Terkedilmişlik, yalnızlığın beraberliğine olan sıkı bağlılığı anımsatıyordu bana. İnsanların yanımda olduğunu hissettiğim anda bu durumu pek önemsemiyordum. Hayatın kendini bilmez tarafı biraz da buydu sanırım. Yaşamın, insanların yaşantılarına pek önem vermeyişi sonucunda insanların yaşamış olduğu terkedilmişlik duygusu, hayatın kendisini pek ilgilendirmiyor sadece insanların o an ki durumunu gözlemliyordu sanki. Yalnızlığımla birlikte hissediyordum kendimi.
Yalnızlığın bittiği noktada insanlarla birlikte oluyordum ama onlarsız bir hayat, yalnızlıkla tekrar birlikte olmama neden oluyordu. Yarı ölümdü sanki arkadaşlarımdan, dostlarımdan ayrılmak. Paylaşılan o kadar yaşantıya karşın birilerinin otobüslerine atlayıp gitmeleri bir terkedilmişlik duygusu uyandırıyordu bende. Kıymet bilemişlerimize haykırıyordum saniyeler geçerken. Saniyeler geçerken diyorum çünkü otobüs kalkmak üzereyken bile otobüsün bir iki saniye geç gitmesini istiyordum bir daha göremeyecek olan dostlarımı bir kaç saniye daha göreyim diye. O an anlıyordum bizim dostluğumuzun o derece sağlam ve tartışılmaz samimiyetini. Bir daha nerde karşılaşırız ya da görüşürüz bilemezdim ama bilinen bir gerçek vardı ki onların teker teker evlerine dönüşü bir yalnızlığın beraberliğine sürüklüyordu beni. Bu yıllardır böyleydi hep onlar gider ben de hep burada kalırdım ama onların tekrar geleceğini, burada yine aynı yaşantıları paylaşacağımı bilirdim. Belki de bu, bir daha buraya uğramayacaklarını bilişim, bir nevi terkedilmişlik duygusu uyandırdı bende.
Zaman yine geçecekti, belki de bu hisselerimden eser kalmayacaktı. Sadece ben değil diğer dostlarım da kendi yaşantılarına devam edecekleri günü bekliyorlardı. Ama bu sanıldığı kadar kolay olacağa benzemiyordu. Yıllar sonra belki de bu anlarımızı hatırlayıp tekrar eskisi gibi o yaşantılarımızı yaşıyormuşçasına birbirimize hatırlatışımız gülüp geçmemize neden olacaktı.
Okul yolunu aşındırmış olduğumuz ve o taş kaldırımların üzerinde eskittiğimiz ayakkabılarımız, üniversite öğrencisi olarak mecbur kaldığımız için yapmak zorunda olduğumuz akıl almaz icatlarımız, o birinci sınıfın ilk günlerindeki toy davranışlarımız, sınıf içindeki dersten başka ne varsa uğraştığımız kâğıtsız kalemsiz dakikalarımız, okul bahçesindeki akla hayale gelmeyen konu ve konuklarla yapmış olduğumuz geyiklerimiz, düzenlemiş olduğumuz adam akıllı sohbet günlerimiz, siyaset meydanındaki tartışmalara taş çıkartan fikir alışverişlerimiz, kendi çapımızda yaptığımız her ne kadar gülünç olmasa da o ortam ve şartlarda bizi kahkahaya boğan esprilerimiz, üniversite hayatını yaşama tutkumuz sonucu başımıza gelen ve bizi olgunluğa eriştiren birileriyle tanışma maceralarımız, ders aralarındaki langırt turnuvalarımız, neredeyse her hafta yaptığımız halı saha maçlarımız bunun yanında annemizi babamızı evimizi özleyişlerimiz, kimsenin görmediği ve göremeyeceği yerlere gidip o özlemle hüngür hüngür ağlayışlarımız, hocalarla tartışmalarımız bu ve buna benzer yüzlerce olayı yaşamak ve bir müddet sonra bütün bunları geride bırakıp gitmek insanın içine işleyecektir. Bırakıp gitmek belki insanı bir yere kadar üzebilir tabi ama aynı şehirde bu kadar güzel yaşantıları paylaştığın kişilerin teker teker gidişi ve bu şehirde kalmak zorunda olmak daha büyük bir yalnızlığın içine sürükler insanı.
Bizler o yaşantıları yaşadığımız için mutluyuz aslında. ‘Sıcak anıları olmayanlar için kış soğuk olmalı’ demişti bir arkadaşım bana. Bu yüzden kış soğuk gelmiyor artık bana. Arkadaşlarımla paylaştıkça güzelleşen bu dört yılımı özleyeceğimi düşünüyorum. Umutlarımız bizi yaşama bağlarken geride bıraktığımız anılar bizi yaşamdan koparıyor bir süreliğine. Yalnız umut ediyorum ki gün gelip geriye baktığımız ve bu anıları arkadaşlarımızla tazelediğimiz zamanlar çok olacak. Belki de bu kendimizi avutmak adına yapmış olduğumuz bir çıkarımdan ibaret. Belki de öyle olmasını istiyoruz.
Evet, bir kez daha hayat senaryonun dışına çıkıyor..Biz böyle olmasını istemiyorduk. Hep böyle devam etsin, öğrencilik yaşantılarıyla 10–15 yıl dizi filmlerinde rol alan oyuncular gibi hep o yıllarda kalmak istiyorduk. Senaryoyu sadece üniversite öğrenciliğinden ibaret biliyorduk. Hep gülecektik hep eğlenecektik gün gelip beraber düşecektik ama düştüğümüz yerden kalkmasını da iyi öğrenmiştik. Biz bir’dik. Biz bütündük. Ne kadar tartıştığımız günler olsa da biz kendimizi biliyorduk. Biz sezon finallerini çok yaşamıştık. Ama bu sezon değil bir dizi filminin son bölümüydü. Finaller çoğu zaman mutlu sonla biterdi. Biz Türk filmlerinden biliyorduk bunu. Senaryo kendi elimizde olmadığı için biz üzerimize düşen rolü oynamak zorunda kaldık. Olması gereken de buydu. Keşke mutlu sonla bitseydi her şey. Gerçekçi bir dizi film çıktı ortaya. Herkes rolünü iyi oynamıştı. Herkes film setinden ayrılmış ama ben hala o seti bırakamamıştım. Film bitmişti. Başka bir senaryoda başka rollerde tekrar bir arada olma ümidiyle ayrılmıştık…
Hayatın bir dönemini daha bitirmenin buruk bir mutluluğu vardı yüzümüzde.. Anlamlı ve bir o kadar da eğlenceli bir filmi yaşayıp, yaşattığımız için gururluyduk. Dört yıl boyunca kusurlarımızı örtmek için sufle olduk birbirimize. Kamera arkası eğlencelerimizin yanı sıra kamera önündeki eğlencelerimiz daha güzel geldi bize. Biz gerçek kahramanlardık. Biz yorulan, düşen, başarısız olan, kusurları bulunan fakat ideallerine inançlarına ve sözlerine bağlı kalarak sonunda kazanan insanlardık.
İnsan ne söylerse söylesin yaşanılanların hissttirdiği duygulardır asıl olan…Akıl desin mantık desin duygu demesin çünkü denklem zaten şu: akıl + mantık =DUYGU ( Okulun bitmesini ne kadar çok istiyordun. Şimdi bak yaşadığın duygular köşene yazı yazdıracak kadar değerliymiş. 🙂 )