Çağlar AKAY
ÇAĞDAŞ BAKIŞ
Hiç zaman kaybetmeden konuya gireceğim. Cemaatlerin, su sızdırmadığı için masalara serilmesini öğütlediği bir gazete, perşembe günkü sayısının manşetini, Türkiye Cumhuriyeti’nde görev yapan bir valiye ayırmış.
“Türkiye, demokratik kazanımları zaafa uğratacak güvenlik önlemlerini tartışırken…” diye devam eden cümlede konuşmayı bir “demokrasi manifestosu” olarak değerlendirmiş.
Hatırlarsanız aynı gazete, “Kürt sorunu 3-5 bin kişilik bürokratik elitle halk arasında” sözünden dolayı, sözlerin sahibi olan valiye “Ezberbozan” lakabını yakıştırmıştı.
Ben de dedim ki haddim olmadan kendi manifestomu yazayım. Fakat kusura bakmayın ki bu manifesto tek güne sığmayacak.
Değerli okuyucularım. Cumhuriyetimizin kuruluşunun 85. yıldönümünü en içten duygularla kutlayarak sözlerime başlıyorum.
Cumhuriyet, en basit ifadeyle halkın kendisini yönetmesini öngören, varolan en iyi yönetim biçimidir. Fakat ne yazık ki ülkemiz çok partili rejime geçtiğinden beri, 1960 devriminin getirdiği demokratik esintiyi saymazsak, hiçbir zaman kendi seçtikleri tarafından yönetilmemiş, güçlülerin kendi arasında en güçlü olarak belirleyip öne sürdükleri önderlerin, halka sunduğu adaylar arasından seçim yapmışlardır. Belirli dönemlerde öne çıkan sosyal demokrat partiler dışında hiçbir parti ve yönetim, adayların belirlenmesini kendi seçmenlerine bırakmamışlardır. Günümüzde de demokrasi adı altında halkımıza, liderlerin dudaklarından çıkan isimler özgürlük olarak sunulmaktadır. Tarikat şeyhleri ve ağalar, marabalarının ve müridlerinin oylarını çuvalla getirdiği sürece bunun adına demokrasi denemez.
Gerçek demokrasi, partilerin aday gösterecekleri milletvekillerinden tutun da belediye başkanları adaylarının belirlenmesine kadar her noktada isim seçerken önce kendi üyelerinin önüne sandık koymalıdır. 25 yaşından 85 yaşına kadar uygun şartları sağlamış ve aday olmak isteyen herkes aday adayı olabilmeli, parti üyeleri de bu isimlerin arasından kimi kendi adayı olarak görüyorsa onu aday olarak gösterebilmelidir. Katılımcı demokrasi diye buna denir.
Cumhuriyet sadece “başta devlet başkanı olmak üzere (ülkemizde devlet başkanlığı diye bir kurum yoktur) devletin temel organlarının belirli aralıklarla yenilenen seçimlerle göreve getirildiği” bir yönetim biçimi değildir. Bu eksik ve sakat bir tanımdır. Demokratik Cumhuriyet, belediye başkanı aday adaylarının partilerine binlerce dolar yatırmak zorunda olmadıkları rejimlere denir. İl başkanlarına verilen listelerde yazan isimlerin, Genel Merkezce yarısının değiştirilmediği partilerle sağlanır.
Günümüzde bir ülkenin yönetim kalitesini belirleyen en önemli unsurlar demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğüdür.
Günümüz Türkiye’sinde yönetim kalitesi ne yazık ki bu unsurların sakat olması sebebiyle çok düşüktür. Hukukun üstünlüğü, ülkenin bütün kurumlarının bağımsız kalması ve düzgün işlemesi için en önemli şart olmasına rağmen, hakim, savcı ve avukatlar siysi iktidarın mülakatından geçmek zorunda kalmakta, Anayasa Mahkemesi’nin yetkileri budanmakta, Cumhuriyet Savcılarının çoğu yan gelip yatmakta, “Adliyelerde kadrolaşın” diyen tarikat şeyhi ta ABD’den ülkeye ince ayar çekmekte, Hukuk Fakültelerinin içi boşaltılmakta, davalara siyasi iktidarlar savcılık yapmakta, örgüt üyesi olduğu kanıtlanan 2. sınıf savcılara, ülkenin en önemli davasında 1. sırada görev verilmekte, adaleti dağıtmak mafyalara bırakılmakta, bunda da bir sakınca görülmemektedir. Hukukun üstünlüğünü korumalkla görevlendirilen yöneten kadrosu, yine hukukun en üstün makamı tarafından “Laikliğe karşı odak” gösterilmiştir.