Çağımızı korkutan gözle görülmeyen virüs ölümle dünyayı tehdit ederken, insanlar yalnızlaşmayı öğrenmekteydi. Virüs korkusuyla panikliyor ve gerekli tüm önlemleri alıyorduk. Hatta, ekmek almak için dahi zorunlu olmadıkça dışarı çıkmayarak, kendimizi toplumdan izole ediyorduk.
Sizi bilmem ama ben hep korudum kendimi.
Lakin, siz her ne kadar tedbir alıp sakınmış olsanız bile, kapıdan değilse bile bacadan girebiliyormuş, bu kötü konuk.
Zaman zaman toz veya polen değince burnuma hapşırıyordum defalarca. O zaman ACABA MI, diye hissediyor, içime kuşkunun tohumları serpilmiyor, değildi hani.
Sizlere yaşadıklarımı an be an anlatmaya çalışacağım.
3 gün önceydi…
Önce, boğazımda kaşınır gibi hafif hafif gıcıklanma başlamıştı. Sık sık genzimi temizledim. Sanki tik gelmişti. Tıbbî adı, Histamin 1 olarak bilinen, boğazımdaki o yapışkan sümüksü sıvıyı çok yoğun hissettim.
Sonra, hep hapşırdım.
Ama nasıl, bilseniz… Tam 15…20 kez sayabilirdiniz.
Gülerdiniz vallahi..
Her hapşırık krizlerimde bana devamlı;
“Çok yaşa anne, hayırdır, neler oluyor?” Diye panikliyordu oğlum.
Bu durumumu,
“Ee, normal oğlum. Mevsimi..” diyor, oğlumun endişelerini savıyordum.
Hiç kendine konduramıyor insan. Bu durumu “basit bir nezle” diye hafife aldım.
Ertesi sabah kalktığımda, baş ağrım dayanılmazdı.
Gün içinde 3 kez Parol tablet alıp, başağrımı hafifletmiştim.
Ama ağrı sürekliydi. Geçmemişti…
Ben hala hafif grip olduğumu, düşünmeye devam ediyordum.
Neden?
Çünkü, ateşimi ölçüyordum.
Ateşim 36 derecenin üzerine çıkmıyordu…
“Kısacası, risk taşımıyorum,” diye avutuyordum kendimi.
Böylece hapşırık, tıkşırık bu halimle 2 gün geçirdim.
2 gün sonra balık kızarttım.(dün)
İnan hiç koku almadım. Ki kedi gibiyim balık kızartırken… O çıtır çıtır lezzetli koku burnuma doğru yükselince irademin freni tutmaz olur. Ben de sofraya gelmeden bir güzel kızartma esnasında, çıtır çıtır yerdim o balıkları.
Aynı günün akşamı oğlum işten eve geldi. O bana çekmemiş. Hiç sevmezdi balık kokusunu. Kapıdan adım atar atmaz;
“Anne ev balık kokuyor. Balık mı kızarttın sen?”
Soruyu duyana kadar “koku algısızlığımı hiç farketmemiş olduğumu'” düşündüm..!
Bu düşünce eşliğinde hemen avucuma limon kolanyası döküp kokladım.
Limonun o kendine has kokusu hiç burnuma gelmemişti.
Algılamadım..!
Ama alkolün o sert keskin buğusu burnumla genzimi yakmıştı.
Konuyu test için, oğlumun avcuna döküp koklattım. O kokuyu algılamıştı.
O an, kuşku aklımı kuşatıyordu tabi, ama yine kendime konduramıyordum.
O dakika en sevdiğim parfümüm aklıma geldi. Evet, onun kokusu keskindi. Belki kokusunu duyardım.
Telaşla yatak odama doğru koşturdum. Şifonyer üzerindeki parfümümü bilek içlerime sıktım.
Hayret, yine hiç koku almıyordum..!
“Acaba mı?”
Soru sol yanımı sıkıştırmaya başladı.
Oğluma koklattım bileğime sıktığım parfümü.
“Bu senin parfümün değil mi anne?”
Oğlum o kokuyu da alır almaz,
“tamam, bu ilk işaret…” dedim kendimce.
Bu durumu kabullendiğimde, o kötü konuğun bedenime konuk olabileceğini, düşündüm.
Yaşadığım ilçenin Pandemi Hastanesinde aktif çalışmakta olan meslektaşımı aradım.
Durumu anlattım.
“Bulgular o konuğun varlığını işaret ediyor ablam. Hemen hastaneye gel.” Dedi.
Ve gittik…
Boğaz ve burun içimden ucu pamuk sarılı, ince çubuklarla sıvı örneği alındı. Kan alınıp, akciğer tomografim çekildi.
Hastanedeki Pandemi Tedavi Ekibinin bana yazdığı reçeteyle eve gönderildim.
Evimde sabah akşam içeceğim baytar dozları ile yabancı konuğumuzu geçici ağırlayacağım.
Hayat bu işte.
Bazen kaçan oluruz, bazen de ebe…
Kovit-19 dünya adeta saklambaç oynuyor.
Devamlı ebe rolünü üstlenmiş.
“Önüm arkam, sağım solum sobe,” diyor.
Yakaladığını sobeliyor..!
Artık ACABA MI? Diye kaygılanmıyorum.
Çünkü, kimsenin kabul etmek istemediği kötü konuk, eşikten adımını atıp, beni de sobeledi!..
İlaçlarımı düzenli içip, dinlenip, bol sıvı, bitkisel sıcak içecekler içerek onu en kısa sürede onu yolcu etmeyi düşünüyorum.
Moralimi yüksek tutarak tabi…
İnşallah, en kısa sürede yolcu edeceğim bu kötü konuğu…
Tüm dünyaya ve yurdumuza sağlıklı günler diliyorum.
Emine Pişiren/ Kocaeli