“…Ağzınızı hayra açın. Niyet hayr, akıbet hayr!..”
27 Mayıs 1960 ile başlayan fetret devrinin en nefreti mucip, zalim ve illet tarafı, adalet ahlâkı, salt dürüstlük ve evrensel hukuk anlayışından yoksun olmasıdır. Peki, bu “anayasada değişiklik” tasarısı 27 Mayıs’ı sorgulama ve yargılama yolunu açıyor mu? Hayır.
Kendilerini “din adamı, gönül adamı, şeyh, efendi, kanaat önderi ve mürşit” gibi nam, öğe ve unvanlarla açıklayıp tanımlayan eşhas bunu (aldatmaca ve yalanı) apaçık gördükleri, bildikleri halde; Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk TBMM’de söylediği “Her Millet layık olduğu şekilde yönetilir” sözünün günümüzde geçerli olduğunu, geçerliğini koruduğunu haykırırcasına niçin şerrin, batıl, tefrika ve yanlışın yanında yer alıyorlar..
Bunlar, öyle gafil kör ve sağır hallere düştüler ki, Peygamber efendimizin “Kendini idareden aciz milletlerin başına öyle birilerini musallat ederiz ki, gelenlerden memnun kalırlar ve gelenler de onlardan..” hadisinin bile anlamını idrak edemez, kavrayamaz oldular..
Kaldı ki, bugün ülkemizde ve kentimizde hala açlık ve işsizlik sürüyorsa ve memleketi bu duruma getirenler önemli makamlarda görev başında iseler suçu nerede aramalıyız?
Kendimizde mi? Bizi yönetenlerde mi?
Dahası; Bizi yönetenleri acaba biz mi seçtik?
Seçim ve siyasi partiler kanunları buna imkân vermekte midir?
Yoksa 50 yıl önce başlayan vesayet, cunta, sulta ve dikta neden hükümfermadır?..
Neden yolsuzluk artarak sürmektedir. Yoksuzluk haksızlık getirir.
Haksızlık, hukuksuzluk ve yolsuzluk halka bir “değişim” (transformasyon) gibi sunulmaya çalışılmaktadır. Oysa; Fiyakalı koltuklu, süslü odalı makamlarını kaybetmek istemeyenlerle; aynı makam sahiplerine yaranmaya, yahut onların yerine oturmaya çalışan, buzlanmış beyinlerin; bir türlü anlayamadığı sürekli değişim bu değişim değildir…
Gerçek değişim terakkidir. Dönüşümdür. Bu sayede taş devrinden,bu güne gelindi….
Odun parçası mı değerli, altın parçası mı değerli?- O anda ne işe yaradıklarına bağlı…
Küçük derelerdir büyük nehirleri oluşturan. Öyleyse bakalım. Kim cahil. Kim değil?
Okumuş yüksel yapmış, eğitimli insanımızın %90 nına yakını devleti hortumlamakta, yani hırsızlık yapmaktadır.
Hırsızlık cahillerin işidir. Evrakta sahtecilik yapmaktadır. Sahtecilik cahillik işidir. Bankaların için boşaltmaktadır. Bu cahillerin işidir. Her türlü yalan, iftira ve dedikodu yapmaktadır. Bunlar cahillerin işidir. Bir kısmı ordu göreve diyerek darbe çağrısı yapmaktadır. Bu cahil, zayıf, korkak basiretsiz kişilerin işidir. Bunlar ihtisas sahibi olmadıkları konularda ahkâm kesmektedirler. Her konuyu bildiğini sanan cahillerdendir.
Buradan Yunus Emre ile bir cevap verelim.
İlim ilmek ilmektir/İlim kendin bilmektir/Sen kendini bilmezsin/Ya nice okumaktır.
Bunlara bir görev verildiğinde her şeyi bildiğini sanarak kimseye danışmadan, müşavere etmeden iş yapan cahillerdir.
Oysa bunların cahil dedikleri okuması, yazması olmayan birine bir görev verilse ben bunu bir araştırayım, danışayım diyerek görevini en iyi şekilde yapmaya çalışan arif ve feraset sahibi insanı karşında bulursun.
Yine Yunus’un iki dörtlüğü ile bu okumuş cahillere seslenelim.
Okudum bildim deme/Çok taat kıldım deme.
Eğer Hak bilmez isen/Abes yere yelmektir.
Dört kitabın ma’nisi/Bellidir bir elifte.
Sen elifi bilmezsin/Bu nice okumaktır.
Milletimiz asla cahil değildir, milletimiz ariftir, feraset sahibidir. Milleti aldatmaya yönelik manüplasyonlara, yalanlara feraseti ile aldanmamıştır. Asıl cahil olanlar, bu milletin dişinden, tırnağından arttırarak okuttuğu ve kendisine tepeden bakan, kendisini yok sayan, değer vermeyen, alay eden, güdülecek sürü gibi görenlerdir… Allah bu milletin başına bela olan okumuş cahillere fırsat vermesin…
Anayasa değişiklik tasarıları ve referandum tarihinin en tuhaf, trajik ve antidemokratik olayı şu 12 Eylül referandumu olup; Bu bir dayatma, mecbur tutma, mahküm etme ve ataların dediği gibi ‘ahlâk dışı aldatma, kandırma ve hukuksuz icbar’dır.
Daha açık bir anlatımla: Hileci, üçkâğıtçı, dessas ve kurnaz manavın; Dibi çürükle dolu bir çuval inciri, tepeye serpili az miktar kaliteyle tüketiciye kazıklaması gibi bir şey… Veya AB ve ABD’den zorunlu bir alım yapmaya kalktığınızda, yanına bir sürü işe yaramaz ve ihtiyacınız olmayan mal dayatmaları misal, fırsatı ganimet bilerek yapılan bir “uyutma, aldatma, kakalama ve kandırma” yöntemi gibi…
Öyle değilse, niçin 26 madde tek tek oylamaya sunulmadı?..
Bu bir oyun. Kuralı adalet, hukuk ve ahlâk olmayan kirli bir oyun!..
İlk kez “emir ve kademe zincirine riayetle” gerçekleşen 12 Eylül;
1961’e nazaran çok daha onurlu, adil ve şereflice oluşturulan Anayasa;
Bu anayasa uyarı teşekkül eden kamu yönetimi, kurum ve kuruluşlara karşı tavır;
Ve, “12 Eylül öncesi özlemi” ile hayata geçirilmek istenen bir irtica düzenlemesi!…
Anayasası, ıslah edilmiş kurumları ve öncekine oranla “hür, hükümran, egemen ve özgür” bir Türkiye istikametinde oluşturulan mevzuata karşı Turgut Özal’dan beri süregelen düşmanlık. Bunun icrası ise, ABD partnerliği ve AB yalakalığı yoluyla yapılmakta…
Aldatmaca-kandırmaca, dayatmaca, hile ve desisenin sebep ve hikmetine gelince:
Mayıs 27 Mayıs, 11 Kasım 1938 karşıdevriminin ikinci aşamasıdır…
(Gerçekte 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat’da mütemmim cüz olarak planlanmıştı.)
Temel amaç: 14 Mayıs kazasını, bütün sebep ve sonuçlarıyla kökten söküp atmak; Atatürk, Türklük, Türkçülük, Milliyetçilik ve İslâm adına Türkiye Cumhuriyeti’nde her ne varsa tarihten, tabiattan ve hayattan silmek, hafızalardan kazımaktı.
Bu cihetle 27 Mayıs’ın hesabı sorulmadan, 12 Eylül ve diğerlerinin hesabı sorulamaz.
Ancak, 12 Eylül’ün milli mutfakçıları, gizli kahramanları, doğal aktörleri, umur-u hikmet ve ebed müddet devlet yanlısı, Türk Milliyetçisi samimi zinde güçleri vardı. Başta Dr. Faruk SÜKAN olmak üzere, kamu vicdanını temsil edenler bunun pek ala farkında ve şuurunda olarak hareket ettiler. Dolayısıyla 12 Eylül, devrimbazların, gerici, mürteci ve yobazların, dâhili ve harici bedhahların planladığı biçimde gerçekleşmedi.
İşte 12 Eylül’e karşı derin düşmanlığın esas nedeni ve sebebi budur.
Bu nedenle 12 Eylül’ün bir tek sebebi, fakat iki yüzü vardır.
Sebep: Şiddetle tahrik edilen kardeş kavgası, kan, kin, nefret ve intikam; Ülke ve milleti bölmeye, parçalamaya matuf fesat, ifsat, tefrika, yalan, talan, iftira!.. Hayatın her alanına sızan rüşvet, iltimas, hırsızlık, yolsuzluk, hortumculuk, kamu gücü destekli banker ve banka, döviz-faiz faciaları… Karaborsa, kıtlık, yokluk, fakirlik ve yoksulluk. Bir millet ve toplumu çürütmek, yozlaştırmak ve yok etmek için lâzım gelen bütün lânetli işler, kirli iş ve pis argümanlar!..
Tarafların aktörleri bir, baronları birdir. Kargaşa için silâh, örgütlenme için para, hep aynı kaynaktan gelir, sağa da, sola da aynı elden verilir. Oynan, kanlı, kirli, alçakça, düşmanca, menfur bir oyundur.
12 Eylül’ün en önemli sebeplerinden biri de, Hungtinton ve Prof. Bernard Levis tarafından ortaya atılan ve belirli çevreler tarafından zamanla Büyük Orta Doğu Projesi’ne (BOP) dönüştürülen “uygarlıklar çatışması” için Türkiye’ de ortam hazırlama gayretlerine dayanır. Aslında bunun evveli 1957-60 yıllarını da içine alır. Ancak, DP’nin çok bilinçli, milli meselelere vakıf ve çok uyanık kadroları ülkeyi büyük badirelerden kurtarmış, ancak, hüsrana uğrattığı dış düşmanla birlikte tezgâhlanan 27 Mayıs felâketinin önüne geçmeye yetmemiştir.
Sonuç “evet” olursa; Milli Birlik ve Milli hâkimiyet sağlanıp korunacak mı?
Recep’in yüzüne karşı yükselen ‘özerklik’ teranelerine bakılırsa,
Kesinlikle “Hayır” !……..
OKUMUŞ CAHİLLERİN verdiği zararın haddi hesabı yoktur.
50 yıldır da eğitim sistemimiz maalesef okumuş cahil üretme fabrikası olan EZBERCİLİK SİSTEMİDİR.
Ezbercilik sistemi dinde HAFIZLIK olarak sosyal eğitimde de papağanlar üretmekte ve toplumu felakete sürüklemektedir.
Papağalanları çoğalttık sadece onuda gelişme diyorlar