464 Memleketimden İnsan Manzaraları
Evlilik Kutsal da Görev Kutsal Değil mi?
Geçen haftaki söyleşimden de bildiğiniz gibi, 1973 Ağustosunun ortalarında nişanlım Güler ile evlenmeye karar vermiştik; önümüzdeki ilk ayın ilk gününde.
İlk yapılacak iş hemen resmi işlemleri başlatmak ve bir ev kiralamaktı ki, gereğini yaptık hiç gecikmeden.
Bir gelin arabası gerekirdi elbet ama araba nerde! O yıllarda çok iyi kazananların bile özel arabası yoktu henüz. Şöyle bir düşündüm: Sevgili akrabam Halil Tıraş dostumun yeni bir otomobili vardı ve kendisi kullanıyordu. İnanıyordum ki, rica etsem kırmazdı beni.
Eminönü’nde ünlü Mahmutpaşa yokuşunun başında idi dükkânı. O yıllarda çeşit çeşit Frenk gömleği üretip pazarlardı. İş yerinde ziyaret edip ricamı söyleyince:
“Tabii sevgili akrabam, memnuniyetle” dedi hemen.
1 Eylül günü Bahçelievler’deki evlerine gittim erkenden. Fazla vakit kaybetmeden atlayıp Murat-124 markalı tertemiz otomobiline, doğru Fındıkzade’ye. Geç kalmamalıydım. Kuaföre götürecektim çünkü; birkaç saat sonra nikâh masasına oturacak sevgilimi. Hemen çıktım evlerine. Tatlı bir telaş içindeydiler ailece:
“Haydi tatlım, geç kalmayalım, doğru kuaföre” dedim.
“Kuaföre gitmiyoruz.” dedi.
“Niçin?
”Gerek yok, taradım ben saçımı.”
“Ya makyaj?”
“Başkasına el sürdürmem yüzüme ben. Beş dakikada yaparım makyajımı.”
“Gel bak pencereden. Gelin arabası hazır. Bekliyor bizi aşağıda”
İşte buna çok sevindi, tatlım benim!
“Yarım saat sonra gelinliğimi de giyer hazır olurum ben. Sen in aşağıya. Yalnız bırakma akrabanı. Oyalanın biraz.”
Selçuk Kız Meslek Lisesinin bahçesine bakıyordu evleri. İnince aşağıya:
“Yaklaşık bir saat sonra hazır olacak. Araba burada kalsın, gel biz dolaşalım biraz.” dedim; akrabam Halil Bey’e. O da uygun bulunca önerimi, hem yürüdük, hem konuştuk ordan, burdan.
Yaklaşık aynı yaşlardaydık. Halil Bey gibi eşi Meryem Hanım da akrabamdı. Keşan’da çalıştığım üç yıl boyunca, ne zaman İstanbul’a gelmişsem, başka akrabalarım gibi onları da ziyaret ettim mutlaka. Teyzem kızı Azime ve ilkokuldan sınıf arkadaşım Eşref Zeytinkaya gibi, Halil Bey’ler de birkaç kez evlerinde konuk ettiler beni güler yüzle.
Bir aşağı bir yukarı yürüyüp bir kahvede çaylarımızı da içtikten sonra döndük gelin arabamızın yanına. “Sanırım, hazırdırlar artık” deyip yeniden tıkladım kapılarını. Ne olurdu, bir demet çiçek olsaydı kucağımda! Maalesef düşünemedim bunu o ara. Nerde o günlerde, o akıl bende! Bu tür incelikleri bilen güngörmüş bir sağdıcım da yoktu ki yanımda. Daha önce de birkaç kez evlenmediğim için deneyimsiz, cahil bir damat adayıydım ben!
-2-
“Alıyorum kızınızı artık sizden” deyip öperek kayın babamın ve kayın annemin ellerini koluna girip sevgilimin ağır ağır indik aşağıya. Öğretmen olan kız kardeşi Emel’i öne alıp biz arkaya oturduk.
“Tamam, Sevgili Halil Bey! Kızı aldık; daha ne bekliyoruz? Sür artık arabayı Küçükköy’e” deyip çıktık yola.
Hiç acelemiz yoktu. Çünkü daha çok vardı; belirlenen nikâh saatine. Ve günlerden cumartesi… Ayrıca trafik sorunu diye bir şey yoktu o yıllarda.
Ve toplanıverdi öğle vakti davetli dostlarımız, Küçükköy Belediyesi Nikâh Salonuna. Bizi tanıştıran can dostum Şekip Işık da gelmişti Keşan’dan, Vefa Poyraz Lisesinden müdürüm “Övünmek Gibi Olmasın Kayseriliyim” kitabının yazarı Kâzım Yedekçioğlu da… Öğretmen arkadaşlarım da gelmişti, Plakçılar Kralı akrabam Hilmi Coşkun ile kardeşleri âbilerim ve dostlarım da…
Halil Bey’in âbisi Hasan Tıraş âbimiz de gelmişti; İstanbul’da bulunan Gödene Köyü İlkokulundan sınıf arkadaşlarım da…
“Şahitler buyursunlar!” deyince nikâhımızı kıymaya hazırlanan Küçükköy Belediye Başkanı Raşit Bey, sarıverdiler masanın çevresini dostlarımız. İşte böylece kalabalık bir tanıklar huzurunda kıyıldı bizim nikâhımız. Ve o andan itibaren resmen bir yuva kurmuştuk biz de. Gelecek günler ne gösterecekti bakalım!
Candan gönülden yapılan kutlamalardan sonra daha önce planladığımız gibi Yenikapı sahilinde denize bakan bir otelin restoranında yedikten sonra öğle yemeğimizi:
“Sevgili Akrabam, dedim; bir zahmetimiz daha olacak sana. Yeniköy’deki Çınar Otel’e de bırakır mısın bizi lütfen?”
“Zahmet mi olurmuş, elbette bırakırım.” dedi, benim kibar dostum.
Düğün mü, dediniz?
Ne düğünü? Aklımızdan bile geçmedi öyle bir şey. Ama o akşam, Çınar Otel’e yakın bir gazinoya gidip hem birer kadeh rakı içtik, hem de eğlendik doyasıya. Hakkımız değil miydi bizim de bu kadarcık bir ödül?
Bir gece kaldıktan sonra otelde, ertesi gün Keşan otobüsüne bindirip uğurladım eşimi. Ben de döndüm Küçükköy’e. Niçin mi? Çünkü 3 Eylül Pazartesi günü bütünleme sınavları başlıyordu okullarda. Evlilik izni almayı düşünmemiş ya da gerekli görmemiştik. Bütçemiz, balayına çıkmamıza izin vermiyordu çünkü.
Şöyle de düşünmüş olabiliriz belki:
“Evet, evlilik kutsaldır; kutsal da görev kutsal değil mi?”
Hüseyin Erkan
0535 371 74 83
huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr