Hayat, avuçlarımızın içinden akıp giderken,
peşinden sürüklenen biçareleriz aslında hepimiz.
Savrulurken esen rüzgărlarla haybeye, unutuyoruz aslında gerçeği. Biz neyiz?
“Hiç” lik dört duvar gibi etrafımızda. Pusu kurmuş her yana. Yakalanırsak fena. Gün 24 saat. İşe veya okula git gel, ye, iç biraz, canın istiyorsa biraz da sohbet onunla bununla.. Ya sonra? Amaç? Günler birbirini kovalıyor peşi sıra. Düşünüyoruz sonra. Ne yapıyoruz nereye gidiyoruz, ne oldu, ya da ne olacak? Cevap çok kısa amaç yoksa ; koca bir “Hiç”..
Tutunacak bir dal, bir umut ararken etrafta, düşüyoruz ayrı ayrı hiç durmadan sonsuza. Uzatılan eller kalıyor boşlukta. Bu boşluk yutuyor insanları.
Günümüz depresif ve karşısındakilere , topluma güvensiz, ama bir o kadar da özgüvenli insanlar çağı.
Enformasyonun teknoloji ile gelişimiyle, artık bilgi her yerde. Doğru bilgi ve belgelere, sanal çöplükte ulaşabilirsen şahane. İşimize geleni alıyoruz haybeden. Hatta kimi zaman bunların doğruluğunu bile düşünmeden. Tamam mı mükemmel miyiz? Mükemmeliz, olduk biz.
Yok kimsenin kimseyi ihtiyacı, yalnızlığı özgürlükle eşleştirir, yaşar gideriz.
Artık hükümranız hakimiz, yukarılardan bakarız her şeye. Empatiyi, anlamayı, anlayışı, dinlemeyi, paylaşmayı, yardımlaşmayı kaldırıp rafa, işimize geldiği gibi güya hayata hükmederiz. Gencimiz, yaşlımız fark etmeksizin, artık çoğumuz böyleyiz.
Bireyin kendisini tanıması geliştirmesi güzel, amma velakin gidişat nereye sayın okuyucu? Bak etrafına; belki bu da muhtemelen yine bir kurgu. Aşırı bireyselleşme,
“Böl parçala yönet” politikasının sanki farklı bir versiyonu. Yakında atomlarımıza kadar bölüneceğiz sanki, sizce nasıl bir oyun bu?
Evet, Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi hâlâ geçerli bence. Sorun şu ki fizyolojik ihtiyaçlar akabinde güvenliğini de sağlayan kişiler, piramidin en üst noktasına uzun atlama yaptıklarını düşünüyorlar bu demde.
Ait olma, sevgi, değer görme saygı basamakları yıkılmış sanki. Yıkılan bu basamakların altında kalıyor kendini oldum/ gerçekleştirdim zanneden kişi. Kısacası bir deprem var Maslow piramidinde. Önlem alınmalı bu doğal olmayan, yapay afete.
Tam da bu noktadır toplum ve en küçük birim olan ailenin önemi. Ait olma, sevgi ve değer ihtiyacının ve yaşam mücadelesi ile başa çıkma sanatının, dayanışmanın yeri ilk ve en önemli kaynağı sağlıklı bir aile. İster resmi devlet dairelerince onanarak şekil yapılsın, ister yapılmasın, birlikte yol alacak iki ayrı insanın uyumla anlayışla bir arada olması, aile olması önemli. Düşünün ki bahçenizdeki ağaç ya da çiçek fideleri bile destek ister, yoksa kırılıp ölüverir. İnsan toplumsal bir hayvandır, yalnızlık insana mahsus değil. Çocuklar ait olma ve değer hissini de kişilik ve davranış olarak ister birlikte, ister ayrı olsunlar, sağlıklı ebeveynlerde bulur.
Değişimle birlikte, toplumsal değişim gidiyor peşi sıra. Bireyler de değişiyor.
Her birey yalnızlaşıyor. “Benim hayatım, benim kararım, bana ne, anlamak ve empati kurmak zorunda değilim, benim istediğim olacak, ben hakimim “diyor ve yalnızlığı seçiyor. Sonra sanal dünyalarda veya sosyal ortamlarda geçici çözümlerle yalnızlığına çözüm arıyor. Buluyor mu? Meçhul, oyalanıyor. Yalnızlık zamanla tercih olmaktan çıksa da, burnundan kıl aldırmamakta kararlı aşırı bireysel kahramanlarımız. Kendi iç çelişkilerinde bildiğini okuyor. Aile kurumu ile gelen ev dayanışması halini dayanışmasızlık alıyor. Yine kazanan ve bu durumdan nemalanan kapitalist sistem tabii ki. Aileye satacağı yerde, artık tek tek bireylere pazarlama yapıyor. Tüketici talep artışını şöyle bir durup düşünür müsünüz bu noktada? Ne güzel değil mi? Pazar genişleyiverdi. Yetmiyor bu da, iş ya da işsizlik stresi bireye ekleniyor. Sonra
gelsin depresyon ilaçları, klinikler, rehabilitasyon merkezleri. Aşırı bireyselleşme şimdilik, sömürü sistemini çok güzel destekliyor.
Evet, aile kurumu önemli.
