Eşi Benzeri Görülmemiş Devrimlerin Şafağında!
Şafak vakti, tam karşımızdaki iki yamacın arasından, boğazın serin sularının üzerinden, kızıl sarı tonlarıyla yeryüzünü kucaklıyor güneş. Afacan çocuklar gibi saklambaç oynayan birkaç bulut kümesi rüzgârdan kaçıyor. Kulaklarımda “Doğa ana ”nın uyanış mevsimi baharın müjdecisi bülbüller, serçeler, sakalar ve adını bilmediğim nice kuşların ötüşleri… Onların muhteşem korosuna, ilerde daireler çizen iki kartalın görüntüsü, denizden biraz uzaklaşmış birkaç martının dansı ve şehrin en köklü hafızası olan “Karga Krallığının” uçuşu eşlik ediyor. O sırada sardunyalarımın çiçeklerine sabah ziyaretini yapan arının vızıltısıyla günaydınlaşıyoruz. Güneş yavaş yavaş yükselirken pırıl pırıl bir gökyüzü tanıdık mavileri tuvaline döşüyor.
Orman… Önümüzdeki üç farklı yamaca, sere serpe uzanmış, her biri yeşilin farklı tonlarında ağaçlardan bir halı… Rüzgârda sağa sola sallanırken çıkardıkları sesi ve çınlamayı duyabiliyorum:
Nefes… Nefes… Nefes…
Kollarımı sağa sola açarak derin bir NEFES alıyorum ve:
ŞÜKÜRLER OLSUN SANA YA RABBİM! Diye düşünüyorum…
On yıldır yukarıdaki manzara ile yaşıyorum. Her mevsimi ayrı ayrı gözlemleme şansına sahip olduğum bir yerdeyim. Türlerin sınırında…
Ancak, hızla değişen bir bozulmayı da göz göre göre yaşadık burada… Yapılan inşaatlar, yollar ve yeşil kıyımın sonunda, yıllardır mevsimlerin, gökyüzünün ve yeryüzünün ayarı kaçtı. Olanları çaresizce ve endişeyle seyrederken ne olacak bunun sonu diye düşünüyorduk.
Olan oldu sonunda!
Sadece bir aylık “insan orucuyla” doğa ana eski formuna dönmeye başladı. Tarif ettiğim manzara geçmişten bir anı değil… Taptaze…
Mevcut durum bir komplo teorisi, sosyal deney veya doğanın intikam öyküsü müdür bilmem ancak “Gaia” ya iyi geldiği kesin… Bu sadece benim fark ettiğim bir olgu değil, dünyanın önde gelen bilim kurumları da görüntüler ve testlerle bunu teyit ediyor.
Tüm insanlık, el birliği ile gezegenimizin dengesini bozduk ve eğer özel bir uzay mekiğine ya da Elysium’a sahip değilsek yapmamız gereken tek şey “DENGE” yi tekrar sağlamak.
Romantik olduğum kadar gerçekçiyimdir. Eğer gerçekçi biriyseniz, süreci net görür soruna odaklanmadan çözüm bulmaya çalışırsınız.
Sorunumuz belli: BENCİLLİK ve KİBİR!
Çözümümüz de belli: Bu tutumdan vazgeçmek ve iyileştirmek için çabalamak!
Konfor alanlarımızdan vaz geçmek istemiyoruz. Kendimize ördüğümüz “yalancı koza” sonsuza kadar orada kalsın istiyoruz. Her şey parmak ucumuzdayken yine de tatmin olmuyor aklımızdan geçerken gerçekleşsin istiyoruz. Hırsımızın, isteklerimizin sonu gelmiyor. Bunlar için doğayı hunharca kullanırken, ona sadece çöplerimizi, atıklarımızı veriyoruz. Ancak sonunda balon patladı.
Harari’nin 21. Yüzyıl için 21 ders kitabındaki alıntılar konfor alanlarımızın neden alt üst olduğunu çok güzel özetliyor:
“Panik bir kibir biçimidir. Dünyanın ne yöne (aşağı doğru) ilerlediğini bildiğine emin bir histen kaynaklanır. Şaşkınlık duymak daha mütevazı, dolayısıyla daha sağduyuludur. İçinizden kendinizi sokağa atıp ,”Kıyamet geliyor! Diye bağırmak geliyorsa, kendinize şunu söylemeyi deneyin: “Yok, öyle değil. İşin aslı dünyada neler olup bittiğini anlamıyorum, o kadar.”
Yirmibirinci yüzyılın vizelerinde sınıfta kaldık, eğer bütünlemede geçemezsek okuldan atılır mıyız?
Eğer atılırsak, “oy” karşılığı “AF” çıkar mı insanlığa…
Yüzüncü yılında, maskeli meclisin kararlarıyla salıverilen doksan bin suçlu gibi, bizi de tüm suçlarımıza rağmen salarlar mı dünyaya!