Dilimize giren Arapça ve Farsça kelimeler, özellikle hukuk literatüründe, yüzyılların üzerlerine yüklediği geniş anlamlar nedeniyle, biz ve özellikle bizden önceki kuşakların meramını anlatmakta yeni kelimeler ve kavramlardan daha derinlikli birer araç olduğunu, yeni kuşaklarla diyaloglarımda bir kez daha fark ediyorum. Geçenlerde kızımla konuşurken kullandığım “…müspet mi geçti…” cümlesi anlayamamıştı. Bende hınzırlık olsun diye “… müspet menfinin karşıtıdır…” dedim. Sonra da gülerek, biri olumlu diğeri olumsuz anlamındadır diyerek açıkladım. Bende onların internet ağızlı argolarını anlamıyorum… Öyle geçinip gidiyoruz işte…
Buraya şundan geldim, yazıma şu cümle ile başlayacaktım, “Tecrübe, kitapların yazamadığı, resmi söylemlerin dillendiremediği, mevzuatın kavrayamadığı yaşam pratiğine düşe kalka vakıf olabilmektir.” Vakıf TDK sözlüğünde, “bilmek, farkında olmak” anlamlarına geliyor. Ama bana göre, “vakıf olmak” deyimi cümleyi daha bir derinlikli yapıyor gibi geldi, kullandım…
Yaşam pratiğinden geçirdiğim bildiklerimin ve hala öğrenme içgüdüsüyle ulaştığım bilgilerin ışığında edindiğim tecrübelerim, bilginin ve bilgeliğin küçümsendiği ve parasal karşılığının olmadığı ülkemizde refahıma yeterli katkı sağlamasa da, ruhen (psikolojik) olarak beni rahatlatıyor; insan olduğum bilimcimi korumama neden oluyor. İnsan olmak… Yani soran, sorgulayan, düşünen, analiz eden, üreten, yeniden üreten olmak… Yine sol yanım nüksetti, devrimci olmak gibi bir şey işte insan olabilmek…
….
Eski başbakanımız R.T. Erdoğan beyefendinin, bir kaç önce faiz lobisine (geniş anlamda menkul diyeceğim) yine “gürlediği” bir dönemde, aslında bir gayrimenkul lobisinin etkinliğinden söz edileceğini yazmıştım. İnşaat sektörünün ileri gelenlerinden, medyatik Ali Ağaoğlu’nun ve eski TOKİ ve Çevre ve Şehircilik bakanı Erdoğan Bayraktar’ın (“Şu anda kentlerdeki imar yoğunluğunun nedeni imar yönetmeliği. Ama biz bunun yönetmeliğini yaptık ve ben altımda kaldım. Dünyayı kafama yıktılar ve ertelediler. Neden çünkü 1 emsal, 2 emsala çıkarılıyor, 3 emsala çıkarılıyor.
Tüm bunlar olmasın diye imar yönetmeliği yaptık kadük kaldı. Yapı denetim kanunu yaptık kadük kaldı. Yeni bir hükümet var. Umarım süratle yaparlar. Sadece yasa yönetmelik işi değil, uygulama da gerekiyor. Biz ruhsatı çabuk verelim, denetimi artıralım istemiştik.”)Eylül (2014) ayında basında çıkan beyanatlarına baktığımızda, bu görüşümüzün desteklendiğini görüyorum. Üstelik Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın “Artık inşaat sektörünü değil, sanayiyi destekleyeceğiz.” sözleri üzerine sert bir açıklama yaptı.
Evet, bunları birleştirdiğimizde Türkiye’de bir gayrimenkul lobisinden söz etmek mümkündür. Buda yetmez, üstelik “faiz lobisinin” de desteğinde yürüyen bir lobidir. Çünkü yapılan yeni binalar 10 yıl vadeye varan kredilerle alınabilmektedir. Ülke olarak tasarruf eğilimimizin düşük ve hatta eksi olduğunu düşündüğümüzde, konutlar genellikle kredili olarak alınmaktadır. Bir site içi lüks binanın maliyeti, inşaat mühendisleri arkadaşlara sorduğumuzda en fazla 200-250 bin lira olduğunu öğreniyoruz.
Satış bedellerinin ise en az 500 bin liralardan başladığı görülmektedir. En az % 100’lük bir kar kaç sanayi sektörde vardır acaba? İnşaatı satan şirket/şahıs ise müşterisini anlaştığı bankaya yönlendiriyor, satış bedelini hesabına nakit alıyor, taksitlerle de uğraşmıyor, o işi bankalara havale ediyor. Yıllık enflasyonun %10’u geçmediği düşünüldüğünde, bileşik faiz hesabıyla reel faizler ise konutlarda en az % 20’leri geçmektedir. Böyle bir reel faiz (enflasyondan arındırılmış) hangi ülkede vardır? Bu tür lüks konutlar metropol kentlerde maliyeti 100-110 bin lirayı bulan sokak üstü konutların fiyatlarını da yukarı çekiyor.
Bu kısa vadede karlılığı yüksek inşaat sektöründen “imza” karşılığı payını siyasetin almadığını düşünmek ise bana göre kafayı kuma sokmaktır.
Bakanlar dahil, aklı başında yetkililer büyük kentlerde konut fazlası olduğunu açıklıyorlar. Ama hala dikine çok katlı rezidans konutlar (sosyal tesisli, güvenlik hizmetli, alışveriş merkezli konutlar) yapılmaya devam ediyor. Neden acaba diye soruyorum kendi kendime ve belki yanılıyorum ama şu yanıt geliyor aklıma: İnşaatçıların elinde bu sistem sayesinde kısa vadede ve çok yüksek oranda sermaye birikimi oluştu. Ve fakat inşaatçılar, başkaca bu kadar karlı başkaca bir sektör göremediklerinden ve sabit yatırımları yüksek, teknolojisi sürekli yenilenmek isteyen sanayi sektörünü de bilmediklerinden, ellerindeki sermayeyi inşaat sektörüne yatırmaya devam ediyorlar.
İnsanın en temel ihtiyacı olan barınma ihtiyacı üzerinden sürdürülemez bir garabet bir düzen sürdürülmeye çalışılıyor velhasıl…
Bu ahval ve şerait dahilinde “Çarşı” parasız pulsuz, silahsız süngüsüz darbe yapacakmışşş…. 11.09.2014