Fethullah Gülen'e 19 Soru
Fethullah kardeşim, sizi gençlik yıllarımdan tanırım. Babamla içli dışlı bir dostluğunuz olmasa da birbirinizle tanışıyordunuz. Babam Mustafa Kemal'in Samsun'a çıktığı 1919 yılında, siz de 19 yıl sonra Mustafa Kemal'in öldüğü 1938'de dünya'ya gelmiştiniz. Ben de sizden 19 yıl sonra uzay çağının başladığı 1957'de bu gezegene ışınlandım. Babamla karşılıklı saygıya dayanan ama üslup, tavır ve vurgu farklılıklarıyla parçalanmış bir dostluğunuz vardı.
Babam sizi uzlaşmacı, siz de onu aşırı bulurdunuz. İkiniz de köylüydünüz ama siz şehirli adabını benimseyip özümsediniz. Babam duygularını toplum içinde ifade etmezdi, siz ise binlerce kişinin huzurunda ağlayabiliyordunuz. Sizi izleyen bir cemaati, özellikle öğretmenleri, uzun sürecek bir mücadele için eğitiyor ve büyük bir hareketin taktik ve stratejisini engelli ve labirentli yollarda kompleks hesaplar yaparak, gözyaşı dökerek, arada bir takiyye ruhsatını kullanarak sabırla belirliyordunuz. Babamın ise böylesi yetenekleri ve hesapları yoktu. Babam bildiği ve inandığını pek hesap yapmadan ilan ediyordu. Sonuç malum: Sizin dünya çapında gelişen, politik ve ekonomik alanda güçlenen bir cemaatiniz var. İçine çekilen bireyi eğitip öğüten, yeni bir dil öğreten ve hatta aynı biçimde bıyık traşlatan bir cemaat… Hala kuluçka döneminde olan ve Fethullah'ın fethini bekleyen bir hareket… Yumurtadan ne doğacağını belki sizin ve yakın arkadaşlarınızın dışında herkes merak ediyor.
Babam Sadreddin veya Sadrettin, Nurcusundan Süleymancısına, Selametçisinden İhvanına, Çarşambalısından Menzillisine kadar her camianın lider kadrosunun saygı gösterdiği veya ciddiye aldığı bir kişiydi. Kapısı herkese açıktı. İnsanlar arasında rütbe ve mevki ayırımı yapmazdı. Diğer "alimler" babamın laik T.C devletine karşı gösterdiği cesur duruşu taklid edemiyorlarsa da gizlice takdir ederlerdi. 1 Temmuz 1986'da babamla yollarımız ayrılmasına rağmen, babamın dürüstlüğünü, samimiyetini ve ender görülen cesaretini takdir ederim. Babam, Said-i Nursi hayranı Sünni bir hocaydı. Ancak tipik bir Nurcu değildi. Yani, sabah akşam Risale-i Nurlara talim etmiyor, Risaleleri Kuran yerine ikame etmiyordu (Maalesef, her sünni gibi babam hadis ve fıkıh kitaplarını Kuran'a tercih ediyordu). Mezhepler üstü olamasa da mezhepçileri ürkütecek derecede mezheplerarası bir mollaydı. Babam zamanla Saidi Nursi, Seyyit Kutup, ve Ayetullah Humeyni'den oluşan antika bir üçgenin açı ortayında karar kıldı. Hemşehrisi, Bitlis'li Kürt Said gibi fen bilimleri ve felsefi tartışmaları az çok takdir eden babam, Mısır'ın milliyetçi diktatörü Abdun Nasır tarafından katledilen Sünni Seyyid gibi İslami bir devlet özlemiyle yaşarken nihayet 1979 yılında Şii Ayetullah Humeyni'nin şahsında hayalindeki ideal devleti acem makamında da olsa İran'da buldu. Siz İran'a hiç sempati duymadınız. Uslubunuz ve metodunuzla çelişiyordu her şeyden önce.
Dahası, siz Osmanlı hayranıydınız. Nitekim, Yetmişli yılların kardeşi kardeşe düşman eden siyasi ortamında sağcı militanlar tarafından Fatih Camisi avlusunda şehit edilen kardeşim Metin Yüksel için, Necmettin Erbakan ve Alpaslan Türkeş dahil birçok parti ve cemaat liderinin gönderdiği taziye mektupları arasında sizinkisi alfabesi ve diliyle dikkati çekiyordu. Daha sonra dergi ve kitaplarda yayımlanan taziyeniz, Osmanlıca yazılan tek mektuptu. O mektup içeriği kadar lisani haliyle çok şeyler söylüyordu:
Es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve beraketuhu
Muhterem Hocam
Mahdûm-i âlîlerinin mazlûmen şehîd edilmesi peder-i muhteremleri sizler için ciğer-sûz bir hâdise olmakla beraber "Allah yolunda katledilenleri ölüler olarak saymayın" medlûl-i âlîsince Hazret-i pervardigâra takdîm edilmiş bir tuhfe-i mübeccele olduğu zât-ı devletlerince derkârdır.
Mazlûm-ı muhtereme Hazret-i Rabbu'l-İzzet'den derecât-ı âliyât dileği ile siz çok muhterem hocaamın ve mazlumun vâlide-i muhteremelerinin gamnâk olan fuâd-ı münkesirelerinin sabrıyla medâr-ı teselli-yi vâridat-ı celile-i seniyyenin devam ve temâdisini niyâz ederim muhterem hocam
Ed-Dâ'i Ve'l-Müsted'î
M. Fethullah
(Mektubun Arap alfabesiyle olan elyazı orijinalinin kopyası için bak: Şehid Metin Yüksel: Kardelenlerin Kan Kırmızı Açtığı Gün, Mehmet Ali Tekin, Beka Yayınları, 3. Baskı, 2008, sa: 215,)
Kuran 30:22 ayetinde dillerimizin farklılığının Allah'ın ayetlerinden (işaretlerinden) olduğunu bildiriyor ve diller arasında bir üstünlük ayırımı yapmıyor. Böyle olunca, Araplar Arapça'yı, Kürtler Kürtçeyi, Türkler de Türkçe'yi düzgün konuşmalıydı. Diller birbirlerinden sözcük alışverişinde bulunur. Ama yukarıdaki ifadeler, bu normal alışverişin boyutlarını aşıyor. Farsça ve Arapça'ya kutsallık atfeden bir yaklaşımın ürünü gibi. (Bu konuda size ve hayranlarınıza Cengiz Özakıncı'nın Dil ve Din adlı kitabını tavsiye ederim.)
Sizinle yollarımız birkaç kez kesişti… Popüler bir sünni yazar olduğum gençlik yıllarımda, Demirin Kuran'daki Kimyasal Esrarı adlı bir makalem sizin Dahhak takma ismiyle başyazılarını ağdalı bir dille yazdığınız Sızıntı dergisinde yayınlandı. Daha sonra sizinle İstanbul'da bir caminin imam odasında görüşüp tanışmıştım. Size mürit olacak bir yapıya sahip değildim; ama dostça bir yaklaşımla sizi, daha doğrusu seni tanımak istiyordum. Beni hatırlamanı beklemiyorum, ama yıllar sonra bir mezhep mukallidi olmaktan vazgeçip aklını kullanan bir müslüman olmaya karar verdiğimde kopan yaygarayı işitmişsinizdir, izlemişsinizdir.
Liderliğini yaptığınız grup beni "mürted" diye ölüme mahkum etmedi. Gazete ve dergilerinin ilk sayfalarında aleyhimde iri puntularla naralar atan Selametçi (Milli Gazete), Nurcu (Sur Dergisi), Tarikatçı (Türkiye Gazetesi), Milliyetçi (Tercüman Gazetesi), Süleymancı (Yeni Sabah), İrancı (Vahdet), Entellektüel İslamcı (Girişim Dergisi, Kitap Dergisi) gibi birçok mezhep ve meşrebin linç koalisyonuna katılmadı. Ancak cemaatiniz, "Yahu, kitapları şeriatçı çeteler tarafından toplanan, kendisine yöneltilen eleştirilere ve iftiralara cevap hakkı verilmeyen, kendi imkanlarıyla yayımladığı cevabi makalelerini içeren kitabı daha dağıtılmadan matbaadan çalınan , sesi kesilen, geleceği karartılan ve babası tarafından bile reddedilen bu öksüz delikanlıya hep birden saldırmaktan utanmıyor musunuz?" diye adil bir tavır da koymadı… Sızıntı Dergisi ismine layık bir tepki gösterdi: dini medyada koparılan fırtınayı sessizce izledi. Sızıntı'ya daha sonra Yağmur ve Aksiyon dergileri eklendi. Bunları Fırtına mı Tufan mı yoksa Gökkuşağı mı izleyecek bilmiyorum.
Size hayran olup sizi göklere çıkaranlar olduğu gibi sizden nefret edip yerin dibine batıranlar var… Ben her iki gruba da dahil değilim. Bu tür duygusal tavırları göstermiyorum. Sizi ve cemaatinizi arada bir uzaktan izliyorum. Ben bir cemaatin kelle sayısından veya sahip oldukları maddi imkanlardan etkilenen biri değilim. Ancak cemaatteki disiplin, odaklaşma ve gayret bana Amerika'daki Mormonları veya Evangelistleri anımsatıyor. Olağanüstü liderlik yeteneğinizi ve gayretinizi takdir etmemek mümkün değil.
