Yeni yapım bolluğu ve hayal kırıklığı yaşayarak kısa sürede ekrana veda edişler her sezonun rutinine dönüşmüş halde. Nitekim bu yıl da dur durak bilmeden yeni işler ekrana sürülmekte. Tabii istenilen verimliliği sağlayamayıp birkaç bölümde yayından kaldırılma klişesi de beraberinde yol almakta.
Bu gerçek doğrultusunda mevcut yapımlara baktığımızda durum pek parlak görünmüyor maalesef. Tarihi dizilerin ağırlığını hissettirdiği, önceki dönemlerden devreden yapımların izleyicisini koruyarak yenilerin işini zorlaştırdığı ekranlarda ilk on içinde yer almak artık aslanın ağzında gibi. Pasta payının gittikçe küçüldüğü reyting rekabetinde ilk bölümleriyle dahi yeterli ilgiyi göremeyen dizilerin ayakta kalma savaşı eskisinden daha ağır geçmekte. Zira yerlerine getirilecek yeni yapım bolluğunda kanalların mantığı ‘Biri tutmazsa diğerini deneriz’ şeklinde! Hoş, gidenin yerine gelenlerin fark yaratması nadir oluyor ya… O da ayrı bir konu.
Dolayısıyla büyük iddialarla ekran mücadelesine soyunanların işin ciddiyetini anlayıp ona göre içerik performanslarını mantıklı ve ilgi çekici biçimde geliştirmeleri, karakterlerini güçlü diyaloglarla donatmaları şart. Aksi takdirde tüm iddialar nafile çırpınıştan öteye geçememekte. Nitekim FOX’un iddialı yenilerinden ‘El Kızı’nın mevcut tablosu da ‘Çabası nafile mi’ diye sorgulatmakta. Dizinin gidişatını kısaca değerlendirecek olursak…
‘EL KIZI’NIN AKSAKLIKLARI…
Orhan Kemal’in romanını kendine yol haritası yapan; bundan dolayı beni de olumlu bekleyişe sokan bir yapımdı ‘El Kızı’… Ne yazık ki başladığı andan itibaren şimşekleri üstüne çekip umut kıran bir tablo koydu ortaya. İçerik ve kurgu mantığındaki aksaklıkların geri dönüşü de reytinglerle gösterdi kendini zaten. İlk bölümüyle Total’de altıncı AB’de dördüncü olan ‘El Kızı’ devamını AB grubundaki yükselişle getirse dahi sonrasında bu gruptaki izleyicide kayıp yaşadı. Total’de altıncılığı koruyan yapım, dördüncü bölümüyle AB’de yedinci sırada yer alarak olumsuz gidişatın sinyallerini verdi.
Bu bağlamda öncelikli sözümüz dizinin, kadın-erkek dünyasını her yönüyle ele alıp sindirilmiş kadınların aile hayatındaki ve toplumdaki açmazını ortaya koyarak yarattığı hüzünle ruhlara dokunmayı başaran, Orhan Kemal imzalı ‘El Kızı’ romanından çok farklı bir içerik mantığına sahip olduğu yönünde olacak
Şöyle ki; Birebir uyarlamayla uzak yakın ilgisi bulunmayan ‘El Kızı’ dizisi romanın geçtiği 1950’li yılların atmosferi yerine günümüzde yaşanan bir hikâyeye odaklanmış halde. Bu tercih dönem dizisi bolluğunda doğru görünebilir ilk etapta. Ancak içeriği bu şekilde geliştirmenin ana temayı oluşturan erkek egemen düzende ezikleşen kadın tablosunu alabildiğine klişeleştirdiği de bir gerçek. Zira ‘Külkedisi’ simgesiyle özdeşleştirilmeye çalışılan Ezo, ne başkaldıran kişiliğiyle ne de sergilediği çelişkili tavırlarla orijinal eserdeki ‘kadın vurgusu’ mantığına uymamakta.
Mesela altı yaşındayken annesinin hayattan koparılışına şahitlik edip dik başlılığı alışkanlık edinen Ezo’nun sonraki duruşu, romandaki kayınvalide kölesi olarak ‘utangaçlık-saflık-suskunluk’ üçgenine sıkışıp kalan Nazan’la hiç bağdaşmamakta. Dahası sınav için evden kaçışı, okumak için Ali’yle evlenme formülünü akıl edişi gibi plancı bir kişiliğe sahip olduğunu düşünürsek onca yıl babasından dayak yemeyi sineye çekmesi de pek mantıklı gelemiyor. Hele yangın sonrası bir anda gücü eline geçirip Ali’nin deyişiyle ‘İpini koparan enik’ haline gelerek her şartta kendisine yakın olan Ali’yi dehleyip hiç tanımadığı insanları kollamasına ne demeli… İçeriğe zoraki yön verme taktiği gibi duruyor.
Anlayacağınız sırf ferahlamak için durduk yere denize atlayıp sonra da ‘Nasıl çıkacağız buradan’ sorgusuna girişen ve iki adım ötesindeki kıyıya tırmanmak yerine uzaktaki karaya yüzmeye kalkışarak yorgun düşen Ezo’nun sergilediği çelişkili tablo ‘El Kızı’nın inandırıcılığını ve özünü zedeleyen detaylar.
