Dünyada, acılarla sevinçleri bir arada yaşıyoruz. Hayat iyi ve kötü yönleriyle devam ediyor. Bir kısım insanlar keyif içinde yaşarken, bir kısmı da acılar içerisinde kıvranıyor. Onun için, dünyaya sadece kendi penceremizden bakmamalıyız. Mutsuz kimselerin hâlini de düşünüp, gerektiği ölçüde onların sıkıntılarını paylaşmalıyız. Çünkü mutluluklar paylaşıldıkça artar; üzüntüler paylaşıldıkça azalır. Gerçek dost, kötü günde belli olur. İyi günümüzde herkes etrafımızda pervane kesilir. Fakat bir de düşmeye görün, çevrenizde kimseyi bulamazsınız. Bunun adına düpedüz vefasızlık derler.
Tüm dünyada ve Türkiye’de toplam nüfusun yaklaşık yüzde 10’unu sakatlar teşkil etmektedir. Sakatlıkları, doğuştan ve sonradan kaynaklanan sakatlıklar diye iki ayrı gruba ayırabiliriz. Bunların da kendi aralarında alt kısımları mevcuttur.
Doğuştan gelen sakatlıkların ana nedeni akraba evlilikleridir. Günümüzde bile akraba evliliği bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tarz evlilikler eskisi kadar yaygın olmasa da hâlâ yapılmaktadır. Amaç, mevcut toprağın bölünmemesi ve kızın aile dışına çıkarılmamasıdır. Böyle basit bir gerekçe için onca riski yüklenmek akıl kârı değildir. Söz konusu durum, daha çok kırsal kesimde yaşayan ailelerde görülmektedir. Modern eğitim almış kişiler böyle evliliklere tevessül etmemektedir. Demek ki iyi bir tahsil bütün karanlıkları aydınlatıyor. Kalıtsal hastalıkların, akraba evliliklerinden kaynaklandığı ilmî bir hakikattir. Bunu görmezlikten gelmek ilmi reddetmek veya ciddiye almamak demektir. Bir kısım ailenin, menfi bir durumla karşılaşmaması bu ilmî gerçeği çürütmez.
Annelerin hamilelik ve emzirme dönemlerinde mümkün mertebe ilâç kullanmamaları gerekir. Çünkü alınan ilâçlar, bebeğin gelişimini olumsuz bir biçimde etkilemektedir. Emziren kadınlar ilâç kullanacakları zaman, çocuklarını emzirmemelidir. Özellikle antibiyotikler kullanılmamalıdır. Hayatî bir durum söz konusuysa doktor kontrolünde kullanılmalıdır. Aksi halde zekâ geriliklerinden ortopedik özürlülüğe kadar pek çok sorunla karşılaşabiliriz. Bunları hepimiz zaman zaman değişik vesilelerle duyuyoruz. Bunları bilmek için ille de tıp otoritesi olmaya gerek yoktur.
Doğuştan sonra da sakat kalma riski peşimizi bırakmıyor. Trafik ve iş kazaları hayatımızı karartabiliyor. Türkiye’de işçi sağlığına yeterince önem verilmiyor. Öyle ki, sağlıksız ortamlarda sigortasız işçiler istihdam edilebiliyor. Birçok uzuv kayıpları yaşanabiliyor. İşverenler daha çok üretmek ve daha çok kazanmak için ne yazık ki her yolu mubah görüyorlar. İşçi sağlığı kimin umurunda? Zaten denetim mekanizmaları doğru dürüst işlemiyor. Patronları yönlendirecek ve zorlayacak fiili müdahaleler yeterli olmadığı için, herkes bildiği gibi hareket ediyor. Tabii ki, olan fakire ve garibana oluyor. Bir somun ekmek için kolunu ve bacağını fedâ edebiliyorlar. Başka çare de yok şimdilik görünürde.
Trafik kazalarında yaralanan ve sakat kalan insanların sayısı her geçen gün artıyor. Gün geçmiyor ki birileri trafik kazalarında uzuvlarını kaybetmesin. Buna bir de vatanın birliği ve korunması için teröristlerle girdiği çatışmalarda yaralananları eklersek mevcut rakam daha da artar; hazin bir tablo çıkar ortaya.
Çağdaş ülkeler, özürlülerin meselelerini çoktan halletmişlerdir. Ülkemiz bu konuda eskiye nazaran iyi bir yola girmiş bulunmaktadır. Fakat ülke olarak yine de eksikliklerimiz çoktur. Bu hususta samimi gayretlerin olması bizi fazlasıyla mutlu ediyor.
Engelliler bu ülkenin birinci sınıf vatandaşlarıdır. Engellileri bir yük ve külfet olarak görmemeliyiz. Bizlerin de böyle hazin tablolarla karşılaşmayacağını kim garanti edebilir ki? Engellilere saygısı ve merhameti olmayan kişilerin insanlığından şüphe ederim.