Maşallah, Orta Asya'dan Amerika'ya kadar cemaatın okulları papatyalar gibi açıyor.
Geçen yıl Kazakistan'da katıldığım bir konferansta cemaatın açtığı okulların tedrisatından geçmiş birkaç gençle tanıştım. Hatta yaşadığım çölün ortasında bile okul açtılar şakirtler. Okulun ismini daha önce Daisy (Papatya) koydular, ama bu isim erkek öğrencilerin ilgisini çekmeyince değiştirdiler. Arı gibi çalışıyorlar ve başarılılar.
Burada da yollarımız kesişti… Ülkesinde ana dili yasaklandığı için Kürtçe'yi pek konuşamıyan bir Kürt olduğum halde, kaderin bir cilvesi olarak, Amerika'da devlet okullarında ilk kez Türkçe dersi öğretme şansına sahip oldum. Üniversitede felsefe, mantık ve hukuk derslerine ek olarak, 2001 yılından bu yana, oğlumun öğrencisi olduğu bir ortaokulda ve lisede yüzlerce Amerikalıya Türkçe öğrettim ve hala öğretiyorum. Yıllar sonra sizi izleyenlerin Türkiye dışındaki okullarda medyada abartıldığı gibi olmasa da Türkçe eğitimi başlattıklarını görmek beni bir bakıma sevindiriyor bir bakıma da düşündürüyor.
Sizi anlayamıyorum, çözemiyorum… Sizi anladıklarını sananları da anlayamıyorum.
Siz benim için kara bir kutusunuz. Havada kanatsız uçan bir kutu… Yere düşüp bin parça mı olacak yoksa kanat açıp Anka kuşuna mı dönüşecek bilmiyorum. Benim gibi sizi ve amacınızı anlamakta zorlananların aydınlanması için bazı sorular yönelteceğim size. Soruları bir mürit veya size yaltaklık yapmaya çalışan bir gazeteci edasıyla sormayacağım. Babamdan miras aldığım üslupla ve sevip saydığınız Said-i Nursi'nin pervasızlığıyla soracağım.
Sorulara geçmeden önce önemli bir konuya değinmek istiyorum. Sizin Kelime-i Tevhidi, yani birleme ifadesini, Kuran'a göre düzelttiğinizi ve birlemeyi ikilemeye çıkaran Muhammed eklemesini çıkardığınızı duydum. La ilahe illa Allah. Eğer bu doğruysa, ve bunu politik hesaplarla değil de, Allah'ın son peygamberinin getirdiği mesaja uyma amacıyla gerçekleştirdiyseniz sizi canı gönülden tebrik ederim (3:18; 3:64; 39:45; 72:18; 6:22-23; 2:285; 63:1-3) Nitekim, Quran: a Reformist Translation'in notlar bölümünde sunduğum arkeolojik deliller, Muhammed peygamberi putlaştıranların uydurduğu bu büyük bidati ifşa ediyor ve Kuran'da otuz kez Muhammedsiz geçen tevhid ifadesini destekliyor.
Bazı soruları suçlayıcı bir uslupla yazdım ama cevabınızı aldıktan sonra vicdanımdaki yargıda değişiklik yapmaya hazırım. Bir kısmının cevaplarını bilsem de sizin en son görüşünüzü ve duruşunuzu merak ediyorum. Büyük olasalıkla bana cevap vermeyeceksiniz. Aforoz edildikten sonra Arizona çölündeki onuncu köyde karar kılmış, kendisi gibi ipten saptan kopan birkaç arkadaşı haricinde cemaati olmayan, dosttan çok düşman edinmiş, organize dinlerden hoşlanmayan, karizmasını habire sabote eden, ailesinin geçimi için didinen, Türkiye'deyken Türk devletine, Amerika'dayken de Amerikan devletine meydan okuyan, dünyada kritik düşünen müslüman aydınların ilgisini çeken islami reform hareketinin militanlığını yapan, yüzde yetmiş anarşist ve yüzde yüz 'rasyonel monoteist' bir felsefecinin yönelttiği sansürsüz soruları cevaplamaya tenezzül etmeyebilirsiniz. Papayla elele tutuşup dünyanın kaderini tartışan bir lidersiniz ne de olsa. Ama, sürpriz de yapabilirsiniz.
Bu uzunca girişten sonra, oto-sansür yapmadan klavyeye aldığım aşağıdaki 19 soruyu dikkatinize sunuyorum:
- Iran Şahına karşı başlatılan devrim, "istiklal, azadi, hükümet-i islami" ideali doğrultusunda mollalarla işbirliği yapan bir aydınlar grubunun desteğiyle gerçekleşti. Beni Sadr ve Bazergan gibi aydınlar kısa sürede mollarşi tarafından tasfiye edildiler. Sizin ekibinizin idealindeki devleti merak ediyorum. Acaba, İran devriminde olduğu gibi sonunda kaybetmeye mahkum bir aydınlar grubuna mı oynuyorsunuz yoksa kazanacak olan mollalar grubuna mı? Yoksa, bilmediğimiz üçüncü bir şıkka mı?
- Siz bir işadamı ve eğitimciden çok dini bir lider olarak tanınıyorsunuz ve sizi destekleyip izleyenlerin üzerinde öyle bir etkiye sahipsiniz. Dünyanın yaşayan en güçlü dini liderleri arasında yer alıyorsunuz ama dini konularda Sünni mezheplerin doğmalarından farklı bir teoloji sunmuyorsunuz. Bu nasıl olur? Yeni Ümit Dergisinin Temmuz-Eylül 2010 sayısında derginin Genel Yayın Koordinatörü Dr. Ergün Çapan çocukluk yıllarından beri okuduğunuz ve okuttuğunuz kitapları listeleyen uzunca bir makale yazmış: Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Bilinmeyen Bir Yönü: Ders ve Tedris Metodu. Makaleyi okurken başım döndü. Sizi diğer mollalardan ayıran teolojik bir farklılık yok gibi. Doğrusu ve yanlışı, gerçeği ve hurafesi ile birlikte eskiyi kabul ediyorsunuz. Sadece sunuş tarzınızda ve kullandığınız ambalajda bir farklılık var gibi. Tarikat ile medrese arasında melez bir ekol oluşturmak bir yenilikse bunu becermişsiniz. Ne var ki, size nisbet edilen hareket daha çok kişi kültüne benziyor. Kafanızda ulaşmayı istediğiniz istasyon hakkında bir netlik olabilir; ama bu istasyonun biçimini ve boyutunu bilmiyoruz. Hakkınızda doktora tezleri yazan hayranlarınız veya şakirtleriniz (biliyorum Nurculuk kültüründen gelmiş biri olarak mürit kelimesini sevmiyorsunuz) son istasyonu ne kadar biliyorlar o da malum değil. Asr-ı Saadet diye bilinen sahabe dönemini tekrar yaşamak özlemiyle hüngür hüngür ağladığınızı biliyorum.
- Ama o dönemi Kuran yerine "sahih" diye tanıtılan uydurma hadis kitaplarında arıyorsanız sizin Türkiye başta olmak üzere tüm dünyayı ulaştırmak istediğiniz cennetin Afganistandaki Taliban, İran'daki Mollalar, Suudi Arabistan'daki Selefiler tarafından oluşturulan cehennemlerden farklı olmayacağından eminim. Niyetinizin iyiliğini veya kötülüğünü tartışmıyorum. Sizin iyi niyetli biri olduğunuza inanıyorum veya inanmak istiyorum ama "cehennem yolu iyi niyetlerle döşelidir" sözündeki gerçek payını da görüyorum. Bir milyarı aşan müslüman nüfusun her konuda geri kalmışlığının temelinde yatan mezhep öğretilerine, hadis ve sünnet adı verilen cahili doğmalara epistemolojik ve teolojik bir eleştiri yöneltmemiş bir dini lider olarak sizin oluşturmaya çalıştığınız dünyaya nasıl güvenebiliriz? İdeallerinizin egemen olduğunuz bir dünyada Sünni mezheplerin doğmaları ve uygulamaları egemen olmayacak mı? Sızıntı dergisiyle 1979 yılında medya yoluyla kamuyla iletişime başladığınzdan beri teolojik alanda bazı değişimlere tanık olduk. Örneğin, Sızıntı'nın ilk sayılarında hadis, sünnet ve mezhep öğretilerine sadık bir tavır gösteriyor ve insan ve hayvan resimleri yayınlamamaya gayret ediyordunuz. Arada bir koyduğunuz canlı resimlerin özellikle boyun bölgesine kalınca çizgiler koyarak güya kesip öldürüyordunuz ve böylece kitabına uyduruyordunuz. Ama daha sonra büyük bir haramı hadis ve sünnete göre vaftizleyip helalleştiren o çizgiler zamanla inceldi ve bir kaç yıl sonra birden bire kayboldular. Be teolojik değişim için hiçbir açıklama yaptınız mı? Yani daha önce izlediğiniz hadislerin ve mezhep fetvalarının yanlış olduğu sonucuna mı vardınız, yoksa onları hala sahih olarak kabul etmenize rağmen, maslahat bahanesiyle günah işlemeye mi karar verdiniz?
