1/2
Memleketimden İnsan Manzaraları 504
GÂVURLAR NİÇİN TORPİLLİ OLUYOR?
Ellerim Almanya’da
Türkiye’de yüreğim
Bahattin GEMİCİ
“Öğretmen, öğrencilerinde olumlu izler bırakan kişidir.” diyen eğitimci yazar ve şair Bahattin Gemici, ilkokul öğretmeni Hasanoğlan Köy Enstitüsü mezunu ilkokul öğretmeni Emin Güney’i sevgi ve saygıyla anar hep.
Yurt sevgisiyle Atatürk ve cumhuriyet sevgisini onun sayesinde kazandığını özellikle belirtir. Önceki yaz, uzun yıllardır yaşadığı Almanya’dan memleketi Nallıhan’a geldiğinde yeni yayımlanan “Umutların Peşinde” ve “Çocuğunuzun Başarısı Sizin Elinizde” adlı kitaplarından 50’şer adedini eczacı dostu Bedran Bingöl’e, “Arkadaşlarına hediye et. Para veren olursa, sokaktan geçen yoksul çocukları sevindir.” diye bırakır.
Çocukluğu yoksulluk içinde geçen yazarın sekiz yaşlarındayken kümeslerinde her gün yumurtlayan ak bir tavukları vardır. Evlerinde gaz, tuz, çay, şeker kalmayınca bu tavuğu satmaya karar verirler. Âbisi tavuğu kucaklayıp Nallıhan pazarına götürür. Bir müşteri 7,5 liraya almak ister. Ama o “10 liradan aşağı olmaz” dediği için satmadan geri döner. “Bir de ben deneyeyim” diyen Bahattin, ayakları bağlı tavuğu kucaklayıp tutar pazarın yolunu.
Tavuğu görüp beğenen bir köylü, cüzdanından iki tane 2,5 liralık kâğıt para çıkarıp, “Bu tavuğun parası… Bu 25 kuruş da senin… Güle güle harca!” deyip tavuğu alıp götürür. O yıllarda kâğıt 2,5 lira çok büyük paradır; hele hele 7-8 yaşındaki bir çocuğa göre… Aldatır bu durum Bahattin’i. Üstelik artı olarak da bir 25 kuruş… Öf be!.. Leblebi de alınır; 25 kuruşa, dondurma da…
Gururla dönüp eve anlatır; zaferini coşkuyla. “Aferin, bravo!” demelerini beklerken büyüklerinden, herkes çok kızmasın mı ona! Âbisi tavuğu 7,5 liraya satmadığına bin pişmandır ama iş işten geçmiştir çoktan. Olsun, âbisinin satamadığı tavuğu o satıp eve para getirmiş ya. Daha ne!
O günlerde Nallıhan’a salyangoz alıcısı bir tüccar gelir. Kilosu 25 kuruş… Herkes salyangoz toplamaya koşar. “Niye alıyorlar ki bu eti yenmez, derisi giyilmez hayvancıkları?” diye merak edilir. Fransa’ya gönderiliyormuş; parasıyla tabii. Ne mi yapacakmış onlar? Sofralarının en güzel yemeği imiş! Tanrı nedense, aynen domuz eti gibi, bize haram kıldığı salyangozu onlara helal kılmamış mı? İyi de Tanrı neden torpil yapar ki, cehennemlik olduğunu bildirdiği bu gâvurlara?
Bu fırsattan niçin yararlanmasın, Bahattin’in ailesi? Mahallenin tüm çocukları gibi Gemici ailesinin üç çocuğu da sabahları erkenden kalkıp salyangoz toplamaya koşar. Elleri yapış yapış olur ama ne gam! Tenekeler dolunca götürürler toptancıya. Kilo başı 25 kuruş ödenir. Böylece çocuklar hem ev bütçesine katkıda bulunurlar; hem de dört kilo salyangoz ücreti olan sinema paralarını kazanırlar.
Aynen benim ve Akseki’nin Gödene köyündeki tüm yaşıtlarım gibi yazarımız da dişçi yüzü görmemiş ilkokul yaşamı boyunca. 8-9 yaşlarında dişi ağrıyınca yaz tatilinde, köyde yaşlı bir amca altı dişini birden çekmiş; paslı bir kerpetenle.
2/2
İlk çantasını ilkokul dörde giderken alır ki, çok iyi!.. Zira benim hiç çantam olmadı öğrenciliğimde. Hiç üzülmedim ama bunun için. Çünkü arkadaşlarımdan kimsenin çantası yoktu.
Ve yine bizim köyümüz gibi, yazarımız ve komşularının evlerinde de su yokmuş. Herkes elinde ibrik
ve güğümlerle mahalle çeşmesinde kuyruğa girerlermiş. Genellikle eve su taşımak Bahattin ve âbilerinin göreviymiş.
Şimdi nasıldır bilmem de o yıllarda Nallıhan Çayının suyu berrak ve temizmiş. Bahattin arkadaşlarıyla birlikte hem çayda yüzer, hem kumsalda güneşlenip oynar, hem de balık avlarmış.
Ya kadınlar?..
Kadınlar çay kenarında kurdukları kazanlarda çamaşır kaynatıp kil serpiştirerek tokaçla dövdükten sonra çıplak ayaklarıyla güzelce çiğnerlermiş.
Niçin mi çamaşır makinesiyle yıkamıyorlarmış?
O yıllarda kim görmüş, kim duymuş ki öyle bir makine olduğunu!
Yakmak için kömür de yoktur, doğal gaz da… Eşekle dağa çıkıp odun kesip gelirlermiş. Orman koruma memurlarına yakalanmamak için gizliden gizliye… Odun ateşi ile ısıtılan şömine fırınında pişen haşhaşlı ve susamlı böreklerin, sac üstünde pişen bazlamaların tadını Almanya’da da bulamamış yazarımız, yazları geldiği memleketinde de…
O yıllarda oyuncak nerde, oyuncak bulsan alacak para nerde!.. Kendi yaptığı çember, uçurtma, tel ya da ahşap arabalarla oynamak dururken oyuncak almak da ne demek! Ara sıra da evlerinin üstündeki tepeye çıkıp taş fırlatmak, büyükçe kayaları söküp yokuş aşağı yuvarlamanın da zevkine doyamazmış.
Çevrelerindeki birçok aile gibi ipek böceği yetiştirirler, bahçelerinden topladıkları dut yapraklarıyla beslerlermiş onları. Yumurtalarından çıkan tırtıllar biraz büyüyünce kozalarını örmeye başlarmış. Tamamlanınca bu iş, kozalar toplanıp tencere ve kazanlarda kaynatırlar. Bir kozadan elde edilen ipeğin uzunluğu 300-1400 metre oluyormuş ki, inanılmaz! Annesi, ninesi bu ipleri doğal yöntemlerle boyayarak türlü türlü renkli oya ve işlemeler yapıp satarlarmış.
Her ev hanımı gibi annesi de yazdan kışa hazırlanırmış. Nasıl mı?
Salça, tarhana, erişte, bulgur, nişasta, pestil ve pekmez yaparak…
Ayrıca elma, armut, ayva ve zerdali de kuruturmuş mutlaka.
Ve tüm bu işlerin yapımında Bahattin de yardımcı olurmuş annesine.
Ne güzel, ne renkli bir çocukluk bu!
Anlatıp yazılacak ne çok, ne ilginç anılarla doldurmuş dağarcığını; değil mi?
Sizin çocukluğunuz da ne güzeldi, kim bilir!
Hüseyin ERKAN
0535 371 74 83
info@dilemyayinevi.com.tr
huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr