil..
Mesele şudur: Bir gıda, satıldığı dükkanda, çarşıda, pazarda herkesin beğenisine açık halde sergilenirken herhangi bir aidiyeti yoktur, herkesin malı olmaya adaydır. Ne zaman ki siz onu ‘şunu ben alayım’ niyetiyle bulunduğu yerden alıp teraziye/tezgaha koyarsınız, işte o andan itibaren o gıda ile ünsiyetiniz başlamış demektir. Bu da demektir ki, artık o gıda sizin bir ölçüde mahreminizdir. Çünkü kısa bir süre sonra siz onu, koynunuza almak şöyle dursun, bütün damarlarınızda dolaşmak ve her hücrenize sirayet etmek üzere bünyenize alacaksınız..
Şimdi önceki yazımıza dönüp şunu tekrar okuyalım: “Ve yine biz dikkat etmesek de bizim onlara yaklaşımımızdan, önce etkilenir sonra o etkinin sonuçlarını bize tekrar yansıtırlar; ama az ama çok!.. Burası çok önemli.. Çünkü bizimle hemhâl olan her ‘şey’ kendi cirmiyle mütenasip şekilde bir nevî ‘hayat arkadaşımız’dır.” Evet, gıda sözkonusu olduğundan hemhâl olmaktan ve hayat arkadaşı olmaktan kastın, yukarıda belirttiğim tezgahtan/teraziden hücrelerimize uzanan süreç olduğu sanırım daha iyi anlaşılmıştır.
Mahremiyet konusunda belli bir hassasiyet sahibi isek, satınalma ile başlayan, gıdaların ‘bizim’ olma, yani mahremimiz olma yolunda adım adım ilerleme süreci, onlara farklı bir değer atfetmemizi de gerektirir. Eskiden gelenek ve âdâp anlayışımız bu meseleyi büyük ölçüde kendiliğinden hallediyordu. Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır; sepete, fileye vesâireye erzak yerleştirilirken, içinde ne olduğunun ha deyince görülmesini engelleyecek tedbirler alınırdı. Mesela bir dükkanda yemek yenmesi gerektiğinde gözlerden uzak olan en ücra köşe seçilir, bununla da yetinilmez, yola arkası dönük oturulurdu. Bu imkanı bulamayıp gözönünde yemek zorunda kalanlar olsa da, onların durumu da, bu âdâbın bir parçası olan ‘aman ha, yemek yiyene selam verilmez, zinhar o tarafa bakılmaz’ telkinleri ile telafi edilirdi..
Değişen hayat tarzımızla birlikte bu incelikler de maalesef büyük ölçüde hayatımızdan çekildi. Az sonra zerrelerimize karışıp bizimle bütünleşecek gıdalarımızı ‘transparan kıyafetler’ içinde uluorta taşımakta beis görmüyoruz. Taşırken, yerken onların kem bakışlı insanlarla göz göze gelebileceği ihtimali bizi rahatsız etmiyor. Yol kenarlarına kurulmuş masalarda milletin gözünün içine baka baka yemek yemeğe alıştık. Ağzımıza götürmekte olduğumuz lokmanın, haset duygusunun, nefis çekmesi veya iç geçirmenin zehiriyle ma’lul olabileceğini hesap bile etmiyoruz.
Bu minval üzere karnımız doyunca da ‘afiyet olsun!’ temennisiyle olmayacak duaya ‘âmin’ diyerek, nâmahrem gözü değmiş o gıdaların bize maddî/manevî şifa ve sağlık kaynağı olmasını bekliyoruz, öyle mi?! Allah mübârek etsin!..