“Sizin köyden yalnızca plakçı mı çıkar arkadaş?” diye soruyorsunuz, öyle mi?
Hayır, hayır… Son elli, atmış yılda çokça öyle oldu ama bu doğru değil… Sanayici de çıkmıştır bizim köyden, bilimadamı da, siyasetçi de…
“Hayda!.. Belki bir milletvekili, belki bir sanayici çıkmıştır; bunlara bir sözümüz yok da… Bilimadamı deyince, dur bakalım biraz orda.” diyorsunuz; öyle mi?
Doğru… Bilimadamı olmak her babayiğidin harcı değil. Hele hele yurtdışında eğitim görmemiş ve dahi Almanya, İngiltere, Amerika gibi ülkelerde yaşamıyorsa…
Sanmayın ki, atıp tutuyorum ve sanmayın ki, işi laf kalabalığına boğup asıl konuyu unutturacağım size. Bilin ki, hiç öyle bir niyetim yok.
1956-1957 ders yılıydı. On altı yıl önce Aksu Köy Enstitüsü adıyla kurulmuş olan Aksu Öğretmen Okulu 4. sınıf öğrencisiydim. Ders dışı zamanlarımda voleybol ve basketbol da oynuyorum; dershanemizin hemen bitişiğindeki okul kütüphanesine de uğruyorum sık sık. O yıla kadar sınıfın en kısa boylularından olmama karşın, sonradan 180 cm’ye ulaşan boyumu bu iki spora, beynimin ve yüreğimin gelişip olgunlaşmasını da o kütüphaneye borçluyum.
Çok güzeldi kütüphanemiz. Çevresinde yüksek dört palmiye ağacı olan, yuvarlak süs havuzunun tam karşısında…
Sıra sıra akasya ağaçlarının gölgelendirdiği, güneye bakan geniş pencerelerle aydınlanan uzun bir okuma salonunda masalar, sandalyeler…
Masalarda gazeteler, dergiler… Açık dolapların raflarında kitaplar: Romanlar, öyküler, antolojiler, ansiklopediler… İstediğin kitabı al, oku, yerine bırak yine. Hiç kimse, “Neden onu alıyorsun?” da demiyor; “Niçin onu okuyorsun?” da…
Bir ara “Meşhurlar Ansiklopedisi”ne merak salmıştım. Önce günlük gazeteleri gözden geçiriyor; sonra bu ansiklopediyi alıyor; ilgimi çeken ünlülerin yaşamöykülerini okuyordum merakla.
Ün yapmış siyasetçiler de vardı; bu ansiklopedide, edebiyatçılar da… Ünlü askerler, komutanlar, paşalar… Vezirler, padişahlar… Ve onların arasında Fatin Gökmen diye bir bilimadamı…
Kimmiş, diye merak edip okuyunca, “Akseki’nin Gödene köyünde doğmuş.” diye anlatmasın mı? Gödene!.. Benim köyüm… “Gökmen”ler babamın akrabası… Komşumuz Mustafa Gökmen, Antalya Müftüsü… Büyük oğlu Taip Gökmen, veteriner… Ortanca oğlu Osman Gökmen, Cumhuriyet Savcısı… Küçük oğlu Necati, Antalya Lisesi son sınıf öğrencisiydi.(1)
Dört kızından en küçüğü yaşıtım Sabahat, ortaokulu bitirip liseye başlamıştı. Tüm köylümün “Mustâ’fendi” dediği Müftü Dayı değil ama eşi Cemile Teyze ve çocukları, yazı köyde geçirirlerdi hep.
Evet, benim hiç görmediğim, İstanbul’da ya da Ankara’da olduğunu duyduğum, Müftü Dayı’nın âbisi olmalıydı; Fatin Gökmen.
“Kardeşi müftü olduğuna göre, kendisi de Diyanet İşleri Başkanlığında bir üst görevdedir. Ya da olsa olsa bir din âlimidir. Ve sen de O’nu bize bilimadamı diye yutturacaksın; öyle mi?” diyorsanız, şimdi yanıldınız işte!
Evet, yanıldınız. Dinle falan ilgisi yok; çünkü O’nun. Aksine matematikle, fenle, yeraltı, yerüstü ve gökyüzüyle ilgili gerçek bir bilimadamı O.
