Artvin’in güzelliği ve saklı kent görüntüsü hala belleklerimizde. Hopa’da ise yanında olmamasına hayıflanıyoruz, programımızda olmamasına rağmen birkaç saatliğine gidip gelebilirdik.
Neyse Karadeniz sahil yolunda, çift otobanlı yolda keyifle aracımızı sürüyoruz. Rize’deyiz. ‘Ayder Yaylaları’na çıkalım’ diyoruz ancak gecen yıl çıktığımız için vazgeçiyoruz. Rize’yi daha önce görmenin keyfi ile kent içinden geçerek yolumuza devam ediyoruz.
Sumela Manastırı’na gitmek için yola çıkıyoruz. Öncesinde Akçabaat’ta mola veriyoruz. Akçabaat Köftesi yiyeceğiz. İyi ki mola vermişiz. Sözün özü şu. Akçabaat Köftesi, Akçabaat’ta yenir.
Aynur yediği köftelerle mest durumda. Beni ise ‘iyi ki, mola vermişiz’ diye mutlu oluyorum. Damak tadını hissederek yediğiniz her yemek ayin gibi. Hayat, hissederek, tadarak, severek ve gezerek yaşamak… Tanrı ve hayat… Hayatın karşılığı Tanrı. Tanrının karşılığı ise hayat.
Aşağıda nemli bir hava,
1000 metre yukarıda ise tam tersi
Saat 19 sularında Maçka’dayız. Sümela Manastırı’na doğru yola çıkı-yoruz. Hava kararmak üzere. Sümela Manastırı’na tırmandıkça bir sisle karşılaşıyoruz. Aşağıdaki nemli ve bunaltıcı havadan, serin ve çisi çisi yağmurun yağdığı bir ortamdayız. Araçlarımızı park ediyoruz.
Yaya olarak karanlıkta yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Sümela Manastırı’na geldiğimizde büyüleniyoruz. Manastır saat 18’de kapanıyormuş. Gecenin karanlığında Manastır yamaçlarında fotoğraflar çekiyoruz.
Bizimle aynı saatlerde onlarca insan aşağı iniyor ve onlarca insan yine aynı karanlıkta yukarı çıkıyor. Göremeyeceklerini bile bile görmeden gitmek istemiyorlar.
Sonra Maçka’ya ini-yoruz. Yola çıkıp çıkmamakta tereddüt ediyoruz. Gelmişken görmeden gitmek olmaz diyerek kalacak bir otel arıyoruz. Sonunda rastlantı olarak Sümela Otel’de kalıyoruz. Ertesi gün akşam yaptığımız yolculuğun aynısını tekrar yaparak Manastıra çıkıyoruz. Yüzlerce insan, dolup taşıyor…
Yılda 250 bin turist az
Biz hayranlıkla manastırı inceliyoruz. Geçtiğimiz günlerde ayin yapılan manastırda Hıristiyanların duygularını empati yaparak iyi anlıyorum. İnanın kayaların oyularak, taşın işlenerek bir muhteşem ve yaklaşık 2 bin 400 yaşında olan Tanrıya yakarış tapınağının, önünde saygıyla eğiliyorum.
Sonra içerisini gezerken 1980 yılına kadar devletin buralarda olmadığını, sahipsiz inananların muhteşem tapınağının insanlarımız tarafından yağmalanması, fresklerin gözlerinin oyulması, karalanması karşısında ise bir cinayetin şahidi gibi, katillerden iğreniyorum.
Bugün Sümela Manastırı, Maçka’ya 250 bin yerli ve yabancı turistin gelmesine neden oluyor. Yılda bir kere yapılacak ayinle yüzbinlerce turistin gelmesine neden olacak, Trabzon’un zenginleşmesine katkı sağlayacak mabedin korunmasının ne anlama geldiğini en çok Trabzonluların anlaması gerekir diye düşünüyorum.
Küreselleşen dünyada, halen gelişmelere din gözüyle, milliyetçilik gözüyle, ideolojiler gözüyle bakmanın ne kadar bağnazca olduğunu anlamak için Sümela Manastırı’nı görmek gerekir diye düşünüyorum.
