Bugün 87 yaşını aşmış Zambiya doğumlu Wilbur Smith’ten biraz bahsetmek istiyorum.
Gençlik yıllarımın favori yazarıydı. Hemen hemen onun her eserini okumuştum. Eserleri, maceraperest ruhumuza eşlik ederdi.
Afrika doğumlu yazar Wilbur Smith’in hemen hemen her eserinde farklı, gizemli, mitsel, tinsel yolculuğa çıkardım.
Filleri aslanları, yerlileri konu alan eserler yazardı.
Dün romanından bir kareyi anımsamıştım. Yeni kaleme aldığım ” Fil Kahvesi” adlı yazımda aklıma gelmişti.
Fillerin kin tuttuğunu da ilk kez o romanda öğrenmiştim.
Roman kahramanı Afrika’da tek dişli fili avlamak isteyen avcıya engel olur. Kurtarıcısını yıllar geçse de unutmayan fil, bir aslanın saldırısında kahramanı kurtarır.
Çok ilginçtir ki, aynı fil diğer avcıyı takip eder ve öldürür. Bu kez katil ilan edilen filin başına ödül konur.
Roman kahramanı o katil filin, ölmesini istemez. Filin avcıyı niçin öldürdüğünü öğrenmek ister. Durumu eni konu sorgular.
Sonuçta filin ölen avcıyla ilişkisi acı bir deneyim olduğunu öğrenir.
O avcı, yıllar önce fili uyuşturcu okla yaralamış ve diğer dişini kırmıştır.
Fil, yıllar geçmiş olsa da kendisine bu acı deneyimi yaşatmış avcıyı asla unutmamıştır.
Ve intikamını almıştır.
Roman kahramanı hikayeyi anlatmadan önce söylediği aforizmayı bugün dahi anımsıyorum:
” Filler, kadınlar ve çocuklar, kendilerine yapılan bir kötülüğü asla unutmazlar!”
Fil dışkısından üretilen kahveyi merak ederken bende filleri, okuyucularım için biraz araştırdım.
Onların ruhsal dünyalarında safari yaparken acı öykülerine tanık oldum. Her biri dram yüklüydü.
Ama önce filler nasıl hayvanlardır, biraz değinmek istiyorum.
Ee, hep insanlardan bahsedecek değiliz ya…Biraz da doğaya kalem çalalım. Ne dersiniz?
Kadın ve erkeği ayırt edebilen filler, dünyada zıplayamayan tek memeli hayvanlardır.
Dişi fil, 22 aylık süreç ile hayvanlar alemindeki en uzun gebeliği yaşayan canlıdır.
Filler, farelerden ve arılardan korkarlarmış. Derileri kalın olmasına rağmen bu korkularının asıl nedeni, göz, kulak ve hortum içlerine girebilen bu küçük hayvanlara bir şey yapamamaları, fillerin enfeksiyon kapmalarına, hatta ölümcül yara almalarına neden olabiliyormuş.
İnsan beyninin yaklaşık olarak 5 katı büyüklüğünde olan filler günde sadece 2 ya da 3 saat uyurlarmış.
Yetişkin bir fil, günde ortalama 300 kg. yemeğe ve 160 litre suya ihtiyaç duyan fil suyun kokusunu 19 kilometreden alabildiğini düşünebiliyor musunuz?
Biz insanlar da keşke kötü ve iyi insanı da ayırt edebilsek.
Fillerin o koca cüsselerini taşıyan ayakları yumuşacıkmış. Yürüyüşleri ahenkli olan bu canlıların parmak kemiklerinin altında minder görevi yapan esnek bir yağ tabakasının oluşu sanki bir mucizedir. Amortisyon görevini yapan bu esnek yağ tabakası koca cüssesinı dengede tutmaktadır.
Hatta, eğitilen filler, o ayaklarla insanlara çok güzel şifa veren masajlar yaparlarmış. Ayrıca onların resim yetileri de insanları şaşırtmaktadır.
Hindistanlı eğitmenler bunu fırsat bilip açıkhava müzesi açarak turistlerin oldukça ilgisini çekmeyi başarmışlar.
Ayrıca filler, bilim adamlarının deyimiyle “infra sesler aracılığıyla,” uzun mesafeli bir çağrıyı uygun hava koşullarında 10 km ‘ lik mesafelere bile duyurabilmektedir. Bu şu demek oluyor: Bir başka fili, tanıdığı canlıyı duyabiliyorlar.
Filler daha bebeklik döneminde köleliğe alıştırılması beni hep üzmüştür. Hele bu çok duygusal sevgi yüklü bu hayvanların daha bebekken çaresizlik eğitimi almaları, resmen işkencedir.
Yavru fil, küçük ve güçsüzken ağır bir zincirle hareketsiz bir demir kazığa bağlanır. Ne kadar çok zorlarsa zorlasın zinciri kıramayıp kazığı yerinden oynatamadığını keşfeder. Sonradan fil ne kadar büyük ve güçlü hale gelirse gelsin yerde yanı başında duran kazığı gördüğü sürece hareket edemeyeceğine inanmaya devam eder.
Ve eğitilmiş çaresizliğine boyun eğer.
İsterse o iri cüssesi ile küçük zincirleri, uzun hortumuyla söküp özgür kalabilir, değil mi?
Lakin eğitilmiş, şartlanmış çaresizliği onun özgürlük cesaretini kırar.
Hindistan’ın fil hastanesinin açılmış olduğunu öğrendiğimde çok sevindim.
3 binden fazla filin hayatını kurtarmayı hedefleyen proje olağan üstüymüş.
Çoğu kötü şartlarda yaşayan ve esir tutulan fillerin bakımını üstlenen hastane umut vericidir.
Ama Tayland için değil. Dünyada ve ülkemizi tehdit etmekte olan Kovit-19 hastalığı Taylandlı 2 bin filin öleceğini bilmek açıkçası üzüldüm.
Binlerce filin açlığa ölüme terkedilişi cidden bir felaket..!
Günde 300 kg bitki yiyen filleri besleyecek bakıcı bulamamaları da fillerin hayatına mal olacak.
Keşke doğal hayattan kopartılmasalardı, diye de üzüldüm açıkçası.
…
Tarih boyunca, en az 5 bin yıldır, filler iş ve seyahatlerin yanı sıra savaşlarda da kullanıldı. Ancak bugün Hindistan’da filler çoğunlukla sosyal şenliklerde, dini bayramlarda, geçit törenlerinde ve tapınaklarda dilenci olarak kullanılıyor.
Dünya Hayvanları Koruma verilerine göre, Hindistan’da halen tutsak olan, turizm ve eğlence endüstrisi için kullanılan 3 binden fazla fil bulunuyor ve bunların birçoğunun bakım ve ilgiye ihtiyacı olduğu biliniyor.
…
Yazımı çok uzattım biliyorum. Lâkin şuna eminim ki Ziggy adlı filin, bundan sonraki yazımda dramatik hikayesine, dikkatinizi çekmek istiyorum…
Devam edecek
Emine Pişiren / Kocaeli
Kaynak: Bbc.com/ Doğal hayat