Türk edebiyatının özellikle 13. Yüzyıldan başlayıp 19. Yüzyıla kadar devam eden dönemine (kendi içerisinde yine bölünüp) verilen isimler ve bu isimlerin aslında gerçeği yansıtmadığı ve yansıtmadığı gibi de o dönemin sanat ve edebiyatını saptırmaya yönelik olduğunu anlamak çok da zor olmamalı.
Altı yüz yıllık imparatorluğun edebiyatı; Divan edebiyatı, Eski Türk edebiyatı, klasik Türk edebiyatı, Enderûn edebiyatı, ümmet edebiyatı gibi isimlerle anılmaya başlamıştır. Özellikle Milli eğitim bakanlığının hazırladığı ortaöğretim ders kitaplarında Divan edebiyatı, Akademik eğitim düzey de ise; Klasik veyahut Eski Türk edebiyatı adlandırılmaları verilmiştir.
Hemen hemen bütün kaynaklar bu adlandırma(lar) ı Fuat Köprülü’nün yaptığını söyler. Bu adlandırmaların yapılma sebebiyse altı asırlık geleneğin şekil ve muhteva bakımından belirli bir edebi olgunluğa ulaşmasıdır. Ancak bu isimlendirmeleri eksik bulanların savunduğu nokta özellikle 19. Asırın ilk yarısında bizim geleneğimizle batının karşılaştırılması ve batı edebiyatının yanında Türk edebiyatının geri kalmış olmasıdır. Her ne kadar eski-klasik gibi adlandırmaları savunmasam da bu tarz isimlendirmelerin altı asırlık bir edebiyatı geride bırakacağını düşünmüyorum.
Dil ve edebiyat sürekli kendini yeniler, bu çok doğal bir olgudur. Bugün divan edebiyatı diye nitelendirdiğimiz şairlerin tek bir beyiti dahi bir roman konusu olabilecekken,”batı da roman türü gelişiyor bizde sadece şiir var” nasıl deriz. Günümüzün post-modern yazarları geriye dönüş ideolojisiyle Divan şairlerinin ya beyitlerinden bir bölüm alırlar ya da günümüze uyarlarlar.
Bunun en iyi örneğini Orhan Pamuk Kara Kitabında Şeyh Galib in hüsn ü Aşk adlı eserini günümüze uyarlayarak verir. Günümüz şairleri kendilerini”şair” olarak tanıtmadan evvel divan şairlerini okudular mı, yahut okuyorlar mı? Bunu anlamak için bir kaç şiir kitabı karıştırmamız yeterli olacaktır. Halbuki edebiyatımızın büyük isimleri; Nazım Hikmet, Necip Fazıl ve Atilla İlhan eski diye tabir edilen edebiyattan besleniyorlardı. Özellikle Atilla İlhan eski edebiyatın kalıplarını, kavramlarını dışlamaz.
Bu bakımdan şairin ilk şiir kitabı olan “Duvar” da eski edebiyatın kavramlarına sık sık rastlamak mümkündür.
Iptida namımız kayıt düştü deftere
Ahiren okundu fermanımız.
Genç neslin eski edebiyata yabancı kalmasının elbetteki birden fazla sebeb vardır. Bunlardan biri de isim konusudur. Yukarı da belirttiğim gibi bu ismi ilk kullanan Fuat Köprülü dür. Ama ondan evvel Milli edebiyat döneminden hocaları Ömer Seyfettin ve Ali Canip Yöntem dir.
Onların amacı eskiyi kötüleyip tamamen atmaktır. Halbuki eski şiirimiz geleneğe dayanır, gelenek ise kendi içinde mükemmelleşmektir. Biz yüzyıllardır süre gelen geleneğimizi bir kalemde silip, hiçbir bağımız olmayan Fransız edebiyatını getirmeye çalışmışız. Aman Allah’ım!
- yüzyıl aydını, romancı muhayelesi, şair Fuzûlî Türkçe divanının dibacesinde şöyle bi cümle geçer;
“nazm-ı âsumân û zemin.” Bu yer ve gök şiirinin şairi demektir. Yeri ve göğü şiire, Allah’ı ise şaire benzetmiştir. Velhâsıl-ı kelâm Fuzûlî, Allah kainatı şiir gibi yaratmıştır. Diyor. Şimdi, bu teşbihleri bu nühansları yeni şiirimizde bulmak mümkün mü, değil. Lakin eski deyince kaçarız hemen biz.
Bir de anlamıyoruz ya çözmeye de çalışmayız. Üstelik bilmediğimiz için de övünürüz. Binaenaleyhin biz Eski-klasik-Divan edebiyatı adlandırmaları yerine Osmanlı edebiyatı demeyi daha uygun görmüşümdür. Hem şu ”eski” mantığından kurtulmak için, hem de o dönemin mensur eserlerini kapsaması gerektiğini düşündüğümden