İster adı resmi eş olsun, ister dost, ister sevgili, yok isminin/ şeklinin önemi. Önemli olan şu ki aile ataerkinin dayattığı gibi erkeğin kadını veya kadının erkeği sömürdüğü, hor gördüğü, şiddet gösterdiği, saygı ve sevginin var olmadığı, aile içi tacizin yer aldığı bir kuruma dönüşmemeli. Kısacası ailenin “karanlık yüzü” hiç olmamalı. Ola ki sonradan dönüştüyse şayet, hiç uzatmadan , sağlıksız hal almadan kolaylıkla aile kurumu ya da buna dair ilişki sona ermeli. “Ya benimsin ya toprağın” mantığı ve söylemi hiç bahanesi olmadan, söylemde dahi suç kabul edilmeli. Sağlıksız aileler, sağlıksız bir toplum ve sağlıksız nesiller yaratır. “Ama çoluk çocuk var” denen el alem söylemi, her ne kadar eşler ve çocukları etkileyip sorunlu birliktelikleri süründürse, uzatmaları oynatsa da, gözlemlerim odur ki; hem eşlerin, hem de çocukların psikolojileri çoğunlukla olumsuz yönde etkilenmekte, kişilik bozuklukları ortaya çıkmakta, toplumda şiddet sarmalı kendini sürekli yenilemekte ve hatta artmaktadır. Ailenin çocuğa davranış stiline ilişkin olarak da (katı ya da ilgisiz veya demokratik olmasına göre) çocuğun geleceği etkilenmekte, kimi çocuk sinik özgüvensiz olurken, kimi mafya/çete/ maço tarzına bürünebilmekte, kimisi kendini toplumdan soyutlarken, kimisi kontrolsüz, bilmeden aşırı sosyalleşme ile fuhuş veya uyuşturucu batağına saplanabilmektedir. Oysa bu çocukların fiziki ihtiyaçları ve güvenlikleri sonrası ilk istedikleri şey değer ve sevgi. Ebeveynlerin bir arada olup olmamasından ziyade, ebeveynlerle çocuk arasında çatışmasız, sağlıklı ilişkilerin kurulmasının ehemmiyeti var bu noktada.
Hiçlik devreye giriyor sonra. Tutunamıyor gençler bazen, tutunamıyor bireyler birbirine. Yaşam amaçsız kalıveriyor birdenbire.
Tehlikeli olan nokta şu ki, benim yaşımda olanlardan ziyade, asıl önemli olan ve beni endişelendiren; gencecik bir neslin, sanki sonsuz uzayda gibi bir boşlukta, amaçsız, geleceğe ve insanlara , kendine güvensiz kalması. Bir kısım gençlerin ise “güçlü olan ayakta kalır” şiarıyla toplumu ve insanlığı vahşi bir orman gibi görmesi..
Hiçlik.. Gençlerin düşmanı. Oysa ki onlar “hiç” değiller, değerliler. Önemli olan bunu onların da bilmesi, hissetmesi ve anlaması. Bir amaç, vizyon belirlemesi. Yaşama sıkıca tutunması. Bunu sağlayabilmek içinse ilk olarak bence , önce kendimizde, sonra da çocuklarda ortaya çıkan bu aşırı bireyselliğin törpülenmesi gerekli.
*********
Burada bir parantez açma gereği hissediyorum. Eğitimde belki de maneviyat ve din olgusuna son dönemde bu denli düşülmesi bundandır demek isterdim lakin, bana kalırsa maalesef bu doğru bir seçim değil. Baskı ve korku ile, günah sevap ilişkisi ile küçük çocukların kurs ve okullarda biat kültürünün benimsetilmesi yine sadece sağlıksız ve mutsuz bireyler yetiştiriyor bence. Kaldı ki bu ayrıca, henüz kendini tanımamış, dünyayı algılamamış, anlamamış çocukları ebeveynlerin kendine benzetme çabası, düşünce manipülasyonudur. Ne doğru bir şeydir, ne de etiktir. Dinler “başkasının aklını al, kullan” demez bildiğim. ”Akıl verdik sana, kullan” der. Bırakın çocukları o zaman, önce aklını kullanmasını öğrensinler. Bu yüzdendir ki bence din bilgisinin verilmesi gereken düzey, ilk orta ve lise eğitimi değil üniversite düzeyidir. İlk, orta ve lise eğitiminde sadece laik bir eğitimle etik değerler verilmelidir. Soru şu aslında bu noktada (eğitim felsefesi de benzerini sorar; niçin eğitiyoruz?); hükmedecek mutsuz, bizim tıpatıp aynımız kuklalar mı yaratmak istiyoruz? Yoksa ayakları üzerine basan, kendini gerçekten bilen, sağlıklı kararlar alan bireyler mi? İşte bu tercihi etkileyen ise maalesef çoğunlukla gücü elinde tutan siyasi ve ekonomik ideoloji.
********
İnsan haklarına saygı, eşitlik, özgürlük birey için önemlidir ve şarttır. Bunlar aşırı bireyselleşme, yalnızlık ve beraberinde ise hiçlik bahanesi olamaz, olmamalıdır.
İnsan, uyumlu olabileceği, anlaşabileceği diğer insanlarla da, sevgi, saygı , dayanışma, anlayış içerisinde eşit, özgürce ve birlikte yaşayabilmelidir.
Varoluş bir sorudur zihinlerde, yok oluşsa net. Toprak toprağa karışıyor, insansa insana. İnsanlık denense tam bir muamma.
Malum, zaman kıymetli, hayat çok kısa. “Hiç”liğe teslim olmak ve gençleri “hiç”e teslim etmek yerine, insan önce yaşama tutunmalı, sonra da insan insana..
Herkes için adil, sağlıklı, huzurlu, aydınlık, eşit ve özgür günler dilerim.
Sevgi ve saygılarımla.