Demokrasi esas olarak sınıflara ve toplumsal kesimlere dayanır. Bireylerin aktif yurttaş olarak toplumsal yaşama ve siyasete katılımı örgütlenme süreciyle gerçekleşir.
Türkiye’de 13 milyon kişi ücretli durumdadır. İstanbul-İzmir gibi metropollerde ücretli nüfus yüzde 80’in üzerindedir. Bu emek nüfusunun resmi olarak sendikalı sayısı 3 milyondur. Toplu sözleşme hakkını kullanabilen emekçi sayısı ise ancak 700 bin kişidir. 13’ te 1 bile değil!.
Bu durumda ortada önemli sayıda bir emek örgütlenmesi yoktur. Ölçüt olarak toplu sözleşme hakkını kullanan ücretliler esas alındığında toplam nüfusun yüzde 1’i ancak ücreti bakımından toplu sözleşme yapabilecek durumdadır.
Emek güçlerinin bu denli zayıf olduğu ülkede demokrasi çıtası da oldukça düşüktür. Demokratik yapılanma zayıfkalınca düşünceleri açıklama ve örgütlenme olanakları da kısıtlı kalmaktadır.
Sonuçta, toplumun geniş kesimlerinde “bin çiçek açamamakta, bin fikir akımı” tartışılamamaktadır.
Toplumumuzdaki emek güçlerinin zayıflığı sadece bize ait değil. 1980 sonrası küresel gelişmelerle ilgili bir olgudur bu.
1978 yılında IMF ve Dünya Bankası bazı kararlar aldı. Bu toplantı Washington’da yapılmıştı. Dolayısıyla bunlara Washington mutabakatı(Washington Consensus) denildi. Bu kararlar 1980’den itibaren hem Türkiye’de hem de dünyada uygulanmaya konulan yeni liberal politikaların temelini oluşturdu.
Nobel iktisat ödülü sahibi J.Stiglitz’e göre:”Gelişmekte olan dünyanın geri kalan kısmı Washington Mutabakatını uygulayarak daha yüksek bir “gayri safi yurt içi hâsıla” gibi romantik bir macera peşinde koşarken, Çin sürdürülebilir ve daha eşitlikçi bir reel yaşam standardını amaçladığını ortaya koydu.”(Stiglitz,J.:”Development in Defiance of the Washington Concensus”The Guardian,Thursday 13 April 2006)
Stiglitz’e göre, Çin’in başarısının temelinde Washington mutabakatını uygulamamak yatmaktadır.
Çin kendi ülkesinin özel koşullarına göre politikalar üretip bunları uygulamaya koymuştur.
Sonuçta çok uzun yıllar sürekli ve yüksek büyüme hızları yaşamış ve yaşamaktadır.
Bizim gibi ülkelerde 1980 sonrasında emek güçleri genellikle gerilemektedir.
Son yıllarda da istihdam ilerlememekte, reel ücretlerde yükseliş olmamaktadır. İşsizlik ve yoksulluk artınca da emek cephesi sadece düşünsel değil, örgütsel olarak da zayıflamaktadır.
Toplumsallık bu denli zayıf kaldıkça bireysel davranışların önü açılmaktadır.
Bu koşullarda bireylerin aktif yurttaş olarak daha katılımcı olmaları çözüm gibi görünebilir.
Evet. Hepimiz aktif yurttaş olalım. Öncelikle hak-hukuk olmak üzere tüm konularda duyarlı ve uyarıcı olalım. Ama toplumsal olarak da daha ileri seviyelere ulaşmak için ortak akıl ve katılımları güçlendirmeliyiz.
Bu, hem bir demokratik hak ve görev hem de insancıl bir sorumluluktur.
Sn.Halit SUİÇMEZ yazınızı okudum.
Küresel gelişme Türkiye’yi fazla etkiledi… Yazınız da da belittiğiniz gibi… ”Bu koşullarda bireylerin aktif yurttaş olarak daha katılımcı olmaları çözüm gibi görünebilir.”
Saygılarımla…