- İslami Reform İçin Manifesto adlı kitabımda detaylarıyla tartıştığım gibi, Muhammed peygamberin vefatından yüzyıllar sonra derlenen hadisler yoluyla peygamberin ilettiği biricik kitap olan Kuran'a en büyük ihanet yapılmış ve bu ihanet nihayet Gazzali ile galibiyetini ilan etmiştir. Siz, çelişkiler dolu hadis kitaplarında Ömer'e isnat edilen "Hasbuna Kitabullah" (Allah'ın kitabı bize yeter) prensibini mi savunuyorsunuz, yoksa Kuran'a ihanet eden uydurma hadis kolleksiyonlarını "Sahih" diye kabul edip Kuran'a ortak mı koşuyorsunuz? Siz, sayıları yüzbine varan sahabeler tarafından dinlendiği iddia edilen veda hutbesinin son bölümünde yer alan en önemli ifadelerin üç versiyonundan hangisini kabul ediyorsunuz? İzlememiz gereken kaynak, sadece Kuran mı? Kuran artı Muhammed'in sünneti mi? Yoksa Kuran artı Ehli beyt mi? Yoksa, hadislerde olmayan dördüncü bir şıkkın eklenmesiyle "hepsi" mi?
- Geçen yıl Oxford Üniversitesinde verdiğim ilk konferansta dinleyecilere Theometer or Sectometer diye adlandırdığım çoktan seçmeli 45 soru yöneltmiştim. O sorulara vereceğiniz cevapları çok merak ediyorum doğrusu. Oradaki sorulardan birkaç tanesini iki seçeneğe indirerek sorayım: Evli olup zina edenler için recm diye bilinen taşla öldürme cezasına inanıyor musunuz? Aç bir keçinin, Muhammed peygamberin vefatından yıllar sonra, deri üzerinde yazılı olan recm ayetini Ayşe validemizin yatağının altında bulup yiyerek onu Kuran'dan neshettiğine inanıyor musunuz? Böylesine "kutsal bir keçi" tarafından neshedilmiş, yani iptal edilmiş bir ayetin hükmen baki olduğuna katılıyor musunuz?
- Hadislere ve mezheplere göre, İslam dininden, daha doğrusu mezhep öğretilerinden, dönenler "mürted" olarak yaftalanır ve hayat haklarını kaybederler. Siz o hadislere ve mezhep hükümlerine inanıyor musunuz?
- Bize örnek olduğu bildirilen Muhammed peygamberin 54 yaşındayken 9 yaşındaki bir kızla evlendiğini iddia eden ve pedofili denilen cinsel sapıklığı kutsayan hadis rivayetlerine ne diyorsunuz? Peygambere ve arkadaşlarına yönelik binlerce hakaret ve iftira içeren hadisleri rivayet eden Buhari, Muslim, Tirmizi, İbni Maceh, Ebu Davud, Ibni Hanbel gibi kitaplara saygı duyuyor musunuz?
- Kadınları horlayan, cehennemin çoğunluğunu kadınlarla dolduran, kadınları eşek ve domuzla bir tutan, kadınları siyah torbalara sokan ve hatta bazı mezheplerde yüzlerini bile kara peçelerle kapatıp özgürlüklerinden ve kimliklerinden mahrum eden, ve böylece onları erkeğin kölesi haline dönüştüren hadisler ve sünnetler konusunda ne düşünüyorsunuz?
- Kuran, başkalarına maddi zarar vermeyen kişisel günahları cezalandırmamızı emretmez. Aksine, dünyadaki sınavın gerçekleşmesi için günah işlenmesini serbest bırakır. Günah işlenmesini yasaklamak Allah'ın dünya hayatı için belirlediği sınave sünnetine (yasasına) karşı şeytani bir müdaheledir. Örneğin, aklı kullanmamak, dini konularda mukallit olmak, Allah'ın ismini anmayı yeterli görmemek, mescitlerde Allah'tan başka isimler çağırmak, peygamberi putlaştırmak, peygamberlere hakaret etmek, peygamberler adına uydurulmuş hadisleri din diye insanlara satmak, şefaat etme iddiasında bulunmak, ölülerden medet ummak, Allah'ın sözünün yetersiz olduğuna inanmak, Allah adına haramlar uydurmak, dinadamlarının fetvalarını din diye izlemek, dinle alay etmek, Allah'tan başkalarını rab (efendi) kabul etmek, salatı gözetmemek, başkalarına zarar vermeden sıgara veya alkollü içki kullanmak gibi günahlar devlet tarafından Allah adına cezalandırılamaz. Sizin idealinizdeki dünyada, bu ve benzeri kişisel günahları işleyen insanlar Allah adına sokaklarda ahlak polisliği yapan firavuncuklar yoluyla cezalandırılacak mı?
- Sizin nostaljik bir duyguyla idealleştirdiğiniz Osmanlı devleti 300 yıl boyunca matbaayı yasakladı. Eğitime önem veren biri olarak Osmanlı'nın 500 yıldan fazla süren iktidarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Başkalarına ait ülkeleri ve şehirleri işgal edip halkını vergiye bağlayan, o ülkelerin gençlerini başka işgaller için asker olarak istihdam eden, iktidar hırsıyla kundaktaki bebekleri öldüren, hilafeti kılıç zoruyla alan bir saltanatı onaylıyor musunuz? İstanbul'un Bizans'tan kılıç zoruyla alınması sizce Türkiye'deki tarih kitaplarının ileri sürdüğü gibi yeni bir çağ mı açtı? Bir kentin bir başka ulus tarafından işgali nasıl olur da yeni bir çağ açar? İstanbul'un fethinden sonra Osmanlı'nın bilim ve medeniyete ne katkıları oldu? Bir Caminin zorla Klise'ye çevrilmesine haklı olarak karşı çıkan birisi Ayafsofya kilisesinin zorla camiye çevrilmesini desteklerse onu "ahlaki tutarlılık," "adalet" ve "dinde zorlama olmayacağı" prensipleriyle nasıl açıklar?
- Geçmişte Kürtlerin varlığının bile inkâr edildiğini, başka hiçbir dil yasaklanmazken Türkiye’nin yüzde 15’inden fazlasını oluşturan Kürt yerlilerinin dillerinin yasaklandığını, birçok Kürdün ana diliyle konuştuğu veya yazdığı için hapislere atıldığını, Kürtlerin çoğunlukta olduğu birçok köyün adlarının değiştirildiği, Kürtlerin çocuklarına Kürtçe isim takmalarının veya Nevruz’u kutlamalarının yasaklandığını, binlerce Kürt köyünün boşaltılıp sakinlerinin büyük şehirlerin banliyölerindeki gecekondulara sürüldüğünü, binlerce Kürd'ün faiil meçhul cinayetlerle öldürüldüğünü, benzeri ve hatta daha acımasız haksızlık ve saldırıların Irak veya İran’daki Kürt kardeşlerimize karşı sistematik bir politika olarak gerçekleştirildiğini ve daha nice faşist politikanın "ulusun bütünlüğünü korumak" paranoyası ve propagandasıyla gerçekleştirildiğini yaşadık ve biliyoruz. Kürtlere yönelik bu inkarcı, ayırımcı ve dışlayıcı politikaya ek olarak, okullarda ve orduda Kürt çocuklarına, Ne mutlu Türküm Diyene, Bir Türk Cihana Bedel, ve Varlığım Türk Varlığına Armağan Olsun sloganları söylettirildi. Yüzyıllarca barış ve dostluk içinde birlikte yaşamış bu iki halkı birbirine düşman edici nasyonalist ve ırkçı ideolojiler ve uygulamalar maaselef her iki halkı iç savaşa doğru sürükledi. Bölünme paranoyasıyla tektipleştirilmek istendikçe bölünme tehlikesi arttı ve tehlike arttıkça bu paranoyayla tektipleştirme desteklendi. Tüm bunlar olurken, Türkiyeli halkların kanı ve bütçesi bu faşist politikanın doğurduğu terörle mücadele adı altında onlarca yıldır harcanırken bir dini lider olarak siz o politikaya karşı nasıl bir tavır takındınız, nasıl bir çözüm önerdiniz? Türk-İslam sentezi adını verdiğiniz nesne, eğer islam denilen din bireyin, toplumun ve dünyanın birbirleriyle ve yaratıcısıyla barış içinde yaşaması için gerekli olan evrensel prensiplerse nasıl bir sentez olabilir? Türk-İslam sentezi Arapların Muhammed peygamberden yüzyıllar sonra hadis yoluyla kutsallaştırıp mezhepler yoluyla dinimize soktukları Arap kültürü ve adetlerini Türk kültürü ve adetleriyle değiştirmek mi? Örneğin sakal yerine bıyık, çarşaf yerine manto, fistan yerine pantolon, Arapça dua yerine Türkçe dua, Arapça ezan yerine Türkçe ezan, Arapça isimler yerine Türkçe isimler gibi makul görülebilecek reformları mı kastediyorsunuz? Sizin mezhebe göre İslam'ın bir amentüsü var, peki Türk'lüğün amentüsü nerede? Türk kelimesinden ne kastettiğinizi açıklar mısınız? Türk bir ırk değilse nedir? Türkiye'deki Türkler, Bulgaristan'daki Türkler, Kıbrısta'ki Türkler ile Irak'taki Kürtler aynı mı, yoksa farklı mı? Eğer Türklük bir kültürse sizin Türk kültürü ile Ahmed-i Khani'nin, Said-i Kurdi'nin, Nazım Hikmet'in, Turan Dursun'un, Ahmet Altan'ın, Edip Yüksel'in kültürü bir mi? Türk-İslam sentezi, Kürt-İslam, Arap-İslam veya İngiliz-İslam sentezleriyle aynı mı? Aynı değilse farklılıklar ne? Bu sentez Çelik-Ruh veya Asil-Kan sentezi gibi bir şey mi, yoksa Yüzük-Aşk, Elma-Portakal, Bıyık-Nur, Hoşgörü-Diktatör, Helyum-Balon gibi bir sentez mi?
