Din, itikadi ve ameli olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Dinin ameli kısmına fıkıh da denilir. İşte, dinin bu kısmıyla uğraşan ve bu konuda ihtisas sahibi olan kişilere de fakih denilir.
İman ve amelin birbirleriyle olan bağlantıları dikkate alındığında, fıkhın ne denli önemli ve dinin olmazsa olmazlarından olduğu açıkça görülecektir. Önemli bir alanda bulunan veya çalışan kişiler de öneme haiz olurlar… Başka bir ifade ile kişi, uğraşı alanı nispetinde önemlidir, denilse yeridir… Bu bağlamda bu kadar değerli ve önemli bir alan olan fıkıh ile uğraşanlar da değerlidir…
İbn-i Abbas’tan rivayet edilen ve fakihin abide karşı değerini ifade eden bir hadisin meali şöyledir: “Bir fıkıh âlimi şeytan nezdinde bin abidden daha (tehlikelidir) kuvvetlidir.” Bir başka hadiste ise; Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Cennet bahçelerinin yanından geçerken o bahçelerden faydalanın!” Sahabeler dediler ki; ya Resulallah! Cennet bahçeleri nelerdir? Dedi ki; ‘zikir halkalarıdır.’
Ata b. Ebi Rabah, bu hadisi şöyle yorumlamıştır: Zikir halkalarından maksat; helal ve haramdan, alışverişten, namazdan, oruçtan, hacdan, nikâhtan, talak vb, tüm fıkhi bilgilerden şart ve adaplarından bahsetmek demektir. Zira bilgisiz ibadet ve muamelat (yanlış yapılacağından) batıl ve fasit olacaktır.
“Bir ilim erbabı ilmiyle izzet ve şeref sahibi olmak istiyorsa fıkıh ilmi ona yeterlidir. Nice kokular vardır ama hiç birisi misk kokusu gibi olamaz…” diyerek fıkhın ve fakihin önemini şiirimsi bir tarzda ifade edenler de olmuştur.
“Bir sure indirildi mi, ‘Sizi bir kimse görüyor mu?’ diye birbirlerine göz ederler, sonra da sıvışıp giderler. Anlamayan(Fıkhetmeyen) bir toplum olmalarından dolayı, Allah onların kalplerini çevirmiştir. 9/127”
Böylesine önemli olan bu konuya girmeden önce fıkhın tarifi, islam dinindeki yeri ve faydasını anlatmaya çalışacağım…
Fıkıh, arapça bir kelime olup; ister kat-i ister zannî olsun,mutlak bilgi anlamına gelir. Istılahi anlamı ise: Ameli alan sayılan şer’i hükümlerin; edile-i şer-i olarak da bilinen; Kur’an, Hadis, İcma ve Kıyas’tan elde edilmiş bilgi ile bilinmesidir. Fakih ise; dinin amelî hükümlerinde mütehassıs olan âlim demektir. Çoğulu fukahadır.
Hakikat ehlinin nezdinde fıkhın tarifi ise: Hem şer-i hükümleri bilmek hem de onlarla amel etmektir. Hasan Basri (r.a); “Fakih, ancak dünyanın haram, şüphe ve mekruh olan şeylerinden yüz çeviren, ahiret işlerinde zühd ve takva sahibi olan, kendi kusurlarını daima göz önünde bulundurandır” diyerek kapsamlı ve farklı bir tarifte bulunmuştur. Bu itibar ile fıkhın kurucusu Peygamberdir (s.a.s.) denilse yeridir.
Fıkıh ilminde ilk kitap tasnifi Ebu Hanife (r.a) ile başlamıştır. İmam Şafii (r.a), fıkıh hakkında şöyle demiştir: “Hadis ve dini anlama olan fıkıh hariç, Kur’an dışında tüm ilimler meşgaledir.”
Fıkhı bilmenin hükmü nedir diye sorulursa; cevap olarak: İbadetlerini sahici ve düzgün bir şekilde yapacak kadar fıkıh bilgisine sahip olmak her mükellef mü’min ve mü’mine üzerine farz-ı ayndır. Bu ilmin fetva verebilecek derecede bilinmesi farz-ı kiyafe, ictihat derecesine varacak kadar fıkıh bilgisinde ilerlemek ise menduptur, denilebilir.
Peki, bugün kaçımız dinimizin sadece ibadet kısmını dahi ‘birisine’ sormadan kendi başımıza sahih ve sağlıklı bir şekilde eda edecek kadar fıkıh bilgisine sahibiz, olmazsa olamaz olan ibadetlerimizi ne kadar biliyoruz, sorusunun cevabı ise muammadır.
Fıkıh alanı sorumluluklar manzumesi olduğundan bütün ilimlerden üstündür. Çünkü onunla helal-haram, sahih-fasit ve diğer hükümler bilinmektedir. “Allah, bir kuluna iyilik etmek isterse, onu dinde fakih yapar.” hadisi mucibince insanı, dini hatalardan koruyan, her iki cihanda da mesut ve bahtiyar edebilecek olan ve Rahman’ın rızasına mazhar kılan da, yine fıkıh ilminden (Fıkhı bilip onunla amel etmekten) başka bir şey değildir. Zira dini ‘bilmek’ veya dini sohbetleri dinlemekle değil, bu bilgileri yaşamakla dindar ve salih kul olunur. İmam Şafii (r.a) derki; “Fakih; söylem ve makaleleri ile değil, eylemleri ile fakih olandır.” Hasanı Basrî (K. s) de bu gerçeği şu şekilde tablolaştırmıştır: “İstediğiniz kadar ilim öğrenin, Allah’a yemin olsun ki ilminizle amel edinceye kadar, Allah size ecir nasip etmeyecektir. Sefihlerin gayreti rivayet, fakihlerin gayreti ise riayet etmektir.”
Günümüzde İslam hukuku olarak da isimlendirilen fıkhı teşkil eden dört ana unsur vardır. Bunlar, Kur’an, Hadis, İcma ve Kıyas’tır. Bundan da anlaşılıyor ki; İslam hukukundaki şer’i hükümler; Allah’ın kitabından, Peygamberimizin (s.a.s.) sünnetinden, müçtehitlerin icma’ı ve kıyası fukahadan oluşmuştur. Yani; İslam hukuku, kendine has esaslardan oluşan, müstakil ve orijinal bir hukuk sistemidir. Başka bir ifade ile İslam hukuku, İslam menşeli olup saydığımız bu esaslar dışına çıkmayan müslüman bilginlerin yorumlarından oluşan bir hukuk sistemidir. Başka milletlerin hukukundan iktibas edilerek oluşturulan bir hukuk sistemi değildir.Burada şunu söylemekte de yarar görüyorum: Şayet islam veya islam hukuku eleştirilecekse de; ‘Müslüman’ bireylerin davranışları, eylemleri veya uygulama tarzlarıyla değil, zikredilen bu esaslar üzerinden eleştirilmelidir.…
Fıkhın bu “Edille-i erba’a” denilen dört ana unsurun dışında; istihsan, istishab ve örf gibi bir takım kaynakları da vardır ki, bunlara da fer’i dayanak/unsur denilir.
Fıkhı cihad kadar önemli kılan ve bu ikisinden birinin ötekisiz yarım veya anlamsız olacağını anlatan; “Mü’minlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar. 9/122” âyet, fıkhın önemini başka söze gerek bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır.
Tefekküh edenlerden olmamız dileğiyle…