Fatsa kırsalı sadece bir coğrafya değildir.
Fındık yeşilinden, yağmur yüklü bulutlardan, ılık yaz gecelerinden ve kuzeyindeki dalgalı mavi-gri denizinden ibaret değil.
Yirminci yüzyılda doğup büyüdüğümüz, çocukluk ve ilk gençlik serüvenlerimizi yaşadığımız öykülerdir, romanlık hayat hikayeleridir, şiirlere-türkülere konu olmuş derinlikli aşklardır, destansı yiğitlik öyküleri, türküleridir aynı zamanda..
Tarihseldir, toplumsaldır, nice direnişler, kahramanlıklar ve insan eylemleri hep yirminci asırda yaşanmıştır.
Güzel, yürekli iyi insanlarımız yine o güzel atlarına binip gitmiş de olsa geride yazılacak, anlatılacak sonsuz anıları, güzellikleri, bitmez öyküleri vardır.. Hekimoğlu, Soytarıoğlu, Topal Osmanlar, Ordu’nun Dereleri, Halil İbrahimler..
Kim yazacak, bizler, o kültürün içinden gelen-yaşayan insanlar olarak bizler yazacağız durmadan..bıkmadan..
Yirmi dört saat sırtlarının teri kurumayan, ekmeklerini taştan çıkaran, insanlar, anneler, kadınlar..
Çalışkan, üretken, umutlu ve sevecen, gülmece dolu, topraktan öğrenen insanlar..
Özel ve güzel topraklarda doğmuşsak, bu onurla, borçla kaleme sarılıp yazmalıyız yöremiz insanlarını-ilişkilerini.
Tarlada, fındık bahçelerinde, mısırda, bağda bostanda, ormanda, fabrikada çalışan insanlar.
Ne düşünmeye zamanları var, ne okuyup-yazmaya, hayat öyle ağır bir işçilik koyar ki önlerine.
Niçin?
Varmak için o güzel yarınlara..
Bu topraklarda çocuklukta, ilk gençlikte attan da düştük, kamyondan ve ağaçtan da..
Dostluktan da öte bir bağ vardır aramızda.
70’li yıllar. İlk siyasal ve toplumsal bilincimizin ışıldadığı zamanlar.
Şiiri de keşfettik, romanı ve ekonomi politiği de..
Dranas’tan Fahriye Abla’yı, Bedri Rahmi’den Karadut’u, Kemalettin Kamu’nun Bingöl Çobanları’nı da okuduk, sevdik, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, Sabahattin Ali öykülerini de okuyup anlattık.
Şimdiki gençler de acaba bu şairleri bilir mi, başlarını cep’ten kaldırıp biraz araştırsalar..
Yeşili katledip, Karadeniz fındık bahçelerinde altın arayanlar acaba Kızılderili Reisi Seattle’in ABD Başkanına yazdığı mektuptan haberdar mıdırlar?
On sekizimde ayrılıp, sonra her yıl mutlaka birkaç hafta geldiğim Fatsa kırsalındaki köyümü hiç unutmadım.
Sabah kuşlarının dayanılmaz senfonilerini dinlediniz mi hiç bir mavi beyaz Mayıs şafağının yarı aydınlığında?
Denizin süt beyaz maviliğine serilmiş sabah güneşinin kınalı ışıltıları nasıl da iyi gelir erkencilere..
Balığa çıkmış bir takanın yorgun ve sakin ilerleyişi gibi geçen yaşlı ömürleri..
Bitmez konudur, Fatsa kırsalında yaşam..
Hep yazılacak ve yeniden yeniden yaşanacak. İnsanların içindeki güzellikleri çoğaltarak ve umutlandırarak..