- Filistin halkını bir yüzyıldır esaret altında katliamlar ve işkenceler ile inleten, topraklarını işgal eden, evlerini yıkan, gençlerini ve bebeklerini katleden, hapishanelerde işkencelere mahkum eden, mahallelerini ve köylerini yüksek duvarlarla birbirinde ayıran, her noktaya koyduğu gestapolarla özgürlüklerini sınırlayıp onurlarını çiğneyen, korkunç bir propaganda makinasıyla kendisini dünyaya mağdur ve kurbanlarını terörist olarak lanse eden Siyonist İsrail rejimine karşı neler öneriyorsunuz? Firavun'un binlerce yıl önce, İspanyolların beşyüz yıl önce, Nazilerin yetmiş yıl önce kendilerine karşı uyguladığı ırkçı politikanın bir benzerini Filistinlilere reva gören ve başta ABD-Co olmak üzere batı ülkeleri, silah ve petrol şirketleri tarafından desteklenen bu zülme karşı sizin cemaat ne tepki gösterdi? Gazze'de barbarca bir abluka altında inleyen bir milyonu aşkın Filistinli'ye yardım için yola çıkan Mavi Marmara gemisindeki barış ve adalet gönüllülerine karşı uluslararası sularda İsrail askerleri tarafından işlenen terör ve cinayeti eleştirmek yerine insan hakları gönüllerini "otoriteden izin almalıydınız" diye eleştirmeyi İslam dininin hangi prensibiyle açıklıyorsunuz, hangi vicdanla izah edebiliyorsunuz? Firavun döneminde yaşasaydınız, Firavun'a meydan okuyup İsrail oğullarını kölelikten özgürlüğe kavuşturmaya çalışan Musa'ya, "Firavun otoritesinden izin almadan nereye götürüyorsun onları?" diye mi çıkışacaktınız? "La ilahe illa Allah" diyerek Mekke'nin teokratik oligarşisini ürküten ve onların köleci, kadınları aşağılayan, ırkçı, kapitalist düzenlerini çekinmeden eleştiren Muhammed peygambere, "La demek için Mekke otoritesinden izin aldın mı?" diye çıkışarak Mekkeli azgınları otorite mi kabul edecektiniz? İbrahim döneminde yaşasaydınız, atalarının heykellerine tapan putperestlere felsefi bir ders vermek için küçük heykelleri yıktıktan sonra baltayı en büyük heykelin boynuna asıp suçu en büyük heykele yükleyen o delikanlı ölümle tehdit edilince "küçük heykelleri kırarak insanları rasyonel düşünmeye çağırmak sana mı düştü? O küçük heykelleri kırmak için sen otoriteden niye izin almadın" diye mi eleştirecektiniz? USA-Inc ve Siyonist ittifakın Irak’ta ve Afganistan’da milyonlarca müslümanı öldürmesine ve masumları katletmesine karşı bir tepki koydunuz mu? Rusya'nın zulüm ve katliamlarına maruz kalan Çeçenistan ve Dağıstan'daki Türklerin özgürlük için verdikleri mücadeleye ne gibi bir destek verdiniz? Müslümanlık güçlüden yana mı yoksa adaletten yana mı olmaktır?
- Ben Sünnileri ve Şiileri teolojik ve politik açıdan alabildiğine eleştirmeme rağmen Haçlı ve Siyonist ittifakının onlara karşı işlediği zülüm ve cinayetlere de aynı şekilde karşı duruyorum. Ancak, siz Sünnilerle aynı mezhebi ve teolojiyi benimsemenize rağmen, onların arasından çıkan terör örgütlerinden 666 kez daha vahşi olan Hristiyan ve Siyonist kanlı ittifakına laf etmezken, açlık ve sefalate mahkum edilmiş insanlara yiyecek ve ilaç götüren barış gönüllüleri alçakça saldırılarla katledildiğinde mağdurları eleştirme cüretinde bulunuyorsunuz! "İnsanları kazanmak için herkesle herşey olurum" diyen St. Paul'un takiyyeci politikasını izlediğiniz izlemini birakıyorsunuz. Köprüden geçinceye kadar "ayıya dayı demek" siyaseti köprünün başında oturan bir ayıya karşı uygulanırsa, sonunda o dayının küçük bir ayısı olma ihtimalini doğurur. USA-Inc ve Siyonist ittifakı dokuz yıl önce yalanlar üreterek Irak'ı işgal edip yerle bir etti. Bir milyondan fazla Iraklı'nın ölümüne sebep oldu. Milyonlarca çocuğu yetim ve öksüz, milyonlarca kadını dul bıraktılar. Milyonlarca insanın evlerini başlarına yıktılar. Falluja'da korkunç katliamlar işlediler. Kadınların ırzına geçtiler… Afganistan'da da benzeri katliamları ve zülümleri işlediler, ve hala işlemeye devam ediyorlar. Bu işgallere tepki olarak doğan ve birkaç kişiyi öldüren örgüt terörizmini lanetliyorsunuz. Peki, milyonları katleden devlet terörizmini de lanetliyor musunuz? İslam'a göre, cinayetleri Amerika, Israil, İngiltere, İran, Türkiye, Çin gibi devletler işleyince cinayet olmaktan çıkıyor mu? Müslümanlık güçlüden yana mı yoksa adaletten yana mı olmaktır?
- Amerikadaki (1) Neonconlar, (2) Silah ve Petrol Sanayisi (3) Mesih'in hortlamasını bekleyen Evangelist Hristiyanlar, ve (4) Siyonistler diye listeleyebileceğimiz dört grup, ortadoğu ülkelerinin daha iyi kontrol edilmesi ve emperyalist diktaya boyun eğmeyen iktidarların yerle bir edilmesi amacıyla bir koalisyon kurdular. Şu anda Papalık makamını işgal eden adam, makamına oturduktan kısa süre sonra bu koalisyonun kanlı icraatlarını eleştirmek ve lanetlemek yerine bir Bizans imparatorunu alıntılayarak Muhammed peygamberi şiddet kullanmakla eleştirdi. Böylece 10'uncu Haçlı seferini onayladığını duyurdu dünyaya. Emperyalist güçlerin propagandasına katılan veya alet olan tütsülü ve püsküllü bir palyaço ile elele verip barış şarkıları tüttürmenin kime yararı olacağını düşünüyorsunuz? O Papa yerine, yüzyıllardır barış ve adaletten yana tavır alan Unitarian Univarsalists, Quaker veya Yehova Şahitleri gibi gruplarla, yüzlerce barış ve insan hakları örgütleriyle elele vermeniz daha makul değil miydi? Tarih boyunca en korkunç zülumleri teşvik etmiş "yanılmaz" Papalar mı yoksa Barış ve adaleti savunan ateistler mi dünyada islam'ın, yanı barışın egemen olmasına daha yakın? Papa'ya karşı yazdığım The Naked Pope in Glass House (Cam Evde Yaşayan Çıplak Papa) başlıklı makalemi okumanızı öneririm. Bu makalem, Peacemaker's Guide to Warmongers (Barışçılar Savaş Tüccarlarını İfşa Ediyor) başlıklı kitabımın 316-344'üncü sayfalarında yer alıyor.
- Dünyanın sonuna yakın zamanda çıkacağı ileri sürülen Mehdi konusunda ne düşünüyorsunuz? Tarih boyunca kendisini mehdi sanan birçok meczup çıktı. Hatta, zengin çocuklarını kandırmakta büyük beceri gösteren ve birçok müslüman bilim adamının Darvin'den yüzyıllar önce savunduğu evrim teorisine savaş açan bir tarikatın lideri bile mehdi olduğunu sanıyor. Said Nursi'nin mehdi konusunda beklentileri vardı. Siz kendinizi mehdi mi sanıyorsunuz, yoksa Said gibi mehdinin habercisi mi? Said Nursi'nin 5. Şua'da iddia ettiği gibi Atatürk'ün Deccal olduğu fikrine katılıyor musunuz?
- Tüketiciliği teşvik eden kapitalist sistemin karada, denizde ve havada oluşturduğu kirlenme ve global ısınmaya karşı tepkiniz ve önerileriniz nedir? Bu bağlamda önem kazanan enerji politikası ve nüfus planlaması hakkında ne düşünüyorsunuz? Papa ile son görüşmenizde bu önemli konuyu tartıştınız mı?
