Ellili yaşlarda sınavlara girip yabancı dil kurslarını bitirip dil öğrenip giderek beş yıl kaldığım yurtdışı görevimin unutulmaz anıları ile dopdolu belleğim.
Zorlu bir maratonla yazılı, sözlü sınavları kazanıp dil kurslarını bitirip onların da sıvavlarına girip B1 dil belgesi alıp da gideceğimiz kesinleşince hummalı bir hazırlık dönemi başlamıştı bizim için.
Uzun kalacağız, ihtiyaçlar çok, yolculuğumuz uçakla olacağı için götürebileceğimiz kilo sınırlı. Nelere ihtiyaç yok ki; kaynak kitaplar, günlük giysiler, tören ve toplantılarda giyilecek kıyafetler, kışlık manto ve paltolar, botlar…
Neyse ihtiyaçlarımızın çoğunu daha sonra PTT kargo ile üç kez gönderdi sevgili kız kardeşim.
Derken memleketimizden, evimizden, sevdiklerimizden ayrılmanın hüznü de çöküyor yüreğimize biraz biraz.
Facebook’u yeni yeni kullanmaya başlamışım.
Filiz Akın’lı filmlerdeki gibi ülkemi ve değerlerimizi özleyeceğim fikriyle meşgul aklım fikrim.
Bilen bilir iyi bir sesle doğru makamla okunan ezan sesini duymanın ve dinlemenin hazzını. Çocukluğumdan beri hep camiye yakın evlerde oturduğumuzdan ezan sesi duymaya alışık biri olarak gideceğimiz ülkede ezan sesi duyamacağımın hüznünü dile getiren kısacık bir paylaşım yaptım.
‘Günde beş vakit duyduğum ezan sesini özleyecek kulaklarım diye’ Pat altına bir yorum hem de en son beş yaşında gördüğüm ve sevdiğim bir kuzen çocuğundan. ‘Tabi cebinde de Euro’ların tınısı’ Ülen bu ne garabet bir söz. İnsan önce bi kutlar, hayırlı olsun der.
Şaşırdım kaldım, sanki o gidecek de ben sırasını almışım.
Büyümüş, okumuş, hukukçu olmuş, uzun süredir görmediği bir büyüğüne ettiği söze bak. Dilimin döndüğünce cevapladım, ne mi yaptı sildi beni tabi. Siliş o siliş…
Neyse gelelim hikâyemize gideceğimiz ülke ve şehre vardık. Hazırlıklar ve yolculuğu da başka zaman anlatırım kısmet olursa.
Daha biz gitmeden görevi biten bir güvenlik elemanı oturduğu evin eşyalarını bize satıp devretmişti, bir çok sürpriz yaşadığımız bu olayı da daha sonraya göndereyim.
Gittik, göreve başladık, koordinatör öğretmeni de sonra anlatayım.
Ev tam ‘Peters Kirsch’ yanı, yani onların ibadet hanesi olan kilisenin yanı ve ben beş yıl boyunca günde beş kez o kilisenin
çanlarını dinledim.
Kilise de yapılan etkinliklere de öğrencilerim görevliyse gittim, tutucu değilim o konuda.
Giderken ‘ezan sesini özleyeceğim’ dediğimi unutmayan kız kardeşim yarıyıl tatilinde yanımaza gelirken ezan okuyan bir pilli saat getirmiş bize. Sevindik pilini taktık, ayarladık, küçük camlı vitrinin içine koyduk. Kısık sesle hazin hazin ezanlar okuyor saat bize, ezan vakti geldikçe.
Aradan biraz zaman geçti, orada tanıdığımız ve sevdiğimiz dostlarımız bizi ziyarete geldi. Çaylar sohbetler derken, vitrindeki kısık sesli saatten derin derin bir ezan sesi geldi.
Misafirimiz şaşkın dedi ki ‘ben ezan sesi mi duyuyorum?’ evet dedik.
‘Nasıl yani, nerden?’ dedi.
Eşim ‘ben Peters Kirsch’ nin papazından rica ettim, arada bize de ezan okuyor’ demesin mi? Kahkahanın bini bir para. Sonra saati gösterdik o da istedi saatten bu da başka bir hikâye konusu, kaç hikâye borçlandım bakın size.
Güzel günlerdi. İlk yılımız, canımız deli gibi ülkemizin lezzetlerini istiyor.
En çok çeşit çeşit zeytinlerimizi ve çeşit çeşit tuzlu sarımsaklı turşularımızı özlüyorum.
Neyse şehri yeni yeni öğreniyorum, tek başıma alışverişe gidiyorum artık. Otobüs, tramvay ve metro ile yapılan ulaşım çok düzenli çünkü.
Gelelim turşuya. Bir gün yakımızdaki marketten bir kavonoz biber turşusu aldım, eve geldim, açtım iştahla, bir tane yedim, yarım bıraktım.
Almanya’nın turşuları şekerli, bizim damak tadımıza hiç uymuyor, önceleri hiç hazzetmedik, sonra alışsak da.
Daha sonra bir gün bize uzak olan bir markete gidiyoruz arkadaşlarla orada ‘Baktat ürünleri’ reyonunu görüyorum ve çok seviniyorum memleketimizin ürünleri çünkü. Bir çok ürün alıyorum ordan ve tabi turşu da.
Daha sonra bulunduğumuz yere Türk ürünleri satan Zara Market açıldı da turşuya da zeytine de doyduk, hatta kendim yaptım çeşit çeşit turşular orda da.
Bu sabah turşu yerken hatırladım bütün bunları ve bu öykü doğdu işte böylece.
Gelelim pelüş battaniyeye.
Eylül sonu gittik ya Ekim başı havalar soğudu, akşamları üşüyoruz, dizlerimize kazaklar örtüyoruz eşimle özlemlerimizi katık ettiğimiz çayımızı yudumlarken.
Bir gün üst komşuma gittim, güzel bir pelüş battaniye verdi dizlerime örtmem için, eve geçince eşime söyledim biz de alalım diye ama daha şehri bilmiyoruz. Bir de tarağımı getirmeyi unutmuşum, parmaklarımla tarıyorum saçlarımı.
Birkaç gün sonra eşim elinde yeşil bir battaniye ve bir tarakla geldi eve, o kadar mutlu oldum ki anlatamam, sıcacıktı artık akşamlarımız ve çaylarımız.
Daha sonra ben de ona aynı battaniyenin mavisini aldım o da çok sevinmişti, battaniyesini hiç ayırmazdı dizlerinden.
Bu yaz o mavi olanı babasının anısına oğluma verdim hikâyesini de anlatıp. Yeşili benim dizlerimde şimdi. Aldığım en kıymetli hediye çünkü.
Sevgisiz sevensiz kalmayalım efendim. E turşu da önemli şimdi ucundan ucundan kış ya çok yemeliyiz sirkeli ve sarımsaklı turşuyu.
Baharlara eresiniz.
Şükran Uçkaç Yargı Sazsızozan
18.11.2024
Ankara