Özellikle deprem, ay, güneş ve yıldızlarla ilgili haberlerde adını sık sık duyduğumuz, övünç kurumlarımızdan biri olan Kandilli Rasathanesi’nin kurucusu…
Soyadının Atatürk tarafından verildiğini bilmiyordum; sevgili dost İbrahim Ekmekçi’nin yeni çıkan “Anılarla Akseki”(2) adlı çok değerli kitabını okuyuncaya kadar.
O bölümü aynen aktarayım size:
“Kurtuluş Savaşı döneminde Kuvayı Milliye saflarında yer alan Fatin Hoca, 1909 yılından itibaren uzun yıllar ders verdiği Fen Fakültesi’nde binlerce öğrenci yetiştirmiştir. Bütün ömrünü Kandilli Rasathanesi’ni geliştirmeye ve yeni öğrenciler yetiştirmeye adayan bu büyük bilim adamının soyadını da bizzat Atatürk vermiştir.
Fatin Gökmen’in Atatürk’le pek bilinmeyen bir anısı vardır. 1930’lu yılların başında bir güneş tutulması beklenmektedir. Batı basını kendi ülkelerindeki bilim adamlarına dayanarak güneş tutulmasının “yarım tutulma” olacağını yazarken, Fatin Hoca, “tam tutulma” olacağını söylemektedir. Atatürk, gelişmiş ülkelerin gözlem araçlarının daha üstün olduğunu hatırlatsa da Fatin Hoca söylediklerinde ısrarlıdır. Batılıların söylediklerinin aksine beklenen günde tam güneş tutulması olunca, Atatürk kendisine sarılır ve tahmininin doğru çıkmasına savaş alanlarında kazandığı zaferler kadar çok sevindiğini söyleyip Fatin Gökmen’e o zaman hayli yüklü bir meblağ olan 5 bin lira ödül verir.
Hoca bu parayı kendi yarattığı Rasathane için harcayacaktır. 1943 yılında 66 yaşındayken Kandilli Rasathanesi’ndeki görevinden emekli olduktan sonra iki dönem de Konya milletvekili olarak Meclis’te görev yapar. Çok partili yaşama geçildikten sonra parti kurma önerilerini geri çevirir.”
Ne yazık ki, benim tanıma şansım olmadı; Fatin Gökmen’i. Dahası, varsa oğlu, kızı ve torunlarını da… Bu benim ayıbım tabiî…
Böyle değerli bir bilim insanını, emekli oldu diye, “Gel seni milletvekili yapalım. Devletin imkânlarından sen de yararlan.” Der gibi, Meclis’te boşu boşuna oturtmak, O’na verilmiş bir ödül, O’na yapılmış bir iyilik değil, aksine eziyet, işkence ve cezadır bence.
Öyle yapılacağına, “Bilime meraklı gençleri seç; bilgi ve deneyimlerini aktararak onları geleceğe hazırla. Doktora yapanlara, doçent ve profesör adaylarına yol göster; yardımcı ol.” denebilseydi keşke!
1955’te İstanbul’da 78 yaşında çıktığına göre son yolculuğuna, emeklilikte geçen 12 yılda, fazla değil, 12 öğrenci yetiştirmesine fırsat verilseydi, ülkemiz daha çok yararlanmış olmaz mıydı kendisinden?
O fırsat çoktan kaçtı da, bundan sonra benzer yanlışlar yapmasak!
Hüseyin Erkan
huseyinerkan.antalya@gmail.com
(1) Necati Gökmen, Ankara İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi. Antalya İmam Hatip Okulu’unda öğretmen olarak çalıştı; emekli oluncaya dek. Kız kardeşi Sabahat da avukatlık mesleğini seçti.
(2) Anılarla Akseki: İbrahim Ekmekçi, Akseki Eğitim Hayratı Derneği, İstanbul 2021, (0212) 542 93 48
Not: Bu kitapta, “Ticaretin Dili Akseki” başlıklı bir bölüm de var.
Değerli hocam, güzel pazarlar dileğiyle teşekkür ederim.
Teşekkürler Hüseyin Erkan Öğretmenim.
Akseki ve Aksekililer hakkında bilmediğimiz ne çok şey öğretiyorsunuz bize. Akıcı kaleminize bilgi veren, aydınlatıcı yazılarınız için minnettarım size.