İnce yapılı bir bedene ve ruh haline sahipti. Duygusal bakışları, çakmak çakmaktı. Yavaş yürümesini uyarsam da aldırış etmedi. Adeta iç dünyasında heyecan patlaması yaşıyordu. Yolun kenarında arkadaşını zor bekleyebildi.
“Dedeme benziyormuşum, kabına sığmayan ve aceleci bir ruh taşıyorum. Kelimeleri peş peşe sıralarken, çoğu zaman ne anlama geldiğini bile düşünmem,” Dedi.
“O zaman yavaş konuşmaya becermelisin.” Dedim.
“Yavaş konuşursan, daralıyorum, ruhum sıkılıyor, terliyor ve başım dönüyor.”
“Yazık, sana ayakkabı da dayanmaz,” Dedim.
“Dayanmıyor, en iyisini iki ay giyiyorum ve iki ayda bir babamdan dayak yiyorum.
Baban “Kabahatin sen de mi, yoksa ayakkabıda mı? Olduğunu nereden biliyor da suçlu görüyor ve dayak atmaya hak kazanıyor.” Dedim.
“Ayakkabıyı alırken, ustaya hatanın hangi durumda olacağını soruyor. Böylece suçlu olacağım bilgisini ustadan öğreniyor. Geçen ay ustaya işaret ettim ki sus diye. Fakat usta konuş anladı ve sözleriyle beni bitirdi. Hiçbir kurtuluş ümidim kalmayınca, babam, ayakkabının topuğuyla kafamı kırdı. Çarşıda ustanın atölyesinde sesimi çıkarmadığım için vurdukça vuruyor. Kafamı dik tuttukça dayak şiddetleniyordu.
“Senin garip yürüyüşünde mi suç,” dedim.
“Ne ilgisi var. Yürüme ne yapar ayakkabıya, onunla esas top oynuyorum.” Dedi.
“Ayakkabıyla top oynanmayacağını bilmiyor musun?” Dedim.
“İki ayda bir dayakla öğreniyorum.” Dedi.
“Okul çıkışı spor ayakkabını giyersen, istediğin gibi hareket edebilirsin.”
“Öyle bir düzenliliği yaşantıma nasıl tatbik edebilirim.” Dedi.
“Yapmazsan iki ayda bir kırık tedavisine gidersin,” Dedim.
Sanki birileri kovalıyor gibi köy sapağına geldik. Yağmur suları yol kenarında tam kurumamıştı. Sapağın köşesinde, elektrik direğinin yeri eşilmişti. Arkadaş bu tarafa gel, çukur demeye kalmadı, içerisine boğazına kadar battı.
Telaşlandım ve arkadan gelenlerin de yardımıyla arkadaşı çukurdan kurtardık. Bugün top oynamamış, ödevimden pekiyi almış ve neşe içerisinde babama bahsedecekken, kaldığım hâle bakar mısınız? diye ağladı. Fakat koşalım, şimdi gelir ve gelene kadar temizlenirim, dedi.
Seni eve kadar çıkarayım, dedim kabul etmedi ve “Ben gidebilirim,” dedi. Üstü başı çamur ve su içerisinde koşmaya çalıştı.
Normal konuşurken, daralan arkadaşa soruyorum. İki ayda bir yediğin dayak yüzünden kafan kırıldı ve müdür oldun. Şimdi emekli müdüre soruyorum, kafanın kırılmasını hatırlayıp yavaşladın mı? Elindeki sigarayı gösteriyor ve bu adi bırakmıyor ki yürüyeyim. Nerede, adım bile atamıyorum. Keşke o günleri yaşasam da kafam iki ayda değil de her gün kırılsaydı…
Akciğerlerimin feryadına kalbim de eşlik ediyor ama meret elimden düşmüyor.
“Kurtulmak için, karaciğer ve böbreklerimin kafa sallamasını bekliyorum,” dedi.
Hasan TANRIVERDİ