Değişim ile değişiklik arasındaki farkın anlaşılamaması için elinden gelen yapanlara inat, biz anlatmaya devam edeceğiz.
Bir toplumu topyekûn göz yanıltmasına, kavram karmaşalarına, efsuna ve yıkayıp yuğmaya karar verildiğinde yapılacak ilk iş; ‘değişim’ ifadesinin meydan okuyan ve sihirli çağrışımlarına başvurmaktır. Değişim sloganları, kabuk değiştirme lafları, yenilenme kelamları alır başını gider. Son yıllarda etraftan duyduğunuz, okuduğunuz, izlediğiniz ve dinlediğiniz her vaatin önüne ve arkasına, ‘değişim’ ekleniyor, farkında mısınız? Kendilerinden öncekileri yerin dibine sokan ve kendilerinden sonrasını zaten ağızlarına bile almaya yanaşmayan idareciler kitlesi, değişim diyor.
Siz kimi değiştiriyorsunuz?
Kurumsallaşmanın olmadığı, ahlaki değerlerin ekonomik dürtülerle aşınmaya uğratıldığı, hazır reçetelerin tepeden inme uygulandığı insanları mı değiştireceksiniz?
Siz kimi değiştiriyorsunuz?
Rüşvetin olağan, adam kayırmanın sıradan, yolsuzluğun hak, hakkın enayilik, cemiyetin cemaat, demokrasinin araç, Türkan Saylan’ın Şeytan olduğunu ‘yaşayan’ insanları mı değiştireceksiniz?
Siz kimi değiştiriyorsunuz?
Daha modern kentler kuramamış ve altyapısı müteahhitlerin insafında, göçlerle ırzına geçerek şehirleri kasabaya çevirmiş, ömründe bir ağaç dikmemiş, balkonda şakır şakır halı yıkayıp işporta köfte satarak hayatını temin eden 10 çocukluları mı değiştireceksiniz?
Siz kimi değiştiriyorsunuz?
Geniş bir odaya serilmiş halı üzerinde çıplak ayaklarıyla dolanıp, ortaya getirdikleri patates böreği ve çayı yerken falanca sahabenin hayatını dinleyen, filanca hazretlerinin sakalını çekiştiren, hiçbir anlamda yanından dahi geçemeyeceği okyanus ötesi diyarların düşleri ile alnı seccedelere değen sabi sübyanların, seneler sonra büyüyüp ele geçirdikleri kurumları, okulları, resmi daireleri, mahalleleri, semtleri mi değiştireceksiniz?
Siz kimi değiştiriyorsunuz?
Abisi dağda ‘militan’, babası şehirde işsiz, annesinin üzerine ‘anne’ getirilmiş, yukarı baksa kaleşnikof, aşağı inse ‘TC’ panzerinin gölgesine düşmüş, tarlasına ekecek tohumu bulamayan, hayvanına verecek küspesi olmayan, kalbi bir kıza yansa, ağadan habersiz ve altınsız alamayan gençleri mi değiştireceksiniz?
Siz kimi değiştiriyorsunuz?
Sebepsiz zenginleşmeyi helal sayan, fitreyle, zekâtla, hayvan boğazlamakla günahlarından arınan, kıçına bir ihram geçirip Umre etti mi, pür-i pak ekranlara çıkan ve alkışlar alan insanları mı değiştireceksiniz?
Yemek yiyerek yemeği kötüleyen, kırkından sonra kendine koca ya da karı arayan, yengesine tecavüzle sahip olup kaçıran ve yakınları tarafından televizyon televizyon gezerek arayan ve aranan programlara izlenme rekorları kırdıranları mı değiştireceksiniz?
Yeni gelin gibi sarıldıkları Diyarbakır Cezaevi’ni otuz sene sonra ayyuka çıkaran ama Silivri-Hasdal zindanlarına geldi mi sus-pus olan, köşe yazarlarını isteyince besleyen, istemedi mi kapıya koyan, bir müddet tencere-tava satarak ayakta kalabilmiş ve şimdi ise orduya saldırarak, yargıyı tokatlayarak, binbir iftira ve yalanla, tezgâhla, ihale yandaşçılığı ve eyyamcılıkla kıçını toplayan basınla mı değiştireceksiniz?