Yine burayı yapan bu toprakların çocuklarına sonsuz şükranlarımı sunuyorum. Geçmişten bırakılan mirasların bugünün ve geleceğin çocuklarının hayatını zenginleştirdiğini bilerek, huşu içinde manastırdan ayrılıyorum.
Sümela Manastırı
ERTESİ sabah geziye çıkmadan evvel internetten manastırın tarihçesini okuyo-ruz. İnternette şunlar yazıyor:Sümela Manastırı, Trabzon ili, Maçka ilçesi, Altındere köyü sınırları içerisinde yer alan (Eski Yunanca adı: Panagia) deresinin batı yamaçlarında Kara (Eski Yunanca adı: Mela) tepesi üzerinde deniz seviyesinden 1.150 m yükseklikte yer alan bir eski Yunan Ortodoks manastır ve kilise kompleksi olup, tam adı Panagia Sumela veya Theotokos Sumeladır.
Kilisenin MS 375-395 tarihleri arasında inşa edildiği sanılmaktadır. Anadolu’da sıkça rastlanılan Kapadokya kiliseleri tarzında yapılmış, hatta Trabzon’da Maşatlık mevkiinde benzeri bir mağara kilisesi daha vardır. Kilisenin ilk kuruluşu ile manastır haline dönüşümü arasındaki bin yıllık dönem hakkında fazla bir şey bilinmemektedir. Karadeniz Rumları arasında anlatılan bir efsaneye göre Atina’lı Barnabas ile Sophronios adlı iki keşiş aynı rüyayı görmüşler; rüyalarında, İsa’nın öğrencilerinden Aziz Luka’ın yaptığı üç Panagia ikonundan, Meryem’in bebek İsa’yı kollarında tuttuğu ikonun bulunduğu yer olarak Sümela’nın yerini görmüşler. Bunun üzerine birbirlerinden habersiz olarak deniz yoluyla Trabzon’a gelmiş, orada karşılaşıp gördükleri rüyaları birbirlerine anlatmış ve ilk kilisenin temelini atmışlardır. Bununla birlikte manastırdaki fresklerde sıkça yer alıp, özel bir önem verilen Trabzon İmparatoru Alexius III. Komnenos’un (1349-1390) manastırın gerçek kurucusu olduğu sanılmaktadır.
14. yüzyılda Türkmen akınlarına maruz kalan kentin savunmasında ileri karakol görevi üstlenen manastırın statüsünde Osmanlı fethinden sonra bir değişiklik olmamıştır. Yavuz Sultan Selim’in Trabzon’da ki şehzadeliği sırasında iki büyük şamdan buraya hediye ettiği, Fatih Sultan Mehmed, II. Murat, I. Selim, II. Selim, III. Murad, İbrahim, IV. Mehmed, II. Süleyman ve III. Ahmed’in de manastırla ilgili birer fermanları bulunmaktadır. Osmanlı döneminde manastıra sağlanan imtiyazlar, Trabzon ve Gümüşhane bölgesinin İslamlaşması sırasında özellikle Maçka ve kuzey Gümüşhane’de Hristiyan ve gizli Hristiyan köyleri ile çevrili bir alan yaratmıştır.
18 Nisan 1916’dan 24 Şubat 1918’e kadar süren Rus işgali sırasında Maçka civarındaki diğer manastırlar gibi bağımsız bir Pontus devleti kurmak isteyen Rum milislerin karargahı olmuş, nüfus mübadelesi ile bölgedeki Hristiyanların Yunanistan’a gönderilmesinin ardından önemini yitirerek T.C. Kültür Bakanlığı tarafından yakın zamanda onarılana dek kaderine terkedilmiştir.
Yunanistan’a mübadele ile göçen Karadenizli Rumlar Veria kentinde Sümela adını verdikleri yeni bir kilise inşa etmişlerdir. Her yıl Ağustos ayında tıpkı geçmişte Trabzon Sümela’da yaptıkları gibi yeni manastırın çevresinde geniş katılımlı şenlikler düzenlemektedirler.
Yazınızı okudum.
Tşk ederim.
Çapar Kanat
Çiftçi-Çiğ Süt Üreticisi