Gelin çayırı, obanın güney kesiminde, orman arasında iki futbol sahası büyüklüğünde bir çimendir. Bu çimeni çam ağaçları çevreler. İnsan, gelin çayırını ilk gördüğünde gözlerine inanamaz. Yeşilin her tonunun olduğu bir çimende, al, pul kır çiçekleri. Çiçekler; kırmızı, beyaz, sarı ve mor renkli. Her birinin tomurcuk hâlleri dağ başındaki gelin çayırında şölen havası yaratıyordu. Bir tür çiçek soluyor, diğeri açıyordu. Görenleri büyülüyordu. Ağaçların arasında kaynak suları vardı. Gelin çayırı tam bir mesire yeriydi.
Yabani otlar büyümüş, su sızıntıları otları ve çayırı azdırmıştı. Şölen yerinde öbek öbek inekler ve başlarında bekçilik görevini yapan, yaşlı nineler. Ninelerden birinin gözleri cin gibiydi. Çimene gelip gidenleri takip ederdi. İnekleri de bir gün gelin çayırına çıkarıp şölen havasını yaşatacaktık. Gelin çayırı, yağlı boya tablosu gibiydi.
Kapının soyasına yaslandı. İstemediği hâlde eşiğe oturdu. Canı sıkıldı. Gelmediler dedi. Kendini rüyada gibi hisseti. Ormana baktı. Spor ayakkabılarını giydi. Gömleğini yanına aldı. Kırık aynasına kafasını çevirdi. Kendini iki tane gördü. “Çatlak ayna ikiledi.” Dedi. Saçlarını taramış olan arkadaş, “İyi gün dostları bize sırt çevirdi.” Dedi. Gözleri gökyüzünde, kulakları, yer yüzündeydi.” Geceyi düş geçirerek geçirdi. Yanına ekmek ve peynir almak istedi.” İnekleri de gelin çayırının güzelliğini görsün dedi. Top oynamak için hazırlıklara başladığımızda, nineler hoşnut olmadılar. “Çok bağırıyorsunuz. Bir topta ne buluyorsunuz da öteye beriye koşuyorsunuz.” Dediler. Ağaçlar arasından kestiğimiz gürgen dalını ineklerin önüne attık. Büyük bir iştahla dalı yaprağıyla yediler.
Arkadaş nineye, bizim kalecimizi bekle, dedi. Nine kasvetli bir hava esmiş gibi, yana döndü. “Dünya döndükçe, her şey aynı bağırıp çağırmalarda bile değişme olmuyor.” Dedi.
Top sesiyle birlikte, çocuklarda bağrışıyor. Bağrışmalar alçalıp yükseliyordu. Oynadıkları sürece gelin çayırını sese boğdular. Ninenin bakışları anlamsızlaştı. Belli ki, yorulmuş ve uykusu gelmişti. Ninenin obasına kadar çalı yükünü taşımakta yardım ettik. Dönüşümüzde atın sırtındaki adam ilgimizi çekti. At yavaş gidiyordu. Adımlarını kontrollü atıyordu. Adam bize selam verdi. İlerde dinleneceğim yer var mı diye sordu. Biz de gelin çayırında oturursun dedik.
Top oynayanların sesinden rahatsız oldu. Fakat bir şey söylemedi. Atını otlu bir yere çekti.
Öğleden sonra serin hava etkili olmaya başladı. Çam ağaçlarının kokusu her tarafı sarmıştı. Çam kokusu gibi ormandan da çıkıp gelenler oldu. Böcekler cızırtı çıkararak başımızın üstünde dönüyordu.
Meraklı nine, bizi tanımak istedi. Büyüklerimizi çok iyi tanıdı. Anılarını anlattı. Okulumuzu sordu. Torunu da İstanbul’da okurmuş. Sohbet iyi de geç kalmadan gideyim, dedi. İneklerine seslendi, onları önüne kattı ve obanın yolunu tuttu.
Top koşturanlar, yenişemediler. Biraz dinlendikten sonra yemek yedik. Sesi güzel olan arkadaşımız, Karadeniz türküleri söyledi. Günümüz güzel geçti. Hazırlandık, obaya döndük.
Patikada güle oynaya yürürken, önümüzde bir köpek gördük. Burada ne arıyor, dedik. Onu taş ile kovaladık. Öyle korkmadan ormana girip kayboldu. Obaya geldik, sorduk köpeğin korkup kaçtığını söyledik. Büyükler onun köpek değil kurt olduğunu, ormana girip kaybolur dediler. Bu bilgiyi öğrendikten sonra korktuk. Avcı geyiği yakalayıp yemeye çalışan yabaniyi vurduktan sonra sırtlan olduğunu öğrenince titremeye başlamış. Biz de aynı duruma düştük.
Güneş ışınlarının çayıra ulaşmasıyla pırıldayan çiy, renklerin en güzeliyle donanan kır çiçekleri ve otlayan ineklerle gelin çayırı bir doğa harikasıydı.
Çiçeklerin parlaklığını içimizde hissettik. Güzellikleri hayallerimizi süsledi.
Hasan TANRIVERDİ