Geçen sabah, evdeyim, kahvaltı yapayım dedim, keyifle mutfağa gittim. Bir baktım ki ne göreyim çok çok şükür kahvaltılıklar mevcut lakin evde ekmek yok. Ev dördüncü katta, bakkala gidip ekmek almak kolay değil, evde çocuk da yok.
Bütün iştahım kaçtı, tabi biz öyle ekmeksiz kahvaltı neyim yapacak Kelokslardan da değiliz, kepekle sütle. E ne edeceğiz, ya tıpış tıpış bakkala gidilecek ya da eve en erken gelecek olanın ekmek getirmesini bekleyeceğiz ki bu da kısa sürede olacak bir ihtimal değil.
Yeni Yaşam şekillerine kıza kıza şunları söyledim o arada arayan bir dostuma telefonda “Evde un var, maya var hatta gülme gülme ekmek pişirme makinası dahi var ama ekmek pişirme alışkanlığı artık yok iyi mi?” Karşılıklı gülüştük. O ekmek makinası evimize ekmek makinalarının peynir ekmek gibi her eve alınmasının manyakça moda olduğu günlerde eşim ve oğlum tarafından her anneye alındığı gibi bana da anneler günü hediyesi olarak alınmıştı.
O makina son oldu o tip hediye istemediğimi avaz avaz söyledim “Ben zaten ev işi yapıyorum bana daha çok ev işi yapmam için ev aleti alıp durmayın, özel günlerde söz gelimi bir Dilber Ay kaseti alın da “Zorunda mıyım”ı dinleyim ya da ne bileyim bir sinema bileti alın film izleyim” dedim. Ertesi yıl “Babam ve Oğlum’u izlemiştik oğlumla, gaddar babanın pişmanlık sahnesinde ağlaya ağlaya. İsyanlarım işe yaramıştı.
Makina ne mi oldu? Baktılar ben açmıyorum kutusunu bile, alıştığım teflon tavamla, fırınım ve ızgaramla yapıyorum böreği çöreği, baba oğul, birgün açtılar ekmek pişirme makinamızı uğraşa uğraşa güzel ekmekler pişirdiler birkaç kez, lezzetli de oldu hani ekmekler, sonra usandılar, evdeki her elektrikli alet gibi duruyor şimdi balkondaki dolabın içindeki kutusunda.
Gelişmiş ülkelerin elektronik alet çöplüğü olan ülkelerden ya ülkemiz de. Ama çok şükür elektrikli diş fırçalama aletimiz yok, hiç olmayacak da.
Sonra birgün asıl hikayesini de kuaförümden dinledim ekmek pişirme makinalarının.
Kuaförler, terziler, hocalar çok konuşur istisnaları olsa da. Kuaför adamın serencamı da şöyle. Yaşadığı o günlere gittiğini belli eden bir iç geçirişten sonra başladı anlatmaya “Gençtim, bundan yirmi yirmibeş sene önce babamlara sevdiğim kızı almıyorlar diye kızdım, yurtdışında kaçtım. Almanya’ ya akrabalarımın yanına, oralarda bir süre kaçak göçek çalıştım, İspanya’ya geçtim biraz da orda çalıştım” elindeki fırçayla boyaları hazırladığı küçük kaptan alıp alıp saçıma sürerken, devam etti: “Almanya’dan da Hollanda, Danimarka, İsviçre hepsini dolaştım yine birçok işte çalıştım, o günlerde ben oradayken ekmeğe fiyatını ikiye katlayan bir zam yapıldı, halk bunu haksız buldu, derhal fırınlardan ekmek almayı kesti, gösteriler yapıldı, herkes aylarca yanılmıyorsam dokuz aya yakın ekmeğini kendi evinde pişirdi, daha fazla bu boykota dayanamayan fırıncılar devlet yöneticileri görüştü ekmek fiyatları eski ederine çekildi, halk da tekrar ekmek almaya başladı, ben bu olaya bire bir şahit oldum hocam”
Ben de dedim ki sonra da ekmek makinaları üretildi üçüncü dünya ülkelerine satıldı işte. Gıpta ettim bu İskandinav ülkesinin kadınlarının sağlam duruşuna.
Yurtdışında görevliyken Almanya’da kaldığımızda da hep olurdu dondurucuda stok ekmek. Çünkü onların pazar günleri marketleri kapalı, birçok kutlama günlerinde de. Ayrıca buzluğa koyulmak için hazırlanan yarı pişmiş ekmekler yapılıyor, onları alıp koyuyorsunuz buzluğa, çıkarınca da fırında biraz daha pişirip öyle yiyorsunuz zevke göre çeşit çeşit baharat, sarımsak ve tereyağıyla hazırlanmış o güzelim ekmekleri.
Sadece Türk dönerciler açık olur o tatil günlerinde, ordan alınır o zaman da ekmek. Onlarda da Türk pidesi olur kocaman kocaman.
Oysa tabiatta yaşamı kımıldatan, uyandıran şey ilk güneş ışığı ise eskiden de evde evin anasının pişirdiği ekmeğin kokusuydu hayatı başlatan, ne ara nasıl ne oldu da düştük bu durumlara? Bilmem ki.
Çocukluğumu hatırlıyorum hergün çörekler pişirirdi babaannem saç arasında, her gün yufka ekmekler, bükmeler, katmerler, saçkıranlar denilen büyük katmerler, bazlamalar yapılırdı avlumuzun bahçesindeki tandırda, ramazanın her gününde akşam namazından hemen sonra teravih vakti gelmeden hamur mayalanır, her sahur pamuk gibi bazlamalar pişirirdi annem. Elim iş tutmaya başlar başlamaz hep ben yoğurmuşumdur o hamurları hevesle çocukluktan ilkgençliğe evrilen gençlik hevesiyle kıvrım kıvrım ellerimle.
Ekmek pişmeyen ev, kendi yerli tohumuyla buğday ekmeyen ülke olur mu? Oluyor işte, elli çesit tava, ızgara fırın, makina var ama evlerde ekmek pişmiyor, köylerde de şehirlere göç çok olduğundan tarım unutuluyor. Bu hiç iyi bir gidişat değil. Bunları düşünüp bu git gelleri yaşayıp dururken fazla aldığımızda fazlasını buzluğa koyduğum ekmekleri hatırladım ve çıkardım dolabın dondurucusundan, biraz ısıtıp yaptım kahvaltımı çok şükür. Ağzımızın tadı bozulmasın, ekmeğimiz aşımız da bol ve bereketli olsun inşallah efendim.
Şükran Uçkaç Yargı
Sazsızozan
19.11.19
Ankara