Eskinin şehir hayatı, bataklıktaki sineğin yaşantısına benzerdi. Öfkeli ve umutsuz insanlar, mahallenin ara sokaklarında, bağırmakla zamanlarını geçirirlerdi. Buna rağmen, kimseye derdini anlatamazdı.
Sokaklarda at gibi silkinerek, sineklerini kovan insanlar, gün boyu kaldırımlardaydılar. Kaldırımda böcek gibi sıralanırlar, belediye, at arabasıyla, çöp atarsın gibi paket yardımı alırlardı.
Kaldırımda direğe yakın yer kapanlar şanslıydı. Çünkü gaz fenerinin ışığından yararlanırlardı. Kimi muhasebesini kontrol eder, kimi de dersini çalışırdı. Bir süre sonra yatmaya gidilirdi. Evde ışık diye gaz ışığı vardı. O da ışık yerine duman yayardı.
Elektrikli ev aletlerinden hiç kimsenin haberi yoktu.
Evlerin önüne belediye, plastik bidonlar koymuştu. Belediye her sabah onları temizler ve su doldururdu. Gün boyu bidondan su kullanılırdı. Suyun parası ay sonu verilirdi.
Devlet insanını kimseye ezdirmez. Suyunu ve ekmeğini temin ederdi. Kara buğday ekmeği yediğimizde doyardık.
Kâğıt yeni çıkmaya başlamıştı. Mısır koçanını saran kabuk kısmına yazardık.
Şehrin sokakları çöpten geçilmezdi. “Çöğ dağlarının arkası,” deyimi çok kullanılırdı. Sokaklardaki kokuya alışmıştık. Yalnız sinekler göz çıkarıyordu. Sineklerin adı “adam yiyene” çıkmıştı. Adam yiyen sinekler, yanımdan geçti, sıra bana yaklaştı, deniyordu.
İnsanlar damın saçağının altında uyuklardı. Çünkü besicilik yapanlar, çürük tere yağını ineklerine sürer ve sinekleri kovarlardı. Bizde ineğin yanında, sineksiz bölgede yaşamayı tercih ederdik.
Sokaklarda sarıklılar gezer ve ellerini öptürürlerdi.
Tenekeler yarıdan kesilir ve oluşan kapta; yemek yapılır, çay ve içme suyu kaynatılırdı. Küçük tenekelerde ise tatlı ve reçel yapılırdı. Şişeler yarıdan kesilir ve bardak haline geçilirdi. Mutfak kapları tamamen toprak kaplardı. Toprak kapların önemlisi, ibrik ve güğümlerdi.
Mahallenin bakkalı, demircisi, berberi, manavı, kalaycısı, terzisi ve marangozu vardı. İşlerini kendi yaptıkları el aletleriyle çalışıyorlardı. Bütün dükkanların üzeri tenekeyle örtülüydü. Sokaklar su birikintilerinden geçilmezdi.
Sokaklarda yamadan yaptığımız topla kalecilik oynardık.
Köyde olan köyünde kalır, şehirde olan bir başka mahalleye gitmezdi. Semtler arasında gidiş geliş olmazdı. Yalnız sur içine İstanbul’a gidiyoruz diye at arabalarıyla gidilirdi. Boğaz salla karşıya geçit verirdi. At arabalarının tekeri yoktu. Bugünün emeklileri gibi sürünerek ayakta kalırlardı.
Kalem ve defter yoktu. Sonradan sabit kalem diye boya kalemi çıktı da yazmayı öğrendik.
Ağaçlar arasına ev kurmaya başladık da geceleri korkusuz geçirmeyi öğrendik. Çarşı Pazar bilmezdik. Hükümet diye başımızda ne olduğundan haberimiz olmazdı. Biri şehirde konuştuğunda, dinleyecek ve ayaklarımızı çevirecek hareket edecekmişiz. Konuşanın resmini bile göreceğiz. At olmadan eşyalarımız taşınacak, diyorlardı. Üç yıl önce şehirde araba gördüm, önüne arpa atmışlardı. Denizde hareket edenleri de gördük.
Bir şey dönecek ev gibi bir yapı gidecek (otobüs) dediler, inanamadık. Bir şey dönecek de herhalde teker oluyor. Adam, dünyanın öteki ucunda konuşacak bizler burada dinleyeceğiz, diyorlardı.
Mahallede dersler dam gibi yerlerde veriliyordu. Deniz kıyılarına yaklaşmak yasaktı. Çünkü deniz insanı çekiyordu. Dalgalar yükseliyor ve ona yakın duranı altına alıyordu.
Şehir saraydan idare ediliyordu ama sarayı gören olmazdı. Sokaklarda ineklerden geçilmezdi. Süt ve yoğurt çok ucuzdu. Tere yağı nerede ise bedavaydı. Sebze ve meyve bağ ve bahçelerden gidip alabilirdin.
Şehre, süt satmak için giderken, lastik giyerdik. Kardeşim yağ satardı. Yabancı para yoktu. Benzin ve mazot duymamıştık. Gazın adını da hiç bilmiyorduk.
Evimizde elektrikli ev aletleri yoktu. Kesici aletleri kendimiz yapardık. Kapıları da kendimiz takardık. Kapı ustası babamdı. Kapı kollarını orman gülünden yapardı.
Eskinin şehir yaşantımızı son yirmi yılda bıraktık ve ışığa ev aletlerine kavuştuk. Nasıl oldu anlamadım. Son beş yıl eve her şey aldık. Hatta ev aletlerini ve duvar saati, kendimiz yapıyoruz. Yalnız, geçen yıl televizyon, alabildik.
Doktorlara muayene için “havaalanlarına “gidiyoruz.
Ahşap kapı kollarını geçenlerde değiştirdik.
Hasan TANRIVERDİ