- Cemaat dışında, diğer dinlere ve kültürlere karşı alabildiğine hoşgörülü davranmanıza rağmen cemaat içinde tam aksine otoriter bir ilişki ve tektipçi bir tavrı onayladığınız iddia ediliyor. Zamanında cemaatınıza katılmış birçok kişi cemaatınızın işlettiği ev ve yurtlarda yetişen öğrencilerin bireyselliklerinin, sorgulayıcı kişiliklerinin köreltilip dikta rejimlerinde olduğu gibi tektipleştirici bir torna tezgahından geçirildiklerini ileri sürüyorlar. Tek gazete, tek kitap, tek televizyon kanalı, tek siyasi tercih, tek tip elbise, tek tip bıyık… Kendilerinin düzenlemedikleri her faaliyet ve eylemi yasaklayan bu anlayıştan nasıl bir altın nesil çıkmasını bekliyorsunuz? Robotlar gibi yetişitirilmiş cemaat üyeleri bilim ve medeniyette dünyaya örnek oluşturabilecek bir yaratıcılık gösterebilir mi? Bugün iyi davranan robotlar, yarın düğmelerine basacak parmak değişince kolayca canavarlara dönüştürülemez mi?
- Soyadınız Gülen. Hatta onun Arapça abartılı karşılığı olan Dahhak (çokça gülen) kelimesini yıllarca künye olarak kullandınız. Son vaazlarınızı bilmiyorum, ama ben Türkiye'deyken siz hemen her vazınızda ağlıyordunuz. Soyadınıza inat, künyenize kat be kat inat… Neye ağladığınızı kestiriyordum. Genelde müslümanların hali, idealinize ulaşmak için aşılması gereken engellerin büyüklüğü sizi duygulandırıyordu… Tabi bu arada ağlamanızla düz orantılı olarak okullarınıza ve vakıflarınıza yapılan yardım miktarının arttığını ileri sürenler de var… Gülmek ve ağlamak insani eylemlerdir. Ben de duygulu bir insanım. Ender de olsa ben de bazan halk arasında gözyaşlarımı tutamıyorum. Örneğin, geçenlerde Oxford Üniversitesinde düzenlediğimiz uluslararası bir konferansta müslüman kadınların sorunlarını tartışan bir panelin moderatörlüğünü yaparken gözyaşlarımı tutamadım. Paneldeki dört kadından hiçbiri ağlamazken benim ağlamam biraz mahcup etmişti beni. Tüm gençlik ve evlilik hayatı boyunca yüzü peçeli kara bir çuvala diri diri gömülmüş olarak yaşamaya mahkum edilmiş annemi anımsayıp ağlamıştım. Ama ben bir robot olmadığım veya korumak istediğim bir karizma kaygım olmadığı için arada bir gülerim de. "Seni güldüren de ağlatan da O'dur" (53:43). Merak ediyorum; acaba siz hiç gülmüyor musunuz? Kahkahalarla örneğin? Sizi en çok güldüren bir şaka, fıkra, veya olay varsa paylaşabilir misiniz? Yoksa ilk isminizin tecellicisine muttali olunca soyisminizin tecelli edeceğine mi inanıyorsunuz? O zamanı mı bekliyorsunuz? Hani "son gülen" misali?
- Her söylediklerine ve yaptıklarına kafalarını diklemesine sallayan evetçilerle sarılmış liderler çok büyük hatalar işlerler. Kafa sallayıcıları liderlerini hem dünyada hem de ahirete hüsrana yöneltirler. Ekşi Sözlük'te "fethullah gülen hoca efendi hazretleri" maddesini görünce, 20 Ağustos 2010 tarihinde Google hazretlerine sordum ve 0.16 saniye icinde bana 16,300 (analtı bin üçyüz) internet sayfası sundu. Hoca ile efendi'yi birleştirip arayınca, "fethullah gülen hocaefendi hazretleri" ifadesi içinde 0.08 saniyede 11,800 sayfa buldu. Toplam yirmi bini aşıyor. Yani, sizin için hoca + efendi + hazret sıfatlarını birlikte kullanan binlerce makale var Internette. Bunların büyük bir kısmı alıntı veya eleştiri olarak kullanılmış olsa da bir kısmı sizi destekleyenlere ve izleyenlere ait. Böylesi dalkavukluklara prim vermeyen bir insan hayranları tarafından hiç böyle çağrılabilir mi? (Yüzbini aşkın sayfada geçen "edip yuksel" arasından "edip yüksel hocaefendi hazretleri" ifadesini tırnak içinde sordum Hazret-i Google'ye ve Allah'a hamdolsun SIFIR sayfa çıktı. Dalkavukluk dozunda iki derece tenzilat yapıp "edip yüksel hoca" diye sorunca da sadece bir kez çıktı.). Hayatında abartılıp göklere çıkarılan, öldükten sonra da uydurma hikayelerle efsaneleştirilip putlaştırılan yüzlerce örnek var tarihte. Eğer siz bu meddahlardan hoşlanmıyorsanız sizin desteklediğiniz dergilerde sizi insanüstü göstermek için kullanılan abartılı ifadeleri niye tekzip etmiyor veya o kişileri engellemiyorsunuz? Size Feto diyen veya liderliğini yaptığınız hareketi F-Tipi olarak yaftalayanları etkilemeniz zor. Ama size destek verenleri de mi meddahlık konusunda etkileyemiyorsunuz? Sizin liderlik yeteneğinizi inkar eden yok. Ama sizin ne tefsir ne fıkıh dalında orijinal bir katkınızı bilmiyorum. Fizik, kimya, tıp, elektronik, genetik gibi bilim ve teknoloji alanlarında da keşiflerinizden haberim yok. Öyleyse sizin için koparılan bu vaveyla niçindir? Meddahlarınızın sizin için kullandığı üçlü dalkavukluğa tepki gösterenlerden biri Eşki Sözlük'te bakın neler yazmış: "islamiyete hristiyanlık gibi azizlik mantığı getirme çabasının son ürünü. öldükten sonra da suratına osurdu çocuğum kanseri yendi gibi saçmalıkları duymamıza neden olacak akımın başlangıç noktası" (coverthetaiba, 19.05.2005 01:05 ). Çevrenizde sizin hatalarınızı çekinmeden eleştiren arkadaşlarınız var mı? Yoksa, sizi dinleyen herkesin başı önlerine eğik şakirtler taifesi mi? Sizi yakından izleyen Yasin Çolak adlı bir gencin aşağıdaki suçlamalarına ne dersiniz?: "Peygamberimizle rüyada yapıldığı söylenen istişareler, şefkat tokatları, kendinden makbul kerametler, deccal ve mehdi hikayeleri, ara sıra küpün dışına sızması engellenemeyen ve daha sonra binbir teville geçiştirilmeye çalışılan söylemler ve gözyaşlarıyla toplanan milyar dolarların bilinmeyen akibeti… Hoşgörü ve diyalog örtüsünün altında yapılmasına müsaade edilen Hıristiyanlık propagandası ve bir sürü dini kitabın arasında çoğu zaman bahsetmeye bile gerek duyulmayan Kur-an… Bu cemaat(ler)in sohbetlerine katılanlar gayet iyi bilirler ki, anlatılan dini bilgiler ya 'üstat'ların ya 'hocaefendiler'in kitaplarından seçilirler. Allah’ın kelamı Kur-an’a pek bahsedilmez. Bu ülkenin temel değerlerini din sömürüsü adına dinamitleyenler, 'nur'lu evlerde başka sokakta başka konuşanlar… Ve sonuçta zarar gören Türkiye ve kaybolan nesiller…" Bu suçlamalara karşı savunmanız var mı? Biliyorum, kelle sayılarını Kuran'da büyüklerden birisi olarak tanımlanan 19 sayısına tercih edenler kafalarını bu makalenin başlığındaki 19 sayısına takacaklar ve belki allerjilerinden dolayı bu makaleyi buraya kadar okuyamayacaklar. Bu makalemin muhatabı onlar olmadığı için sorun yok. Bu konunun sizin ilgi alanınız içinde olduğunu biliyorum. Kuran'ın insan ürünü olduğunu iddia eden birisine cevap olarak verilen 19 sayısı sadece 74'uncu surede anılır ve o sayının Kuran'ın Allah sözü olması bağlamındaki gizemi nihayet bu iki sayıda oluşan 1974 yılında ortaya çıktı. Dahası, 1974 yılı Kuran'ın Muhammed Peygamber'e vahyedilmesinden tam 1406 (19×74) kameri yıl sonra idi. Bu surenin ilk iki ayetini oluşturan ilk cümle tam 19 harfe sahip olup, Kuran zamanında sayı sistemi olarak da Kullanılan Ebced alfabe dizimine göre tam 1974 sayısal değerine sahiptir. İsminin türevleri Kuran'da 19 kez geçen Mısır asıllı Amerikalı bir biyokimyacı tarafından keşfedilen bu olağanüstü sır ortaya çıktıktan sonra, Kuran'ın elementlerinin, yani harf, kelime, ayet ve surelerinin, 19. sayısının tam katları olarak iç içe geçmeli bir matematiksel sisteme göre düzenlendiğini ortaya koydu. Örneğin, Besmele'nin 19 harfe sahip olması, Kuran'daki sure sayılarının tam 19'un katı olması gibi… Ondört yüz yıl boyunca Kuran'da bir sır olarak gizlenen bu matematiksel sistem sizce bir rastlantıdan mı ibaret? Atatürk'ün hayatındaki 19 rakamının sıkça görünmesini neyle açıklıyorsunuz? Kuran'da Gizlenen adlı surede haber verilen bu sayının fonksiyonları 74:31 ayetinde madde madde veriliyor. O ayeti nasıl anlıyorsunuz? Kuran için verilen korunma garantisi mushafların kağıt ve mürrekkebi için midir yoksa Allah tarafından mucizevi bir biçimde yerleştirilmiş matematiksel bir kodlama sistemiyle midir?
