Her insanın olduğu gibi her şehrin de görünmeyen yanları vardır. Zaten o “Görünmeyen şey değil midir eşyanın hakikati? Biz bir “Kuralsız gezgin” olarak görünen şeyleri yazabiliriz ancak. Her şeyin bir arka tarafı vardır ve o sırlarıyla birlikte yaşar kimsenin bilmediği yanlarıyla.
Necip Fazıl Kısakürek “Canım İstanbul” şiirinde : “Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar/Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.” diyor.
Erfelek şehrini ziyaret etmeye karar verdiğimde önce hayal ettim tıpkı diğer şehirleri hayal etmem gibi. Daha sonra yola çıktım. Ta ki şehre varana kadar hayal dünyamda bazı değişiklikler oldu her kilometreden sonra. Bu bütün şehirler için öyleydi zaten.
Sinop’tan çıkıp Erfelek yoluna doğru hareket ettiğimde mavi tabelalar dilsiz olarak konuştu benimle. İki yanım kâh ağaçlarla, kâh tepelerle, kâh düzlüklerle eşlik etti bana. Ve şehrin sınırlarına yaklaştığımda daha gelmediğimi düşündüm bir an.
Taşıtımı kendimce münasip bir yere park ettim. Artık adımlarım şehrin bağrına doğruydu. Aslına bakarsanız bulunduğum yerde bir şehrin olabileceğini düşünmedim bir an. Ancak yol boyu belirli aralıklarla dizilmiş mavi tabelalar öyle gösteriyordu.
Her şehir gibi merkezin en uzağındaki binalar daha eski yapılar oluyordu. Üç- dört dakika sonra bazı insanlar gördüm. Ve sonunda bir meydan. Meydanın karşısında meydana inat büyüklükte hükumet binası. Bu binaya göre buranın bir ilçe olduğu belli oluyordu.
Şehirde tanıdığım yoktu. Yalnız bu satırları yazarken ki tarihlerde Çaybaşı İlçe Milli Eğitim Şube Müdürlerinden Seyfullah Taş dostum bana iki isim vermişti. Bunlardan biri Erfelek ilçe Milli Eğitim Müdürü Süleyman Bey ile Erfelek İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü Yalçın Kurt Bey idi.
Şehre vardığımda saatlerin 12.00 olduğundan şehri biraz dolaşmak istedim. Şehrin küçüklüğüne nispetle meydan çok büyüktü. Şehir düz bir alana kurulmuştu. Kaşımda Hükumet Konağı olmasa orada bulunan bir mahalle sanırdı insan. Daha yürümeden sağa ve sola ayrılan yolun sonu görünüyordu.
Ne yapacağıma karar vermeye çalışırken orada bulunan bir çay ocağına takıldı gözüm. Sağ arkamda bir eczane vardı. Ben biraz dolaşıp ilk gördüğüm çay ocağında oturmak istedim. Yüzüm Hükumet Binasına karşı bir vaziyette iken yolun sağına doğru yürüdüm.
Her adımı attığımda farklı tarihlerde yapıldığı her halinden belli olan yapılar karşıladı beni. Kimi on yıldan daha az, kimi on yirmi arası, kimi yarım asrı doldurmuş binalar. Her biri devrini temsil ediyordu.
Ve sokağın bitimiyle toprak yol yol başladı. İki tarafı ağaçlı bu yolun köylere gittiği her halinden belliydi. Biraz oradan seyrettim şehri. Soludum. Anlamaya çalıştım coğrafi olarak ferah olan bu şehri. Yüz yıllık hikâyeleri hayal ettim. Sırlarını düşündüm hâlâ ortaya çıkmayan.
Kırk elli metre yürümeden orada bulunan ve kapısında “Şelale kıraathanesi” yazan çay ocağının önündeki bir sandalyeye oturdum. Fotoğraf makinem ile not kâğıtlarımı masaya koydum. Bir çay istedim. Çayı getiren bey son derece sakin görünümlü biriydi. Yüzünde senelerin çizgisi vardı. Yüreğinde neler vardı orası bana meçhul. Bir sanat eseri icra eder gibi koydu çay bardağını önüme… Daha sonra ikin, üçüncü çay…
Yanımdaki masa üç kişi sohbet ediyordu. Derken biri daha yaklaştı çay ocağına. Bana selam verip “Hoş geldiniz” dedi. Oralı olmadığım belliydi zaten. Önce yanımdaki masaya oturdu ve bir süre sonra kalkıp yanıma geldi. Hoş sohbet biriydi. Hüzünlü bir hikâye anlattı. Daha sonra bir delikanlı daha katıldı sohbetimize. Dünyaya dair konuştuk. Teferruatı buraya sığmaz.
Saat 13.15 olmuştu. Yemek tekliflerini kabul edemedim vakit darlığımdan ve Hükumet Binasının yolunu tuttum.
Önce İlçe Milli Eğitim Müdürü Süleyman Şahin Beyle tanıştım. Gönderilen selamı ilettim. Bir kitabımı imzaladım ve hediye ettim. Eğitime dair sohbet ettik biraz. Daha sonra İlçe Milli eğitim Şube Müdürü Yalçın Kurt ile tanışıp ona da gönderilen selamı ilettim. Onunla da sohbet edip bir kitabımı imzalı hediye ettim. Ardından İlçe milli Eğitim Şube Müdürü Birce Ezgi Önceler Hanımefendi ile tanıştım. Onunla da eğitim ve okuma üzerine sohbet ettim. Üç idareciden de istifade ettim. Her üçünün de orada olmasının Erfelek için bir şans olduğunu düşündüm.
Daha sonra orada memur olarak çalışan ve kitap okumayı seven biri olduğunu öğrendiğim Meryem Salman Hanımefendi ile tanışıp ona da bir kitabımı hediye ettim.
Erfelek üzerine yazılan yazı burada bitmedi elbet. Ancak bana ayrılan yer azaldı. Başka bir zaman Erfelek ile ilgili yazıma devam edeceğim.
Özellikle İbrahim Recber’in işlettiği “TADRES” adlı lokantada tanışma faslı ve bazı hususlar kayda değerdi. Maalesef yerimin daralması buna mani. Daha sonra Erfelek konulu bir yazıda bunlar kaleme alınacaktır.
Yazımızı bir beyit ile bitirelim:
Yemyeşil bahçeleri bir yerinden oymuşlar
Onu Erfelek diye orta yere koymuşlar.