Bir gün yağmuru seyrediyordum. Bir yaz yağmuruydu ve aniden hızlı bir şekilde başladı. Bahçedeki bütün bitkilerin yana doğru eğildiklerini fark ettim. Önce yağmurdan kırıldıkların zannettim. Fakat kırılmamış, eğilmişlerdi. Yağmur bittiğinde yeniden doğruldular, daha diri ve güzel görünüyorlardı. Yağmur onları hem yıkamış hem de beslemişti.
Kırılacakları yağmurdan “eğilerek kurtulmayı” başarmışlardı. Aynen bunun gibi, hayat olayları içinde egolarımızı dik tutacağız diye direnmesek, gerektiğinde eğilsek, o zaman olayların getirdiği mesajları okuyarak daha anlamlı ilişkiler kurabileceğiz.
İnsanın insanla geçinmesi kırmadan kırılmadan beraberce yürüyebilmesi her zaman kolay olmaz. Hele bugünün insanı gururundan “burnu düşse almayacak” kadar müstağni bir duruş içinde.
Evlilikler de, ilişkiler de çoğu kere bu gurur yüzünden yara alıyor, bir daha da toparlanamıyor. İnsanlar, karşısındakileri anlamak için birazcık eğilmeyi göze alamıyorlar belki, ama sonrasında kırılmayı ve dağılmayı kendilerine reva görüyorlar.
İnsan olarak hiçbirimiz, bir diğerimize benzemiyoruz. Her insan biricik. Sevdiği şeyler farklı, sevmedikleri farklı…
Aynı salonda oturup aynı televizyonu izlerken, birinin istediği dizi, diğerinin haber bülteni ise hangisi eğilecek?
Pazar gününü birisi evde dinlenerek, diğeri market alışverişi için dışarı çıkarak geçirmek istiyorsa, ne olacak?
Çocuk büyütme konusunda birisi özgür bırakmayı, diğeri geleneksel yöntemleri uygulamayı istiyorsa, kimin isteği üzerine çocuk yetiştirilecek?
Kimse eğilmek istemiyor. Güçlü olanın kazandığı, kazanana kadar da diğerini acıttığı bir ilişkiler ağında boşanma oranlarının her geçen gün tırmandığını biliyoruz. Kırık kalplerin arttığına şahit oluyoruz. Kinlerin ve öfkelerin büyümesini seyrediyoruz.
Birbirine dayanmayan ve boşanmanın kendilerini hafifleteceğini umanlar, çok geçmeden hayatın zorlukları karşısında her geçen gün ağırlaşan yüklerin altına girmiyorlar mı?
Zor bir problemin çözüm yolunu bulmak yerine dediğim dedik diye direnmek sonrasında dağılmayı getiriyor.
Yemeği dört dörtlük olmadığı için, beyaz gömleği istediği kadar beyaz olmadığı, kuru fasulye-pilav annesinin pişirdiği gibi olmadığı için eşini hayatından bezdirenler… Sonrasında ucuz lokantalarda çorba içerken bulmuyorlar mı kendilerini? Gri gömleklerle “Bir-iki gün daha nasıl idare ederiz”in hesaplarını yapmayacaklar mı?
Romantizmden nasibi olmadığı için oduna benzeterek her gün değersizlik duygusu yükledikleri eşleri hayatlarından çıktığında, hayatın ağırlığı karşısında dramatik filmlere gözyaşı döker olmayacaklar mı?
Evlilik kadar, boşanmak da gerektiğinde ve kaçınılmaz olduğunda yapılacak en doğru şeydir. Ama burada söylemeye çalıştığım, kendi egolarımızdan kaynaklanan sorunlara çözüm bulmak yerine, karşımızdakini suçlayarak evliliği bitirmenin ne denli yanlış olduğu.
Gururumuzdan dolayı eğilmeyi seçmeyip uzlaşmadan kaçarak, sonrasında hayat karşısında kırılmanın hedefi olmak… Hem de kolektif bir kırılmanın… Çünkü görünürde iki kişi boşansa da arka planda bir sistem boydan boya ayrılır. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktır.
Hayat bazen eğilmeyi getiriyorsa, önümüze yapılacak en doğru davranış o an için eğilmektir. Diğerinin istediği meşru bir şeye evet demek, bize de çok şey öğreten bir duruma dönüşebilir çoğunlukla. Neden kendimizi böyle bir fırsattan da mahrum edelim ki? Orta yolu bulmak, sanıldığı kadar zor değildir aslında.Bazen geri çekilmek gerekli ise geri çekilmek cesaretin ta kendisidir. Yeter ki samimiyetle iki kişilik bir mutluluğa yüreklerimizi açalım.
Zaman zaman gururumuza inat kırılmadık biraz eğildik diyebilenlerden olabilmek dileğiyle…