Kafalarına taktıkları USLUP USLUP ile gerçekleri göremiyenlere:
14 Ekim 2010. Bugün bu Facebook sayfasında başlattığım bu devrime “isim devrimi” veya uzun ismiyle “insanları abartmak ve putlaştırmak için isimlerin başına ve sonuna eklenen kulakları ve kuyrukları kesme devrimi” adını veriyorum.
Bu devrimi lütfen Tayyib’e, Fethullah’a, ve köleleleştirilmiş insanlar tarafından “efendi” olarak çağrılan nice kardeşimize bildiriniz lütfen.
***
Bu kültür devrimi için slogan da üretelim
İlk sloganlar benden:
Edip’in ismi Edip, Fethullah’ın Fethullah, Tayyip’in Tayyip!
İkincinin yüzotuzaltısında bak ne emredildi? Allah’tan başka ne mevla var ne efendi!
***
O halde hepinizden isimlere takılan kulak ve kuyruklara boykot etmeye, efendimiz, hazretleri gibi ifadeleri kullanmamaya davet ediyorum.
Kuran’ın 2:136 ayetine uygun bir uslup kullanark dinadamlarının ve politik liderlerin abartılıp putlaştırılmasına vesile olan ve insanları sınıfları bölen kültürel norma karşı başkaldıralım.
Kuşkusuz kişinin ismini ve soyadını kullanmanın yanlış olduğunu iddia etmiyorum. Ama sözüne ettiğiniz kişinin kimliği soyadıyla veya makamıyla belirttikten sonra aynı ismi taşıyanlar arasında karıştırılma yapma olasılığı yoksa ilk isim kullanınız.
Örnekler:
Edip İbrahim ve Muhammed peygamberi kendisine örnek edinen bir adamdır.
Başbakan Tayyip Kürt sorununa kalıcı ve barışçıl çözümler bulmakta daha cesur ve yaratıcı davranmalıdır.
Fethullah’ın cemaatı bana tektip tornadan çıkan iyi ve çalışkan robotları andırıyorlar.
Bizim gibi beşer olanları beşer gibi anmaya alışalım, alıştıralım.
***
Ağabey, kardeş, hocam gibi ifadeler yerine göre dostluk ve karşılıklı saygı ifadesi olarak gayet makul olabilir. Ancak yerine ve bağlamına göre hiyerarşi ve tek yönlü saygının ifadesi de olabilir.
Efendi (rab) kelimesini ise insanlar için uygun bulmuyorum. Efendi x Köle… Atatürk’ün bu konudaki tavrını Kurani bir tavır olarak buluyorum.
***
Eğer Muhammed veya İbrahim isimlerinin arkasına SÜREKLİ bu ifadeyi ekliyorsan Kuran ile çelişiyorsun. Bunu adet haline getirmemeni öneririm. Zira böyle bir kural Kuran’ın onaylamadığı bir puperestlik kültürü oluşturur. Muhammed’e ve tüm elçilere selam olsun.
***
Kurani olmayan bu örf maalesef köleler, müritler, mukallitler yetiştirip durmuş. Bugün bu devrimi ilan ettim. Bundan sonra muvahhitler özellikle putlaştırılmış kişilerin isimleri önüne ve ardına eklenen Hazret, Efendi, Hocaefendi sıfatlarına boykut edecektir ve saygısızlık amacıyla değil, cahillerin abarttığı insanların bizim gibi insanlar olduğunu hatırlatmak amacıyla onları sadece ilk isimleriyle anacaklardır. Eğer aralarında samimi bir ilişki varsa abi ve kardeş ifadelerini de kullanabilirler. Veya Ademoğulları olarak kardeşliği hatırlatabilirler.
Merhaba,
Nota bilen birinin yaptığı beste kadar güzel bulduğum yazınızı keyifle okudum(Nota bilmiyenler de, nüzik bilgisi ile beste yapabiliyor). Tabii her düzeyden eleştirileri de. Anlayabildiğim tek şey, kendini bi şey zanneden cahillerin çok cesur olabileceği. Bu durumda yorum yapmak emin olun büyük cesaret işi.
Hücre gibi seçici bir geçirgen olan bir organizmanın emilimine sunulmuş harika bir mutant-yazı.
**
Ben makaleyi bir bütün olarak gördüğümde ” Siz” ile başlayan nezaket dolu bir hitap ve “Sen” ile biten bir samimiyet yumağı görüyorum. Aksini görmek için bir sebep bulamıyorum….
Ne diyim Edip,
Yazmışsınız yine.
Edip Yüksel’in 19 sorusunu ve giriş kısmını baştan sona okudum, gözlerim yorulduğu için yorumları okuyamadım. Kısaca şunu söylemek icap derse şayet; Edip YÜKSEL, Tam bir ŞEYTAN! Yani Şeytan, insan kılığına girmiş olsa idi Edip YÜKSEL olurdu… sayın GÜLEN, “kazanma kuşağında kaybetme” tabirini çok kullanır. İşte edip YÜKSEL, kazanma kuşağında kaybedenlerdendir. Allah kurtarsın diyorum…
Sayın Kerem Hiçyılmaz,
Edip Yüksel ile alakalı yazdığımız makaleleri okumanızı salık veririm..
Ayrıca Edip Yüksel’in çok hatalı olduğunu kabul ve beyan etmekle beraber, ifadelerinizi hakaretamiz buluyorum. Çok ağır ifadeler kullanmışsınız. Keşke biraz daha dikkatli ve rikkatli bir dil kullansaydınız!
Fâni hürmetler
Sayın Edip Yüksel! Yazınızı baştan, sona kadar okudum. Allah, size muazzam bir zeka vermiş. Allah’ın vermiş olduğu bu zekayı, inana insanlara karşı “akıl oyunları” yaparak inananlar ile uğraşmak yerine; “kör-topal, hiç değilse bu insanlar inanmış deyip” de mesainizi, inanmayan insanların imanların kurtarma adına harcasaydınız daha yararlı iş yapmaz mıydınız. Ayrıca; “marjinal” fikirleriniz ile inanan insanların, zihnine attığınız şüpheler de cabası… Bugün dünyada, inanan insanlardan çok “ateist” insan var…
Sayın İbrahimi Feyzullah kardeşim!
Beni uyardığınız için size çok teşekkür ederim. “Hakaret acizlerin işidir.” düsturunca, hatamın farkına vardım. Öfke ile yazdım; hakaretamiz ifade kullandım. Edip Yüksel Beyden özür diliyorum. Tekrar, beni uyardığınız için çok teşekkür ederim. Saygılarımla…
Kerem Kardeşim,
Benim kadar ateistlerle tartışan bir yazar az bulursunuz. Örneğin, dilerseniz ateistlerin forumuna bakınız. Orada kim tartışıyor. Birçok ateistin, Hristiyan’ın, Yahudi’nin Kuran’a inanmasına vesile oldum.
Ancak, “kör-topal” inanmış insanlar Kuran’a ve son peygambere en büyük ihaneti yapan insanlardır. Bugün İslam’ın en büyük düşmanı, Afganistan’daki Talibanlar, İran’daki Mollalar, Suudi Arabistan’daki Selefiler ve ellerine güç ve imkan geçtiğinde bu üç versiyondan birisine dönüşecek olan “kör-topal” inananlardır.
Kuran, zanna dayanarak inanmayı inkar ile eş tutar. Peygambere yakıştırılan bir sürü hikaye ve yalanları, peygambere yapılan bir sürü iftirayı din ve mezhep edinenler hem bu dünyayı kendileri ve başkaları için cehenneme çevirirler hem de ebedi hayatlarını.
“Kör-topal” inananları çoban gibi korumaya çalışmak yerine sorduğum sorulara üzerinde aklı başında bir adam gibi düşünmeyi tercih etseydiniz birşeyler öğrenme ve belki de tevhidin aydınlatıcı mesajını keşfetme şansınız olurdu.
Ama düşünmek ve araştırmak yerine, koyunları kurtarmaya çalışan bir çoban edasıyla bir şeyler yazmışsınız.
Rabbimiz size aklınızı kullanma ve atalardan miras aldığınız dini sorgulama cesaret ve ferasetini versin. Tabi ki sizin böyle bir yardım için şans tanımanız lazım.
Selam,
Edip
Selam,
Edip
Edip Bey Merhaba,
Makalenizi ilk yayınladığınız zaman okumuştum. Öncelikle şunu belirteyim. Sizin tabirinizle sunni bir Müslümanım. Yazılarınızı zaman zaman okuduğum kadarıyla İslam’ın tek geçerli kaynağının Kur’an olduğunu söylüyorsunuz ve Hadis-i Şerifleri redd ettiğinizi anlıyorum. Bunları niçin ve neden reddettiğinizi sormayacağım. Benim merak ettiğim Edip Yüksel’in İslam tasavvufu hakkındaki düşünceleri nelerdir? Bu konuda yayınlanmış bir makaleniz varsa, onu okumak isterim.
Saygılarımla
Selam Kerem;
Tasavuf denilen şey, eğer Yaratıcıyı anmaksa; yaratılana karşı sevgi ve hoşgörü ile muamele etmekse; barışı yaymak ve başkalarına yardımcı olmak ise; haksızlığın karşısında cesaretle durmak ise; akla paralel olarak günlü zenginleştirmek ise… kuşkusuz bunlar islam’ın bir gereğidir.