Öte yandan dizinin ‘şiddet’ olgusunu abartması ve bunu ilgi çekmenin baş unsuru halinde kullanarak başlangıcını yapması da izleyicinin tercihini olumsuz yönde etkileyen aksaklıklardan. Kuşkusuz kadın ezilmişliğini yansıtmak için birtakım zorbalıklar sergilenecekti. Lakin evcil köpeğin silahla öldürülmesi ve kadına şiddet görüntülerine bolca yer verilmesi nedeniyle RTÜK’ten ceza da alan ‘El Kızı’ baba kötülüğünün dozunu ayarlamayı beceremediği gibi şiddetin boyutunu babaanneye, üvey anneye ve dahi üvey annenin erkek kardeşine kadar taşıdı ilk bölümünde. Resul’ün çok havlıyor diye Ezo’nun köpeğini ve çiftlik çalışanını gün boyu güneşin altında bırakma acımasızlığını ‘kurgu’ gereği sineye çektik hadi… Ama Ezo’nun odasına fütursuzca dalmakta, Seher’le Ezo’nun yatağında yatmakta sakınca görmeyen Bekir’in Ezo’yu kıyasıya dövmesini ve köpeği çekip vurmasını maalesef sindiremedik.
Velhasıl; ‘El Kızı’ canhıraş abartılar eşliğinde şiddet sergileyerek yüzünü gösterip ekrandaki şiddet bolluğuna katkıda bulunmayı ve izleyici toplamayı tercih etmiş ama… Evdeki hesap çarşıya uymayınca ipin ucu kaçmış. Bolca ilgi yerine bolca tepki alınarak reytinglerde geride kalmanın yolu açılmış. Yazık.
Tüm bu olumsuzlukların yanı sıra daha ilk bölümden itibaren dizide sayısız mantık hatası olduğunu ve bunların ilgi çekiciliği zedelediği gerçeği de orta yerde durmakta.
Misal matadorluğa heveslenmişçesine boğa tarafından kovalanıp dramatik bir öyküyü komediye çeviren Ezo’nun gizli kapaklı katıldığı sınavda gözlemciye yaptığı terbiyesizlik… Nasıl bir şeydi öyle? Sınava katılan biri saçına taktığı çiçeği çöpe attı diye çöpü sınıfa devirme özgürlüğüne sahip olabilir mi? Keza Cavidan tarafından kovulanlar, Ekrem Bey ve Ali ‘Yok öyle bir şey’ dediği halde, neden gece vakti gidip elde meşalelerle ev basarak Cavidan’ı dışarı sürüklediler? İşten atılmamışsınız, daha ne istiyorsunuz? Geçmişin diyeti yaşatılacak ya hesapta… Cavidan’ın kâbusunun ardından bu baskın yaratılmış işte. Peki bunu geçtim… Bu süreçte başta Ezo olmak üzere ev ahalisi niye Jandarmayı aramak yerine şaşkın tavuk gibi davrandı? Hele Ezo’nun elde tüfek cengâver gibi ahalinin karşısına çıkıp gövde gösterisi yapmasına ne demeli? Şiddete şiddetle karşılık verip kolluk güçlerini yok sayarak kendi kanunu kendin yaz mantığı mı? Şiddeti bir şekilde özendirmeyi vazife edinen bu sahnelerin başka izahı yok çünkü.
Ve Fikret Kuşkan’ın canlandırdığı Resul karakterinin varlığı… İlk bölümdeki yangında paçaları tutuşarak camdan atlayan, cenaze namazı kılınan, lokması dökülen Resul… Bir de baktık ki, ‘Oğlum, oğlum’ diye gözyaşı döküp karalar bağlayarak Ezo’ya afra tafra atan annesi Cavidan tarafından bir evde zincirlenmiş halde yaşamakta. Bu nasıl oldu peki? Resul yaşıyorduysa ambulans görevlilerinden imamına cümlesi Cavidan’ın adamı mıydı da yaşayanı ölü olarak gösterip gömdüler? Bu arada Resul niyetine gömülen kimdi? Amannn… Kimse kim diyelim ‘El Kızı’nda mantık aramaktan vazgeçelim en iyisi.
SONUÇTA; Mutsuzlukların, şiddetin ve dalaverenin ana tema haline geldiği dizi dünyamızda sıradanlığı aşabilen yapım sayısı oldukça az. TRT için çekilen uyarlamasıyla gayet güzel bir performans sergilemişken FOX ekranında yer alan yeni nesil haliyle popüler kültüre oynayan klişelerin ötesine geçemeyen… Gözlerini pörtlete pörtlete oradan oraya koşturup ortalık karıştıran Seher’i, Ezo’nun üvey kız kardeşi yaparak Zeliha’nın Resul’e ihanet içinde olduğunu yansıtan… Ve bu yolla adeta Resul’ün işlediği cinayeti haklı konuma getiren ‘El Kızı’ dizisi de sıradanlar kervanına katılanlardan. Oyuncu performanslarına sözümüz yok ama içerikte durum parlak değil.
Ön değerlendirmemde ‘‘Orijinal içerikten ‘devam öyküsü’ geliştirmeye niyetli bir iş görünümünde’’ yorumumu yaptığım… Lakin bölümler yayınlandıkça devam öyküsünü şiddet ve paragözlük dalaveresi klişesine döndürdüğünü gördüğüm ‘El Kızı’ bu haliyle nereye kadar işi götürür derseniz… Nafile çırpınışlardan vazgeçilmediği sürece zor derim.
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal