470 Memleketimden İnsan Manzaraları
Başımız ağrıyınca da doktora gideriz, dişimiz ağrıyınca da… Doğrusu bu elbette… Kolay olmadı ama bu bilince ulaşmak. 60 -70 yıl önceleri, doktora ulaşma olanağı bulunmayan yörelerde başımız ağrısa da “Hoca” denen imama giderdik, karnımız ağrısa da…
Ne yapardı hoca?
Anlamını kendisinin de bilmediği Arapça bir iki dua okur, sonra da, sakalını sıvazlayıp, “Allah şifa versin” diyerek gönderirdi. Geçmezdi rahatsızlığımız ama başka çare mi vardı? Aynen, “Denize düşen, yılana sarılır” örneği…
Kimi güngörmüş yaşlılarımız, “Yalnız okumayla geçmez yeğenim. Nane suyu iç, kekik suyu iç. Geçmezse mutlaka yavşan suyu iç.” diye öğüt verirlerdi. Bunları yapınca baş ağrısı da geçerdi, karın ağrısı da, sırt ağrısı da…
Son yıllarda nane ve kekiğin yararları yazılıp söylenir oldu da “yavşan”dan söz eden yok nedense. Çok yararlı bir ottur o. Bana inanmazsanız, cep telefonunuza sorun. O sayıp döksün; yararlarını size.
Laf olsun, torba dolsun diye anlatmadım bunları. Sözü nereye getireceğim, bakın:
Her bakımdan birbirinden farklı ailelerde yetişmiş bir kız, bir erkek, sevince birbirlerini evleniverirler hemen. Çoğu zaman iki ayrı yöre ve iki farklı kültür ortamında yetişmiş gençler, sürtüşmeye başlarlar; kısa bir süre sonra. Genç eşlerin ilk akıllarına gelen, “Yanlış bir seçim mi yaptım ben acaba?” sorusudur.
Sevgi ağır basıyorsa eğer, “Düşünce ve davranışları çok yanlış ama zamanla değiştiririm ben onu.” der ikisi de. Oysa gerçekleşmesi olanaksız bir dilek ve boş bir umuttur bu yalnızca. Değiştiremez, kimse kimseyi çünkü. Fidan değil ki karşındaki. Kök salmış, dal budak salmış ağaç… Kolay mı eğip bükmek?
Çıkar yol ne midir?
Çıkar yol, eşlerin birbirini olduğu gibi kabul etmesidir. İncir ağacını ceviz yapamadığınız gibi, cevizi de incir yapamazsınız. Dut ağacına yine bir dut, elmaya yine bir elma aşılanabilir ancak. Elmaya fındık aşılasanız da tutmaz, armut aşılasanız da…
Zamanla eşinin değişeceğine inananlar, onca uğraşmasına karşın başarılı olmadığını görünce, “Anlaşıldı, değişmiyor, değişmeyecek. Daha fazla yürümez bu birliktelik. En doğrusu fazla gecikmeden ayrılmak…” diye düşünmeye başlar. Kavgalar sıklaşır; şiddeti artar. Birbirini suçlamaya başlar eşler.
Evlilikte kırılma noktasıdır işte bu! “Tek çare ayrılmak…” diye noktayı koyar biri. Ya geçmişte yaşanan o büyük aşk? Ya çocuk, ya da çocuklar? Onca uydurulmuş olumsuz neden varken, düşünülmez; nedense bunlar.
Evlenmeden önce aklınız neredeydi sizin? Yüzde yüz aynı kadın, yüzde yüz aynı erkek değil miydiniz? Onca olumsuz öyküler anlatan eşlere, aileleri de destek verince, adliyedea lırlar soluğu. Birlikte isteyerek kurduğunuz mutlu yuvanızı dağıtmaya karar verdiğinizde avukatlar da sormaz, yargıçlar da:
“Yuvanızı yıkmaya karar vermeden önce bir doktora, bir uzmana gittiniz mi?” diye.
-2-
Davranış bilimleri uzmanı ya da psikolog bir doktordan yardım almayan, tedavi gördüğüne dair belgesi olmayan hiçbir evli çifte boşanma davası açma hakkı verilmemeli; diye düşünürüm ben. “Hiçbir yakınlığımız olmayan elin oğluna, elin kızına eşimizle olan anlaşmazlık, kavga ve dargınlıklarımızı anlatmak ayıp olmaz mı?” diyen olacaktır.
Hayır, niçin ayıp olsun ki?
Her türlü fiziksel rahatsızlıklarımız için hastaneye, doktora gitmek ayıp olmuyor da, ruhsal sorunlarımızı, eşimizle anlaşmazlıklarımızı anlatmak niçin ayıp oluyormuş? Avukata, yargıca, savcıya anlatıyoruz ama. Onlar elin oğlu, elin kızı değil mi? Nasıl ki, doktora gidip reçete almadan eczaneye gitmiyorsak, eşler arasındaki sorunlarda da o işin uzmanına, doktoruna gitmeden avukata, mahkemeye gidemememiz gerekir.
Bence enine boyuna konuşulup tartışılması gerekir bu konunun. Aileler mutlu olmazsa, toplum mutlu olamaz. O nedenle çok önem vermeli buna. Devlet de çok önem vermeli, eğitim kurumları da… Özel kuruluşlar gibi, yazılı ve sözlü iletim araçları da…
Ve TV kanallarında gördüğümüz kavgalı dövüşlü programlara yer verilmemeli asla. Derhal kaldırılmalı; reyting amaçlı o zararlı programlar. Kötü örnek oluyor halkımıza.
Bunca sözden sonra, başlıktaki sözümüzün gereği, Davranış Bilimleri Uzmanı Sema Maraşlı’yı dinleyelim biraz da:
“Kadının fıtratında olan cilve, işve, sevgi, kurnazlık gibi kadınsı duygu ve davranışlar, günümüzün okumuş-çokbilmiş kadınları tarafından bayağı ve basit bulunmakta. Oysa kadın kadın gibi davranmadığında erkek de nasıl davranacağını şaşırıyor ve ayarlar bozuluyor.’ Dedikten sonra şöyle sesleniyor; kendisinden yardım isteyen hanıma:
“Sen kadın gibi bir erkek istemediğine göre, kocanın da erkek gibi bir kadın istememe hakkı var. Yapılması gereken tek şey, sadece kadının kadın gibi olmasıdır. Kadınların aklından çok sevgilerini dikkate alması ve şuuraltında bastırdığı yaradılış vasıflarını açığa çıkarıp kullanması gerekir.”
“Kadıncı vasıflar dediğiniz nelerdir?” diye sorulunca da şu yanıtı verir:
“Bir kere kadın zekâsı da erkekten çok farklı çalışır. Kadınların beyninin iki tarafında konuşma merkezi vardır. Ve iki beyin arasında elektrik akımı çok hızlı çalışır. Bu yüzden kadınların iletişim kabiliyeti çok güçlüdür. Fakat günümüzde kadınların büyük kısmı zekâsını kendisini mutsuz etmek için kullanıyor.
Beyinlerine sızdırılmış “erkekle mücadele” fikrinden bir türlü kurtulup da eşiyle mutlu olabilmeyi başaramıyor. Kadın, kadın olmaktan kaçıyor.”(*)
Özetle söylemek gerekirse, yaradılışımızı değiştiremeyiz. Kadın, kadın gibi olmalı; erkek de erkek gibi… İki cins de birbirine benzemeye çalışmamalı asla! Bu tür bilinçsiz bir özenti, kadını da çirkinleştirip gülünç duruma sokar, erkeği de…
Evli hiçbir erkek, hiçbir kadın, “Eşim niçin benim gibi düşünmüyor?” dememeli. Bu mümkün değil çünkü. Bu gerçeği baştan kabul edersek, kendimizi de üzmeyiz boşuna, eşimizi de… Haftaya yeniden buluşmak üzre:
“Artsın, eksilmesin mutluluğunuz” dileğiyle kucak dolusu sevgiler!..
————————————————————————–
(*) Evlendikten Sonra da Muhabbet Olsun, Sema Maraşlı, Motto Yayınlarıİ
İstanbul 2020, 4. Baskı, Sa. 23-24
Hüseyin Erkan
0535 371 74 83