Eğer tasavvuf, uydurulmuş kıldan tüyden kurallar, mekruhlar, müstehaplar, menduplar, sünnetler, nafileler ile kafayı yemekse; aklı kullanmaktan vazgeçmekse; her anlatılan menkibeye sorgulamadan avanakça inanmak ise; putlaştırılmış şehylerin isimlerini sevap diye anmak ise; şehyin hayaliyle rabıtı kurmak ise; Allah’ın isimlerini papağan gibi belli bir miktarda tekrarlamak ise; sakal bırakıp cübbe giymek ise; Allah’ın helal kıldıklarını haram kılmak ise; rüyalarla amel etmek ise; haksızlığın karşısında susmak ise; nefsini putlaştırmış bir şeyhin kölesi olmak ise; Din Gününde falanca hazretin şefaatını umma cehaleti ise, kısacası aklı ve kitabı devreden çıkarmak ise o zaman islami ile alakası olmayan bir şirk ve cehalet yoludur.
Selam,
Edip
sayın Edip Yüksel ve bilhassa matematikten anlayan yorumcuların da cevaplaması ümidi ile aşağıdaki soruların cevaplarını öğrenmek istiyorum.
Bir dönem Diyanet İşleri Başkanlığı, Fetullah Gülen cemaati ve diğer birçok cemaat tarafından hararetle sahiplenilen “19 mucizesi” gibi ciddi ve ikna edici görünen bir düşünce akımı BİR TAKIM SPEKÜLATİF TARTIŞMALARLA UNUTULMUŞ, TERKEDİLMİŞ, küllendirilmiştir. Ancak işin aslı nedir hala
anlaşılamamıştır inancındayım.
1- “19 mucizesi” gerçekten bir mucize midir?
2- Yok sa herhangi bir kutsal sayılan veya kutsal olmayan bir kitap üzerinde de dijital teknoloji kullanılarak gerçekleştirilebilecek bir matematik oyunu mudur?
3-19 mucizesi bir gerçeklik ise inananlar tarafından neden küllendirilmiştir, değil se neden aynı matematiksel terminoloji ile ciddi ve bilimsel reddiyeler yazılamamıştır
4- 19 mucizesi karşısında yazılmış ciddi ve bilimsel bir araştrma, kitap veya makaleler var mıdır? Türkçe yazılmış internet ortamında ben bulamadım.
Atatürk ve 19 mucizesi üzerine ilginç ve eğlenceli bir yaklaşım 18 mucizesi için linke bakınız lütfen http://www.ateistforum.org/index.php?showtopic=829
İlgileriniz için şimdiden teşekkürler.
Kenan kardeşim,
Eğer bu konuyu gerçekten merak ediyorsanız, http://www.mucizeler.com sitesine bakınız. Veya Ozan Yayıncılık tarafından yayımlanan Üzerined 19 Var kitabını alıp okuyunuz. Yoksa buraya yazılacak birkaç satırla hiçbir şey öğrenmiyeceksiniz. Selam.
Edip
sayın edip bey öncelikle size şeytan diyenlere dahi ‘kardeşim’ le yaklaşan müslümana yakışır tavrınızın ve genel olarak cevapları verirken göstermiş olduğunuz alçakgönüllü tavrın hoşuma gittiğini belirtmek istiyorum. daha önce beğeniyle iki kitabınızı okumuştum ve sizinle ilgili yazılıp çizilen şeyleri merak ettiğimden takip etmekteydim. ancak mustafa islamoğlunun(başlattığınız akıma saygı duyduğumdan hocam demiyorum:) ‘yahudileşme temayülü’ eserinde sizinle ilgili yada sizin gibi düşünen kimselerle ilgili hurufî yaklaşımlara karşı zihnimde net tavır oluştu.(bu kitap hakkında söyleyeceklerinizi merak ediyorum)
daha önce beklenen mehdiyle ilgili yazmış olduğunuz makalede yaptığınız sosyolojik , psikolojik vs. tahlillerde gördüğüm kuranî bakış açınızı şimdi bu makaleyle daha bir beğeniyle okudum soruların cevaplarını ve diğer yeni yazılarınızı bekleyeceğim.
son olarak 19 mucizesiyle ilgili yaptığınız çalışmalar beni hiç çekmese de tevbe suresinin son iki ayetini kabul etmediğinizden dolayı çabalarıma rağmen sizi kafir olarak göremediğimi bilmenizi isterim .. selam ve dua ile..
Ömer kardeşim,
Bu mesajınızı bir ay gecikmeyle farkettim; özür beyan ederim.
İslamoğlu’nun bir kitabında bana yönelik bir eleştirisini bana iletmişlerdi arkadaşlar. Ciddi ve güzel bir eleştiriydi, ancak birçok yanlış bilgi içeriyordu. Onu cevaplayacaktım ama maalesef ihmal ettim. Eğer o eleştiriye cevabımı merak ediyorsanız lütfen bana bir email ile anımsatın. Emaillerimi kategorilere ayırabiliyor ve sonradan kullanabiliyorum.
Selam ile,
Edip
Edip Bey
‘Benim gorusum daha iyidir’ pozisyonunda olmayan bir filozof bilmiyorum. Peygamberler ve onun yolunda gidenler ise tevhid ehli olduklari icin birbirlerini hep tasdik etmislerdir.
Burada maksadim felsefe yapmak degil, dogrulari soylemek ve dogrulari ogrenmektir. Dogrudan kastim: “Emrolundugun gibi dosdogru ol” (Hud 112) ayetindeki dogru neyse odur.
Oncelikle sunu soylemek istiyorum:
a) Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) hakkinda ismi ile hitab etmek putpereset ve bedevi adetidir. Sahabe efendilerimiz hep “Ya ResulAllah” diye soylerlerdi.
Kur’an’da Allah, Ya Ibrahim, Ya Musa diye hitab etmistir ama Ya Muhammed yoktur. Sizin yaptiginizi Allah bile yapmazken, siz edeb sinirlarini asiyorsunuz.
b) Maide Suresi 3’te gecen: “Ben dinimi tamamladim ve sizlere din olarak Islami sectim.” ayeti kerimesi dinde reform olamayacagina cunku dinin bizzat sahibi olan Hz. Allah tarafindan tam noktaya getirildigine delil vardir. Siz ise dinde reformu savunuyorsunuz.
c) Hadislere karsi tutumunuz…Bu modern bir durusdur. Islam tarihinin son yuzyilinda olan birseydir. Koskoca Abdulkadir Geylaniler, Imam-i Azamlar ve turbesi olup da halkin hala ziyaret ettigi bir cok zevat-i kiram sizinle ayni fikirde degildi.
Gelenege karsi olan reddedici bir durusunuz var. Bu nedenle felsefe yaptiginizi dusunuyorum.
Fethullah Gulen’e gelince, sorularinizi mantikli buluyorum ve verilecek cevaplari olmadigini dusunuyorum.
Vesselam,
Mustafa
Mustafa kardeşim, ben bir zamanlar Sünni idim; senin savunduğun anlayışı çok iyi biliyorum. Ancak, görünen o ki sen benim anlayışımı hiç bilmiyorsun, zira eleştirin teğet geçiyor.
Aşağıdaki cevabımı tüm diğer mukallitler gibi okumayacağını, okusan bile anlamamak için gayret göstereceğini veya anlamıyacağını tahmin ediyorum. Ama, eğer sende eleştirdiğin muhatabını dinleme ve anlama dürüstlüğü varsa, ve taklitçilik doğmalarının aklına verdiği zarar çok büyük değilse birşeyler öğrenme ve kendini islah etme şansın var.
Eleştirine gelince:
A) Aksine bizim gibi beşer olan, Allah’ın kulu ve elçisi Muhammed’in isminden önce ve sonra uydurma övgü cümleleri eklemek, Kelime-i Tevhid ifadesini ondan birkaç yüzyıl sonra Kelime-i Tesniye’ye çeviren putperestlerin bidatidir. Uyduruk hadis kitaplarında bile peygamber için Hazret kelimesi veya Efendimiz (Rabbuna, Mevlana) ifadesi kullanılmazken ondan sonraki uydurukçular bu iki kelimeyi de mukallitlerin dini literatürüne sokmayı başardılar.
Dahası 33.56 ayetindeki FİİLİ bir emir olan SALLI ALA (destekleyiniz) ifadesini SÖZLÜ bir methiyeye dönüştürüp tahrif ettiler. Halbuki aynı ifade 33:43 ve 9:999,103 ayetlerinde de geçmektedir. Bu üç ayeti birlikte incelediğinizde, sözkonusu Salli Ala ifadesiyle nasıl oynandığını, bağlamından nasıl tahrif edildiğini göreceksiniz. O ayetlerde Allah ve meleklerinin bizi de Salli Ala ettiği (yani desteklediği) ve Muhammed peygamberin de aynı şekilde etrafındaki arkadaşlarını Salli Ala etmekle (desteklemekle) emredildiğini göreceksin. Anlamı kaydırılan ve diğer ayetlerdeki aynı ifadeyi içermesine rağmen onlardan ayrılan 33:56 ayetinde KULU (deyiniz) emri bulunmazken, Muhammed’in isminden sonra yapılması gereken bir fiili övgüye dönüştürüp tekrarlamak cehalettir, ihanettir.
