Evdeki hareketliliği kahvaltı telaşı zannetti. Herkes yaylaya geldiği elbiselerini giyiyordu. Fakat elbiseler de nice oluyordu. Herkesin gözüne baktı, kendisiyle ilgili bir sonuca varmak istiyordu.
Çocuk aklıyla ve olanca saflığını ortaya koyup “Gömlek giymeyeceğim, kazağımı çıkartmam.” Dedi. Neşesi kaçmış, kuşkunun doğurduğu korku yüreğini dağlamıştı. Kahvaltıyı sordu, inekleri bahçede otlatırım, dedi.
Neden gömlek giymesi gerektiğini düşünemedi. Gömleği yansa, yok yanmasa çamurlansaydı da giymeseydi. Gömleği giymeyeceğim, kazağımı seviyorum, çıkaramam, yoksa köye mi dönüyoruz, dedi. Yavrum, niçin köye gideceğiz yeni geldik. Yeğenim geldi, fotoğraflarımızı çekecek, dedi.
Fotoğrafçı kelimesini duyunca beyninde şimşekler çaktı. Peşi sıra gürledi ve olduğu yerde kaldı. Fotoğrafçı acaba iğneci miydi? İğne olmak istemiyordu. Mahalleden arkadaşı, iğne vurulduğu için hastalanmış ve doktora götürmüşler. Hastanede yatmış ve iyileşti diye çıkmış ama elleri hala titriyordu.
Küçük beyninden neler geçtiği bilinmez ama iğne olmamak için, nereye nasıl saklanacağını bilemiyordu. Morali bozulmuş, suratı asılmıştı. Evdekilerin giyineni dışarı çıkıyordu. Annesi durumu fark edince, fotoğrafın ne olduğunu anlattı. Beraber çıkalım, fotoğrafçının elinde çanta varsa, geriye döner, yatakların arkasına gizlenirsin. Annesi içine su serpmişti. Ürkek adımlarla dışarı çıktı, elinde bir aletle fotoğrafçı geliyordu. İçeri girdi ve annesine elinde çanta görülmüyor. Annesi, o hâlde fotoğraf çekip gidecek, çocuk işte yolda bile yampiri yürür, dedi.
Fotoğraf konusunda hayalinde bir şey canlanmadı. Rüyada gibiydi. Sabahın seherinde “Fotoğraf çekmek” ne demekti. Hastanede arkadaşına fotoğraf çekmişlerdi. Fotoğrafta baygın yatıyormuş. Fotoğrafımı çekip de baygın yatmak istemiyorum.
Hastane koridorunda arkadaşını taşıyorlardı, belki de iğne olmuştur. İğneden sonra hastalanmıştır. Arkadaşın ağabeyi, köpek ısırdığı için, iğne olmuştu. Köpek ısırmasıyla iğne olmanın bağını kuramamıştı.
Annesi geldi, anahtarı verdi. Çocuklara iğne vurmaya başlarsa, kapıyı kitle, içeri kimseyi alma. Eğer iğne yapmıyorsa, beraber fotoğraf çektiririz. Arkamdan gel, bakalım iğne için ağlayan var mı?
Fotoğrafçı, öne çocukları oturttu. Arkalarına daha büyükleri ve onların arkasına da ana babalar sıralandı.
İğne aklından çıkmıyordu. Eğer çocuklar iğne vurulursa kaçacaktı. Bahçeden ormana kadar koşardı. Yabani hayvanlar sesimden korkar, ateş yakarım yaklaşamazlar. Böylece iğneciden kurtulurum. Arkadaşları ön sırada yerlerini almıştı. Annesi yanlarına git, demesine rağmen, annesinden ayrılmadı.
Fotoğrafçı; dikkat, gülünüz çekiyorum. İlaç kokmadı. Elinde iğne de yoktu. Acaba iğne görünmez mi olmuştu. Çekim bittiğinde çocuklar koşup oynamaya başladılar. Fotoğrafçı, ana ve babalara, köye geldiğimde fotoğrafları size getireceğim. “Hatıram olsun,” dedi.
Annesine hatırayı sordu. Yavrum, fotoğrafçı, yakınımız ırak bir vilayette yaşıyor. Buraya ziyarete geldi. Annesine, ziyaret tepesine mi? Ziyaret tepesiyle ne ilişkisi vardı.
Kahvaltıdan sonra inekleri bahçeye saldılar. Yavrum yanlarından ayrılma, az sonra geliyorum. İneklerin yanına indi. Yavrum yaptıkların güzel bir çelenk gibi nasıl yaptın. Çiçeklerden yaptığını söyledi. Daha sonra çelengini, ineklere verdi. Annesine fotoğrafçı iğneci değil. Yavrum iğneci okulda olur. Okuyan çocuklara iğne yapar. Hasta çocukları bu şekilde iyileştirir. Arkadaşım da dereye düştü ve soğuk aldı, zatürre oldu, her gün iğne vuruldu. Annesi ıslak gömleğini çıkartsa hasta olmazdı, dedi.
Annesine, fotoğrafçının karşısında korkudan titredim. Peki titrediğim görülecek mi?
Dağılana kadar başım ağrıdı, iğne olacağımı zannettim. Onun için, çocukların yanına değil, içeri kaçtım. Sayvanda oturdum. Dışarda gülüyorlardı. Daha sonra türkü söylediler. Çocuklar, geri dönüyoruz diye bağırdılar. Sanki dalgalar arasında kalmıştım.
Kâğıt üzerinde, gömlekle mi, görüneceğim. Annesi, gömlek giymediğin için kazakla görüneceksin. Annesine fotoğrafta gömlekle kazağı değiştiremez miyim? Doktor olunca fotoğraf makinesinden alacağım ve fotoğraflarını çekeceğim. Arkadaşlarına da fotoğraf çektirmek de neymiş, çektirdik ve gitti. Üniversite ikide okurken, yaylada fotoğraf çeken akrabası memlekete geldi ve o gün çektiği fotoğrafı da getirdi.
Yaylada çekilen fotoğraf, büyükleri yad etmelerine neden oldu. Arka sıradakilerin çoğu hayata veda etmişti. Babam fotoğrafa bakmak istemiyordu. Ne kadar haklı olduğunu fotoğrafa baktıkça anladım. Fotoğrafta büyüklerden yaşayan iki kişi kalmıştı.
Fotoğraftakiler, yıllar önce obada anne kucağında; yıllar önce bir garip iğneciye benzeyen fotoğrafçı tarafından görüntülenmişti.
Bir zamanlar fotoğraf çektirmeyen çocuk, liseye öğretmen tayin edilmişti. Memlekete gelen ve akraba olan fotoğrafçıyı karşıladı. Fotoğrafçı, yaylada çektiği fotoğrafı anlattı. Çocukların nasıl korktuğunu, ormana kaçma niyetinde olduklarını söyledi.
Fotoğrafı çıkarttı. Arka sıradaki büyüklerin, hiçbiri hayatta yoktu. Çocukların kolları, parmakları çalı gibiydi. Çocukların en büyüğü beş yaşındaydı. Hepimiz üzüldük. Ortama garip bir hüzün çöktü. Fotoğrafçı, bu kadar üzüleceğimizi bilsem, çıkartmazdım, dedi.
Ölüm fotoğrafı dedi. Ölüm fotoğrafını cüzdanına yerleştirdi. Fotoğrafçı ve fotoğraf olayına akıl erdirememiştim fakat şimdi sevinçler yerini üzüntüye bırakmıştı.