Memleketimden İnsan Manzaraları 483
Faiziyle Ödenir; Yenen Her Tokat
fındığı kır
cevizi kır
bademi kır
ama
insanı kırma!
H.E.
Geçen haftaki ‘Siz Hiç Tokat Yediniz mi?’ başlıklı söyleşime güzel yorumlar geldi. Kimlerden mi? Onu söylemeyeyim şimdilik. Daha sonra ne dedikleriyle birlikte sunarım size.
Dicle Öğretmen Okulu 1960 mezunu Nurettin Birel’in ‘Şimşekler Çakan Tokat’ başlıklı anısıydı; bir önceki söyleşimizin konusu. Birel o anısında, okula başladığının ilk haftasında hiçbir suçu günahı yokken müdür yardımcısı Şükrü Yüksel’den yediği tokat dışında başka anılar da anlatır. Onlardan biri -benim de yakından tanıdığım- meslek dersleri öğretmeni Hüseyin Beşer’le ilgili. Aynen veriyorum:
“Beşinci sınıfta psikoloji dersimize babacan bir öğretmen olan Hüseyin Beşer geliyordu. Sınav yaptığı derste kopya çektim. Öğretmen kopya çektiğimi görmüş ama çaktırmadı.
Yazılı kâğıdını verip çıkacakken, “Nurettin, sen bekle” dedi. Bekledim, herkes çıktıktan sonra birlikte öğretmenler odasına çıktık. Orada başka öğretmenler olduğu için laboratuvara geçtik. Bir masanın kenarına ilişti. Ben de karşısında saygılı bir şekilde durdum:
“Birel!” dedi.
“Efendim Hocam:” dedim.
“Derste kopya çektin mi?”
“Evet Hocam.”
“Notların iyi, niye kopya çektin?”
“Soruların cevabını biliyordum; ama birbirine benzeyen Alman bilim adamlarının isimlerini karıştırmamak için o isimlere bakma gereğini duydum.” diye cevap verdim. Bana dedi ki:
“Doğru söylediğin için notunu kırmayacağım; ama bana söz vereceksin; bir daha kopya çekmeyeceğine dair.”
Öğretmenime söz verdim ve sözümde de durdum. Bir daha asla kopya çekmedim. Öyle bir ihtiyacım da olmadı.”
Ne güzel, değil mi? Demek ki, sorunlar böyle tatlı tatlı konuşarak da çözülebiliyor. Siz olsanız sevmez misiniz, böylesine anlayışlı ve kibar bir öğretmeni?
Nurettin Birel’in güzel bir anısı da şöyle: Dicle’de okula başladığının ilk günleridir. Kendi ağzından dinleyelim:
“Bir gün yemekhanede yemek yerken, masamızda bir çatal eksikti. En küçüğümüz Askeri Baran arkadaşımız olduğun için ona çatal kalmamıştı. Herkes yemek yerken o bekliyordu.
-2-
O sırada yemekhaneyi denetleyen okul müdürümüz Hüseyin Tikeşligil masamızın yanından
geçerken, Askeri Baran tanımadığı bu abiye, “Abi, benim dirgenim yok, bana bir dirgen ver.” deyince Müdür, “Hemen” dedi ve bir çatal getirip ona uzattı.
Bu konuyu sınıf arkadaşımız yazar Nuri Erkal, “Giysi ve Ayakkabı” adlı bir hikâyesinde şöyle anlatır: “Öğretmen okulları (Köy Enstitüleri) çatala ‘dirgen’ diyen o köy çocuklarından matematik profesörleri yetiştirdi.” Diyebilirim ki, Köy Enstitüleri veya ardılı öğretmen okulları, bizim gibi köy çocukları için dünyaya açılan ilk kapıydı. Çok değerli cevherler vardı aramızda. Bazıları kendini fark ettirebildiyse de çok sayıda yetenekli öğrenci de heba olup gitti. Elimizden tutan olsaydı, yol gösteren olsaydı, bizim devredeki öğrencilerden yüksek makamlara çıkacak çok kişi vardı”
Nitekim okul müdürüne ‘abi’, çatala ‘dirgen’ diyen Askeri Baran, başarılı olduğu için 5. sınıfı bitirince Yüksek Öğretmen Okulu’na seçilir. Yükseköğrenimini de başarıyla bitirip matematik profesörü olarak yurt içinde ve yurt dışında önemli mevkilerde bulunur.
Bir başka gerçeği de şöyle dile getirmiş; Nurettin Birel:
“Öğretmen okulu sayesinde okuduk, çocuklarımızı okuttuk. Bugün Çocuklarımız yurt içinde ve yurt dışında okuyor. Zor bir mücadele olsa da helal bir ekmek kazandık ve çocuklarımızla gönül rahatlığıyla bölüştük. Bugün birçok mevki ve makamda öğrencilerimiz var. Onlarla karşılaşınca dünyanın en mutlu insanı oluyoruz.”
Gelelim şimdi, zurnanın zırt dediği yere. Yani, Birel Öğretmen Dicle’de henüz bir haftalık öğrenciyken annesini, ailesini, köyünü çok özlediğini söylediği için okulun müdür yardımcısı Şükrü Yüksel’den yediği “Şimşekler Çakan Tokat”ın borcunu faiziyle nasıl ödediğine:
“Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde Yatılı Bölge Okulu öğrenci işlerinden sorumlu müdür yardımcısıydım. Görevim gereği okulu, öğrencileri ve çevreyi gözetliyordum. Tatile gitmeye yakın bir gün yatakhaneyi denetlerken kuytu bir köşeden duman çıktığını gördüm.”(*)
Gerisini ben özetleyeyim: O yana yönelip dikkatle bakınca üç çocuğun sigara içtiği için kaçtığını görür. İkisi gözden kaybolursa da birini yakalar. Hiçbir şey sorup dinlemeden sert bir tokat atar. Elli yıl sonra o günü anımsayıp:
“Uzun zaman o tokadı düşündüm. Bu haklı bir tepki miydi? Yoksa öğretmen okulunda öğretmenimin bana attığı tokadın mirası mıydı?” diye sorar.
***
O kendine göre bir yanıt vermiş de siz ne dersiniz?
Bana sorarsanız, işte yanıtım:
Yediği tokadın ücretini faiziyle ödemeyip de ömür boyu borçlu mu kalsaydı yani!
———————————————————————————
(*) HOŞOT (DİCLE) ANILARI, Köy Enstitüsü’nden İlköğretmen Okulu’na: Siyah Beyaz Kuşağın Renkli Dünyası, Derleyen: Refik Türk, Ozan Yayıncılık, İstanbul 2024, 320 Sayfa
Hüseyin Erkan
info@dilemyayinevi.com.tr