Yeryüzünde çevre katliamının bu kadar acımasızca yapıldığı ikinci bir kıyı ülkesi yokken, toprağın altında gömülecek ortak tarihi miraslarımızın bir tekine bile ses etmeyen, etti mi paylanan, otel için deniz, otoban için sahil, golf sahası için kumsal dolduran ve sıradan bir Pazar pikniği sonrası bile arkasında yüzlerce pet şişe, kağıt, yağ ve kusmuk bırakan bu yığını mı değiştireceksiniz?
Siz kimi değiştireceksiniz?
Zaten değiştirip bu hale getiren sizsiniz…
Bize elli sene sonra martaval okuyup, Menderes’in ‘demokrasi şehidi’ olduğunu anlatmayın. Şehitse Veli Oduncu’dur, Deniz Gezmiş’tir, Mahir Çayan’dır. Onlar sandıktan çıkmadılar, onlar hileyle, düzenle, basınla, Amerika’yla işbirliği yapmadılar. Onlar sırça köşklerde yaşamadılar. Onlar yakınlarına iltimas, kendilerine servet ve bizleri ihtiraslarına fitil yapmadılar. Onlar bir darağacında boyunları kırılıp ölene kadar sarsım sarsım sarsılırken, siz dönüşüm peşindeydiniz.
Adı Gülen kendi ağlayan bir ilkokul tahsilli ‘molla’nın on yıllardır Amerika’nın kucağından kukla gibi eline aldığı iplerine dolaşmış halinizle, bize ‘değişim’ demeyin. Boğazınıza dolaşıp sizi ayakta tutan o iplerin sökülüp gırtlağınıza sımsıkı sarılmaması için, ağzınızdaki değişim taburesini tekmelemiyorsak, saflığımızdandır, saflığımızdan!
Anadolu’nun onbin senedir bir türlü ırzına geçemediğiniz saflığından.
Peki, ne yarattınız? Kompleksler içinde kıvranan kitleler yarattınız. Kürt aşağılana aşağılana, ‘demokrasi havarisi’ olup çıktı. Kadınına değil ikinci sınıf, onbeşinci sınıf tavrıyla bir hayat bahşeden Batman, birden bire ‘federatif demokrasinin kültür kenti’ oldu. Doğurmak ve doyurmaktan öte üzerinde hiçbir külfet hissetmediği çocukları sokaklarda başıkabak, ayağı çıplak dolaştıran Hakkâri ‘ özerk demokrasi’nin kışlası oldu. Bütün hayatını devlete tahvil edip bedava elektrik, su, beleş sağlık güvencesi, özürlü- yetim- bakıma muhtaçlık vs. Valilik ödenekleriyle kahve gündeliğini çıkaran Mardin, aşiret düğünlerinde havalara dolarla savuran, mermiler sıkaran Van, birden bire ‘demogratikğlik’ diye bir sevdanın peşine düştü. Ülkenin kaçak sigara, kaçak mazot, afyon diyarı Diyarbakır, ‘kaçak insanların kaçak dövüşleriyle,’ devlete meydan okunan yer oldu.
Siz neyi değiştireceksiniz?
Bu ülkenin insanlarına iyi bakın. İzmir’den, Ankara’dan, İstanbul’dan çıkın. Bu ülkenin insanlarına şöyle doğru dürüst bir bakın ey NTV, CNN, Habertürk, Kanal D ve bilimum sahibinin sesi müteaahit kanallar.
Bağnazlığı artık yaşam biçimi olarak sürdüren, tek düze ve renksiz yaşamlarına devrim gösterilerini monteleyelen, ekonomik çıkarlarını ideolojilere perdeleyen insanlar göreceksiniz. Bunları mı değiştireceksiniz? Hiçbir işe yaramaz ve hiçbir işe yaramam dengesi üzerine kurulmuş, kömürle yanan, makarna ile çalışan, yeşilkart’la gazı alınan bu insanları mı değiştireceksiniz?
