Artık evlerimize bile sığdıramadığımız hayatımızla cebelleşiyoruz bu aralar. Çok değil, daha bir kaç ay öncesine kadar ne kadar da seyrinde ilerliyordu hayatımız değil mi?
Sağlımız, sıhhatimiz yerinde durduraksız koşturmacalarımız içerisinde günümüzü tamamlıyorduk. Kimi zaman yorgunluktan perte çıkmış bedenimizi bile dinlendirmek bizim için lüks ötesiydi. Erteliyorduk her fırsatta kendimize ayırmamız gereken zaman dilimlerini. Hep koşturmaca diyerek, hayata dair unuttuğumuz her ne varsa, bu süre zarfında hepsini bir bir hatırlar olduk.
Şimdilerde ise umutlar dolduruyoruz evlerimize güzel günler için. Biliyoruz bunlar da geçecek. Ve biz yine kendimizi hayat koşturmacasında bulacağınız hiç farkına varmadan. Biliyorum izleri kala kala geçecek ama geçeceğine inanıyorum herkes kadar bende…
Yorulduk mu?
Hayır. Çok güzel dinlendirebildik ruhumuzu, bedenimizi, kendimizi…
Bunaldık mı?
Evet fazlasıyla…
Doyurduk mu kendimizi artık evlerimize?
Ziyadesiyle…
Demem o ki!
Herşey vaktine özelmiş. Herşeyin sınırı, o sınırda saklıymış.
Ve güzel günleri sabırla ve alacağımız tedbirlerle beklemekten başka da çaremiz kalmamış gözüküyor.
Kendimiz için, ailemiz için, herşeyden önce evlatlarımız için; ve onların bugünlerde mahrum kaldığı okul sıralarına kavuşmaları için, biliyorum artık çok zorlanmaya başladık ama;
Lütfen! Lütfen! Lütfen!
Birazcık daha evde kalıp sabredelim Türkiye’m…



















Zaten yaptığımız başka şey yok. Evde kalmaya devam ediyoruz. Amma bir de bunrahatlığın arka bahçesinde günlük kazanıp yiyen büyük bir kesim var. Devlet olarak, vatandaş olarak onlara sahip çıkmalıyız. Unutmayalım. Bugün Bakırköy sokaklarında bir anne “artık olan yemeklerinizi çöpe atmayın, ben alırım” diyerek bağırıyordu biraz düşünmemiz gerekiyor…