Ekonomiden de “dili”nden de pek anladığımı söyleyemem, lakin vatandaşın anlattıklarını, esnafın sıkıntılarını ve iş dünyasından insanların yakınmalarında kullandıkları “dili” anlayabiliyorum.
Kabul ediyoruz ki 2013 Gezi kalkışmasına kadar büyümekte ısrar eden ülke ekonomisi bu tarihten itibaren 2002-2013 arasındaki endişesizlik halini terk etti. 17/25 Aralık FETÖ’cü yargı-emniyet darbesi ise ekonomimizin büyümeye veda etmesine neden oldu.
Suriye iç savaşı, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile imzaladığımız petrol sevkiyatı anlaşmasının ABD-İsrail-FETÖ-PKK tarafından sabote edilmesi, 7 Haziran 2015 seçimleri, Çözüm Süreci dolayısıyla ara verilen PKK ile çatışmaların yeniden başlaması ve PKK tarafından şehirlerde çukur kazılması ve nihayet 2016 FETÖ darbe ve işgal teşebbüsü ülkemizin ekonomik krize girmesine sebebiyet verdi.
Bu yaşanmışlıklara rağmen kimi yorumcu ve siyasinin “Ekonomimiz iyi gitmiyordu, şunu eksik bıraktılar, bunu böyle yaptılar” diyerek yukarıda saydığımız süreçleri bu ülke yaşamamış gibi konuşmalarını hayretle takip ettik. Dedim ya ekonomiden çok anlamam, lakin dünyanın hiçbir ülkesinin bu badirelerle karşılaştıktan sonra siyasi ve iktisadi olarak ayakta kalmayacağını bilecek kadar ekonomi-siyaset ilişkisinden anlarım. Ve yine bilirim ki ABD’li bir Papaz tutuklandı diye bu ülkenin ekonomisi krize girecek kadar çürük değildi.
Burada ekonomi yönetimi kusursuzdu/r demiyorum, zira bizzat ekonomi yönetimi tarafından belirlenen hatalarımız olmuş ve olacaktır da lakin, ekonomimizin bugün içinde bulunduğu darboğazın bizim dışımızdaki ekonomik olarak çok güçlü lobilerin, ÇUŞ’ların (ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER) ülkemizi kendi kontrolleri altına almaya yönelik operasyonları olduğunu unutmamalıyız.
Biliyorum, birileri burada derhal Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak’ı savunduğumu, onu aklamaya çalıştığımı söyleyecek. Doğrusu Sayın Albayrak’ı savunmamı gerektirici bir durum yok. Berat Bey’i 19 saatlik bakan iken ülkede başlayan ekonomik krizden sorumlu tutunlar beni de F-35’lerin ABD tarafından Türkiye’ye verilmemesinden sorumlu tutabilirler, zira ayarı kaçıranların nerede duracağının hatta durup durmayacaklarının belirsizliği ile karşı karşıyayız.
Ha, Berat Bey’in kabinede görev alıp almaması konusunu konuşacak isek, o mesele bu yazının konusu değil, belki başka bir yazıda tartışabiliriz.
Sadede geliyorum.
Ülkede ekonomi ile ilgili umutlu bir bekleyiş var. Üst üste yapılan seçimlerden sonra dört yıl boyunca seçimsiz bir dönemin başlaması ile birlikte faizlerle ilgili olumlu gelişmeler iş dünyasının umutlu olmasını besliyor.
MB Başkanı’nın görevden alınmasının yüksek faizle ilgili olması olumlu karşılandı. Çünkü yeni başkanın da Başkan Recep Tayyip Erdoğan gibi yüksek faizin enflasyon ve iktisadi gelişmenin önündeki en büyük engel olduğuna inanması umudu canlı tutmaya vesile oluyor.
Ticaretle uğraşan insanlarla konuşuyoruz, “Ağustos 2018 krizinin etkilerinin devam ettiğini, bunun parasızlıkla değil, ileriyi görememe ile ilgili” olduğunu ifade ettikten sonra, denetim yetersizliğinden kaynaklanan fahiş zamların piyasaları çok olumsuz etkilediğini söylüyorlar ve ekliyorlar,
“Bankaların faizleri artırması piyasaya iki yönüyle zarar verdi:
1- Bankaların verdiği yüksek faiz; zira yüksek faiz insanımızı parasını bankaya yatırıp faizi ile geçinmeye zorluyor,
2- Bankaların aldığı yüksek faiz; zira iş dünyasın, bankaların bugünkü faiz oranları ile kredi almaları mümkün değil, çünkü kredilerde uygulanan yüksek faiz geri ödemeyi zorlaştırıyor.”
Ekonomik gidişattan en çok etkilenen kesim ticaretle uğraşan küçük ve orta ölçekli kesimdir. Bu kesimlerin istediği şey faizlerin düşürülmesi. % 14-17 bandının piyasa karşılığına sahip olduğunu söyleyen iş dünyası bütün dikkatini ayın 24 ve sonrasına çevirmiş.
Hayırlısı.