Bu ülkenin şehir meydanlarına iyi bakın. Pub’lardan, kafelerden, havuzlu evlerinizden başınızı çıkarıp, bu ülkenin hastane kadrolarına, milli eğitim kadrolarına, devlet kurumlarının odalarına, odacılarına, amirlerine, şeflerine bakın. Yüzlerce yıldır devleti karşılarında görmüş insanların, devleti ele geçirme keyiflerini göreceksiniz. Hani leşin başındaki köpek tekmeyle kovulmaz ya, leşin başına çöreklenmiş banka müdürleri, kısım şefleri, idare amirleri göreceksiniz. Bunların nakışlı mendilleriyle sildikleri salyaları, günde beş defa tavaf ettikleri mescitleri, kadrolarına doldurdukları şakirtlerini mi değiştireceksiniz?
Sınırlı oldukları halde sınırsız istekleri olan insanlar değişmez. Bileceksiniz. Yaşamdan nasibini gereğince almadığına inanmış insanlar değişmez. Bileceksiniz. Ne verebileceği ile değil, sürekli ne alabileceği ile ilgili insanlar değişmez. Kendi yeterliliklerine bakmadan, başkalarının yetersizliklerini meşguliyet edinenler değişmez.
Topaç gibi dönüp duran siyasilere alışmışken, yeni bir siyasi oluşuma alıştırdığınız bu millete, ‘ değişim’ demek bir yalandır. Değişmez. Bu sizin bulduğunuz yeni bir yalandır. Sizin demokrasiniz, sizin insan kavramınız, yaşam hakkınız, ibadetiniz, vicdanınız ve sanatınız, özge ellerin yıkayıp elinize verdiği projeler, Soros Vakıflarından aşırma planlar ve tasarılardır. Bu ülkede dört kişiden biri, kurduğunuz sandığa gitmedi. Bu ülkenin neredeyse yarısı, size sessiz sedasız bir Hayır çekti. Anayasınızı anlamadan, dinlemeden, önemsemeden, o kadar basın bombardımanına, mücahitlerinize, camilerinize, cemaatlerinize, tehditlerinize aldırmadan, sessiz sedasız bir Hayır çekti.
Bu Hayır sizedir değişimciler. Bu hayır dönüşümcüleredir. Siz değiştirebileceğiniz kadarını zaten elli yıllık iktidarlarınızla değiştirdiniz. Nato ile silahlarımız bağlandı, Gümrük birliği ile pamuğunuz, tütünümüz, fındığımız kısırlaştı. BOP’la iliklerimize kadar ayrıştık, ayrılıyoruz. Ve sizin elbirliği ile inşa ettiğiniz bu kitle, bu güruh, zaten değişeceği kadar değişti. Şimdi prenslerinize kırmızı halılar seren fakir bir esnaf yarattınız dönüşümle… Şimdi papatyalarınızın el etek öpen hanımları var gecekondu mahallelerinde. Şimdi camileriniz daha dolu, daha güçlü, daha çok mümin askeriniz var. Bir Deniz Feneri daha yaratmak, bir Kosova kasası daha doldurmak, bir Erbakan çelmesi daha atıp binlerce dolar iç etmek sevaptır size. Şimdi kürsülerde ağız dolusu küfür edip insan azarlamak, gazeteci paylamak, açık açık yalan söylemek, saptırmak, saldırmak, tehdit etmek, rajon kesmek ‘ karizmatik siyaset’ oldu sayenizde. Ve dürüst siyaset basiretsizlik, efendilikse kısırdöngü siyaset olarak algılanıyor halkınız tarafından.
Daha neyi değiştireceksiniz? Misak-ı Milli sınırları kaldı mı sanıyorsunuz? Paçası sıkan gelsin, Diyarbakır’da Dağ Kapı’da, göğsünde ay-yıldızlı bir fanila ile iki saat çarşıda dolaşsın. ‘Analar ağlamasın’ diye panellerde konuşmalar yapıp kitaplarını satmaya çalışan akademisyenler; buyurun gelin Hakkâri’ye, bir 30 Ağustos töreninde pencerenize Türk Bayrağı asın… Haydi, Batman’da bir dolmuşa binelim; çarşaflı bir kadının yanındaki boş koltuğa oturalım mı? Ağzınız burnunuz kırılıp, İzmir’ e kadar sürülürsünüz ve devşirme basının inşa ettiği sırça saraylarınızda, köşe yazılarınızla laisizm mücadelesi vermeye devam edersiniz.
Anadolu’nun suçu ne? Anadolu’nun suçu, enseste kapattığı gözleri ve dilidir. Bir odanın içerisinde mıncıklanan, mıncıklanmaya, okşanmaya, makas almalara yıllarca ses çıkarmayan Anadolu, bugün topunuzun sırayla ırzına geçtiği geçkin bir orta yaş kadındır. Ve şimdi demokratik hamlelerinizle yaptığınız değişim, bu tecavüzünüzün vesika başvurusudur. Biz doyduk, biraz da başkaları tadına baksın, biz de yolumuzu bulalım diye sattığınız Sümerbank’lar, Eti madenler, Seka’lar, Tüpraş’lar ve Telekom’lar, küresel genelevinde pazarladığınız etimiz, budumuz, al yanağımızdır.
Daha neyi değiştireceksiniz? Vatanseverlik oldu darbecilik, milletseverlik oldu faşizm, Kemalizm oldu Ergenekon, Devletçilik oldu ‘zihniyet’ ve aydınlanma ise statüko?
Bir ülkenin can damarı, sadece ve sadece üniversitelerdir. Bakın üniversitelere? Var mı ses seda? Öğrenciler ve akademisyenler, size ne yaptılar? ‘Tiki’ olacağız, her birimiz birer Acun Ilıcalı olalım, Facebook’da sergi açıp, Twitter’da cambazlık yapalım diye mi vaktiniz yok? Ferit Şahenk iyi baksın üniversitelere… Bilim üretmeyen, bilim adamı yetiştirmeyen, işsizler ordusuna yeni neferler katan, kof kampüslere iyi baksın. Sus pus olmuş, aklı karışık, bir an evvel fakülteyi bitirmekten ve bitirdikten sonrasını düşünmek bile istemeyen eğitim bilimleri, hukuk, siyasal ve sosyal bölüm öğrencileri; siz de sorun, Anadolu’nun suçu ne?
Bu Anadolu değişeceği kadar değişti. Herkesin eline sağlık. 7.4 şiddetinde deprem oldu Marmara’da, Deniz Harp Komutanlığı’nda içkili eğlence var diye oldu dediler ve ‘7.4 Yetmedi mi?’ diye pankart açtılar. İstanbul’da bir belediye otobüsüne molotof kokteyl atıldı, 15 yaşında bir kız yandı ve haftalarca can çekiştikten sonra öldü. Atanlar Habur’da, militan kıyafetleriyle karşılandı, çadır mahkemesinde ‘pişman değiliz’ dediler ve salıverildiler. Hakkında yüzlerce şikayet dilekçesi bulunan Silivri savcısı için disiplin soruşturması bile açılmasın diye, bu ülkenin Adalet Bakanı adeta köşe kapmaca oynar gibi toplantıdan kaçtı, HSYK toplantısını sabote etti ve bu adam ekranlara çıkıp bize ‘değişimi’ anlattı.
Dinleyin. Siz değişimi dinlerken, dönüşüm gerçekleşiyor. Zorunuza gidip Aziz Nesin’e atıf mı yaparsınız, ülkeyi terk etmekten mi bahsedersiniz, Nazım’dan koyun şiirleri mi okursunuz, artık ne yaparsanız yapın kardeşlerim. Siz Rasim Ozan’ların panellerini dinleyin, Tuncay Güney’in mektuplarını okuyun, Ahmet Altan’dan tehlikeli masallar, Yiğit Bulut’tan küresel sermayeler ve Nazlı Iıcak’tan nağmelerle bu halkın değiştiğini dinlerken, dönüşüm devam ediyor.
Dedim ya; leşin başına çöreklenmiş köpek tekmeyle kovulmaz. O kadar yumruk da yediler ama gitmediler. Ne yapalım? Akşama Fatmagül’ün suçunu izleriz, arkasından bir Sansürsüz programı ve sabah olur. Okulda, iş yerinde bir Face açar, sözlük sitelerinde sanal mücahitliklikle içimizi boşaltır ve mıncıklanan yerlerimize pudra sürüp dışarı çıkarız.
Vesikaya kadar yolu var. Hele bir vesikamız çıksın, gerisi kolay.