Geçen haftaki yazımın son bölümünü alıp sonra devam edeceğim;
“Geçen gün bir esnaf büyüğüme uğradım. Laf nereden geldi ise “ abi biz kayıp nesilleriz” dedim. “Doğru” dedi… Ve ilave etti.” Vaktiyle anam köyde abdestini nurşutta testi ile alırdı. Suyu taa uzaklarda sırtında taşırdı. Ben motorla eve su getirip evde musluklardan akıttığımda rahmetli olmuştu. Ona musluktan abdest almak nasip olmadı.
Şimdiki gençlerin ise her bir şeyleri var.”
Neyin karşılığında? İşte o önemli ya… Demek zorunda kaldım.”
……………………………..
Muhafazakâr ve hali vakti tastamam yerinde ağabeyimizin mantığı ile yola çıktığımızda; Peygamberimiz zamanı kayıptan da öte tarumar olmuş bir nesil. Çünkü bugünkü Mekke’ye baktığımızda peygamber vakti nesline acımamak mümkün değil. İnsanın üste sadaka veresi gelir.
Ama bu işi bana bıraksalar sadaka duasını bugünkü Mekke’ye ve hatta kralın eline sıkıştırırdım.
…………………………..
Geçen gün bir memur meslektaşım ahh keşke emekli olsam dedi. Ve ilave etti… Senin gibi emeklilik günleri yaşasam da bir kenarda huzur içerisinde dinlensem…
Benim emeklilik günlerimi yaşayıp, yaşamadığım bir tarafa… Emeklilere sormak lazım emekli olup, boş, boş oturmak nasıl bir şey? Hele de mevkii, makam sahibi iseniz yandı gülüm keten helvası… Çevrende dost bildiğin eyyamcıları ara ki bulasın.
Emeklilik insanın yalnızlığa mahkûmluğu, mevta olmayı beklemesi ve müddet sonra özlemesidir.
İsterseniz bunu biraz daha açıp bu haftaki yazımızın temel konusu yapalım,
Eskiden aile daha geniş ve kalabalıktı. Baba yaşlanınca işini oğluna devreder, ya da kendine çok yakın tutardı. Bir evde veya aynı apartmanda otururlardı.
Baba ihtiyarlayıp dede olduğunda etrafında ona yaşama sevinci verecek, meşgul edecek aile bireyleri her zaman mevcuttu. Ayrıca itibarı her daim sağlanırdı. Çünkü aile büyüğü olduğu kadar, hala mülkün de tek sahibi idi.
Şimdi ise evlat okul, üniversite, askerlik ve iş derken daha on beşinde babadan ve aileden ayrı kalıyor. Dolayısıyla aile ilişkileri yeterince gelişmediği gibi, zaten mekân olarak da baba Hanya’da oğul Konya’da oluyor.
Ayrıca bir de eşi rahmetli olduğunda ya tek başına-bir zamanlar kalabalık bir aile olan evde cin başına tek kalıyor. Evlada gitse bile adı “sığıntıya” çıkıyor. Dolayısıyla yaşlılıkta bile iş insanı oyalayan, hayata bağlayan tek yol oluyor.
Bundan üç-beş ay evvel torunlarına bakan büyükannelere maaş bağlandı. Galiba pilot bölge olarak da on il seçildi.
Hükümetin bu kararını Osmanlı kadınlarına anlatsak kimleri odunla kovalayacakları ayan-beyan belli…
Elbette değişen şartlarda bir takım geleneklerin ve itikatların değişmesi normal. Amma velâkin, işin şu taraflarının düşünüldüğünü zannetmiyorum.
Birincisi bakılacak toruna hem babaanne ve hem anneanne bakmaya talip olursa ne olacak?
İkincisi diyelim ki babaanne bakarken ya gelin kaynanaya “hem para alıyor hem çocuğu çimdikliyor?” Derse ne olacak?
Üçüncüsü ve en berbat tarafı ki bence en önemlisi büyükanne büyükannelikten bakıcı dadı seviyesine düşürülmüş olmayacak mı?
Kısaca,
Özünde kapitalizmin acımasız bireyselleştiren argümanları olduğu sürece rengin ister kırmızı, ister yeşil olmuş, ya da ister mayolu, ister türbanlı olmuş hiç fark etmez.
Sonu hep maddeye dayanıyor… Muhafazakâr ağabeyimin yaşam felsefesini su pompasına bağlaması gibi… Su pompası nasıl kazanılmış olursa olsun… Onun için abdestin kalitesi hiç fark etmiyor.