Allah Peygamberin zamanında yaşayan arkadaşlarına “peygamberi destekleyin” diyor. Sen bu kafayla o zamanda yaşasaydın o ayetteki emri yerine getirmek için kafanda “Kulu” (deyiniz) ekleyecek ve “peygamberi destekleyin. peygamberi destekleyin” sayıklayacaktın!!! Bu ayetin anlamını kaydıran hadisçi-sünnetçi-mezhepçi dinadamları, Müslümanları sürekli olarak Muhammed’in efendisi olan Allah’ı anıp yüceltmek yerine Muhammed peygamberi anıp yüceltmeye sevketti.
Örneğin yukarıdaki cevabında sen birkaç kez Kainatın Efendisi Allah’ın ismini kullandın ama birkaç yerde sadece Allah diye yazdın ve bunu Allah’a hakaret olarak değerlendirmedin. Muhammed’in efendisi olan Allah’ı “Allah” diye anabiliyorsun ama Allah’ın kulu ve kölesi olan senin gibi bir insanın ismini uyduruk övgü sözleri olmadan anmayı hakaret olarak telakki edebiliyorsun! Ne zaman “Muhammed” (Övülmüş/Övmüş) ismi hakaret ismine dönüştü?!
Ayrıca, Kuran’a çok cahilsin. Muhammed’in ismi Kuran’da dört kez geçer ve hepsinde Muhammed olarak anılır. DAHASI, Kuran bize Allah’ın elçilerini sadece isimleriyle anmamızı EMREDER ve elçilerin arasında ayırım yapmamamızı özellikle vurgular:
2:136
Evet 2:136 ayetini okursan o ayetin KULU (deyiniz) ifadesiyle başladığını göreceksin. Yani Muhammed’in ve hepimizin Yaratıcı, Kainatın Efendisi Allah sana ve bana elçilerin isimlerini nasıl anacağımızı bildiriyor. Ama hadislerle ve fetvalarla kafası karışmış mukallitler bu ayetlere kör ve sağır kalmışlardır.
B) Ben Dinde Reform veya İslam’da Reform demediğim halde sen benim sözlerimi de çarpıtıyorsun. İslami Reform ile İslam’da Reform arasındaki farkı bilmemek için ya ilkokul düzeyinin ötesinde Türkçe’yi bilmemek gerekir veya mukallit olmak gerekir. Başka izahı var mı?
C) Hadisler konusundaki iddiaların da tamamen yanlış. Ne hadisleri biliyorsun, ne tarihini. Çocukluğundan beri sana ezberletilen belletilen hikayeleri bana aktarmaya çalışıyorsun. Üstelik benim niye hadisleri reddettiğimi hiç ama hiç bilmiyorsun. İslami Reform için Manifesto adlı kitabıma baksaydın (online olarak da bedava bulabilirsin) adam gibi eleştirme şansın olurdu.
Fethullah Gülen’e yönelik sorularımı mantıklı bulmanız bir sürpriz oldu. Demek ki sen ne dinini ne mezhebini, ne hadisi ne de madisi biliyorsun.
Umarım bir gün dinini ve ahiretini ciddiye alırsın. Kalabaılklara uymayı marifet saymazsın.
Selam ile,
Edip
Edip Bey,
Size, sozlerimi carpitiyorsunuz dedirttigim icin ozur dilerim ama isaret ettigim ayete gore a) din’de b) dini c) islam’da veya d) islami reform olmaz.
Mumin muminin aynasidir hadisi serif-i geregi hepimiz aynaya bakiyoruz. Tabi ki siz bu hadisi reddediyorsunuz ama sozun gene de bir hikmeti var.
Beni Kuran’a cahil, ilkokul seviyesinde Turkce sahibi olan, dinini, mezhebini, hadisi madisi bilmeyen, adam gibi elestirmeyen olarak nitelendirip aynaya bakiyorsunuz.
Ates olsaniz curmunuz kadar yer yakarsiniz. Size iyi reddedisler ve iyi aynaya bakislar.
Mustafa
edip bey ,
ne emeğinize ne de düşünce yapınıza saygı duymayan kişilere cevap yazmasanız…
katılmadığım pek çok görüşünüz var.. ama orjinal gördüğüm , müslümanların mutlaka üzerinde düşünmesi gereken pek çok orijinal tesbitiniz de var.. bu yüzden size hakaret edilince üzülüyorum. müminler tüm sözleri dinlerler. en güzeline uyarlar(zümer,18)
görüşlerinizi beğenmeyenler niçin hakaret etme gereği duyuyorlar anlamaya çalışıyorum. acaba bunun nedeni sizin , geçmişte yaşamız ve görüş beyan etmiş bazı alimlerimize hakaretler etmeniz (örneğin buhariye büyük yalancı demeniz) olabilir mi?
ama size hakaret edenler eminim ki kitaplarınızı okuyup bu ithamlarınızı dahi görmemişlerdir..
Sayın Edip Yüksel, yazınızı tanınmamış isimsiz bir düşünür olarak çok dikkatli bir şekilde adeta bir çocuk saflığı ile okudum. Şunu peşinen söyleyebilirim. Çok akıllı ve zekisiniz.
Ancak, söylemlerinizin çoğu bu gün için doğru olmuş olsalar da yine de sana, ülkemize ve seni anlamayanlara zamansız olup zarar verebileceğini düşünüyorum. Çünkü doğrunun doğruluğu için akla zaman gerekli. Seni ve yazdıklarını anlayıp insani ölçülerde tartışıp anlaşmak için zamanın akışı içinde gelişip olgunlaşacak olan insan aklının ihtiyacı var. Çünkü Aklımız Allah’a, düşüncemiz bize aittir. Onun için kendi dışımızdaki tüm akıl sahipleriyle ilahi kader hükmünce mücadelemiz her birimizin kişiliğini ve kaderini oluşturur. Cahit KARAÇ
Bu bağlamda her akıl, kendi başına yetip kendi sorumluluğunu taşıyacağından sizin yazı ve sorularınızı anlayıp insan ve insanlık adına tarafsızca cevaplayacak birisinin varlığını düşünemiyorum. Düşünmekte istemiyorum. Çünkü o kişinin orada bulunmasını o bilmemiş olsa bile ben onu orada bulunduran ülkenin niyetini bildiğimi düşünüyorum. Onun için o kişinin sizin sorularınıza cevap verir ya da vermez onu ben bilemem. Ama bazı sorularınızda da ülkem adına tarafsız olamıyorum. Çünkü zaten yeterince sorunla boğuşuluyor. Bir de siz (doğru da olsa yada tartışılınca çözülecek olsa bile olsa) bu soruların ve verilecek cevablarının da şimdi zamansız olduğunu düşünüyorum.
Sizin gibi akıllı bir adamın kişiye has sorular dışındaki sorularınızı fırsatcılık olarak düşünüp sorduğunuzu akledemem ama aceleci bir tavırla sorduğunuzu düşünüyorum.
Bu gün sizin yaşadığınız ülkede bile birçok hatalar, yanlışlar, hatta dış ülke insanlarına zulümler yapılıyor. Ama o yapılan hata ve yanlış ve zulümlere ses çıkarılmıyor. Ya da ses çıkarılsa da genelin yarına dokunulacağı bilindiği için her kesin işine geliyor. Ya cılız kalınıyor. Ya da sesiz. Hiç kimse derinden bir şey söyleyip geliştirmiyor. İnsanlık adına, kendi insanına dur demiyor. Neden? Çünkü elde edilen nimetten hepsi faydalanıyor. Dolayısıyla benim için kötü olan senin için iyi ve doğru oluyor. Senin için iyi olan da benim için kötü ve yanlış oluyor.
Halbuki senin yazında da olduğu gibi iyi ve doğru yalnız Hak’a yakın duruşta belli olur. Çünkü varlığın en iyi ve doğru olanı Allah’sa iyilik ve doğrulukta ona en yakın olan insan, en iyi ve en doğru olandır. Allah’tan iyilik ve doğrulukta uzak olanda uzaklığı oranında kötü ve eğridir. Yani niyetide, düşünceside eylemide yanlış ve kötüdür.
Sizi akıllıı bir adam olarak bunlardan tenzih eder, daha çok düşünmeye davet eder, saygılar sunarım.
İkinci paragrafta yanlış anlamayı önlemek için düzeltmew yapıyorum. “insan aklının gelişip
İnsan aklının gelişip “OLGUNLAŞMASINA ” ihtiiyacı var şeklinde olacak. Saygılar.
4 Ekim 2010 tarihinde başlayan bir tartışma! 14 Ağustos 2011 tarihine kadar süregelmiş! ”Ağzım açık! Vay anasına arkadaş!”dedim birden bire içimden. Bu kadar laf öbeği, cilalı söz sanatına harcanan zamana mı yansam? ya da insanların birbirini anlamaktan/anlamamaktan bu kadar kıt oluşuna mı? (Sözüm herkese!) Bunca harcanan zamanla, nelere çözüm bulunabileceğini hiç düşündünüz mü? İşte bu yüzden sevmiyorum kardeşim! bu edebiyat ortamlarını! Lafı bırakın ve icraata bakın dostlar! Fikriniz neyse ne! Benimde umurumda değil hiçbirisi! Sadece çıkın sokağa, ve Dünya’yı iğrenç hale getirenlerle savaşın! Zira ekran karşısında bu iş sinek ısırığından farksız olmakta!