İki bilgisayarı birbirine bağlayarak veri alış verişi sağlamak ne işe yarar diye pek de önemsenmeden başlayan internet kavramı, sadece 10–15 sene içerisinde modern dünyanın vazgeçilmez bir imkânı veiletişim vasıtası oldu. Bilgi paylaşımını mesafe ve zaman tanımaz hale getiren internet ağı kullanılarak, bankacılıktan eğitime, eğlenceden haberleşmeye kadar her alanda yan yana gibiyiz. Başlarda dijital telefon ağının bir parçası olarak kullanılan paylaşım, artık doğrudan uydular vasıtasıyla baş döndürücü bir hıza ve genişliğe erişti.
Bugün yeryüzündeki bilgisayar kullanıcılarının %70’e yakını, dünyanın her köşesine dek uzanan bu ağın bir parçası olarak, sürekli irtibat ve paylaşım halindeler. Şirketler, bankalar, okullar, tüccarlar, müzeler, gazeteler hatta başlı başına devletler ve kurumları bile pek çok yazışmayı, bilgilendirmeyi, satışı, ödemeyi ve benzer işlemlerini, bilgisayarlar üzerinden yapıyorlar. İnternet erişimi o kadar uçsuz bir coğrafyaya hâkim ki; ismini dahi bilmediğiniz ülkelerin alışveriş merkezlerini, plajlarını, sokaklarını hatta binalarını, oturduğunuz yerden seyretmeniz mümkün hale geldi.
Elbette insanlar yine insan ve elbette teknolojinin ya da icatların neredeyse tamamında olduğu gibi, internet kullanımında da ‘insan’ olmamıza has davranışlar gelişti. Üniversitelerin, ören yerlerinin, kütüphanelerin ya da müzelerin bilgi depolarına ulaşabileceğiniz gibi, ekrandaki fotoğrafına bakarak güzel bulduğunuz birine de ulaşabiliyorsunuz. Kendinizle, hayatınızla, ailenizle ve planlarınızla ilgili en mahrem bilgileri paylaşırken, hemen yanı başınızda oturan ve az çok tanıdığınız birinden bile çekindiğiniz halde, hiç bilmediğiniz biri ile bütün bunları derinlemesine paylaşabiliyor, nasihat veriyor ya da aldığınızı tavsiyeleri uygulayabiliyorsunuz. Ancak bu başka bir yazının konusu…
İnternet gazeteciliği dünya için olduğu kadar ülkemiz için de yeni bir kavram sayılmaz. Bugün ülkemizdeki hemen hemen bütün yayın organlarının, internet sayfaları da var. Hatta bunlarla birlikte, sadece bu yayınların ortaklaşa yer aldığı bağımsız sayfalar da var. Bir nevi derleme sayabileceğimiz haber sayfalarının, aktüel gelişmeleri haber ajanslarından alıp okuyucularına ulaştıran sitelerin ve bunları yorumlayan, özetleyen veya kendi kanaatleri ile birleştiren köşe yazarlarının binlercesine ulaşabiliyorsunuz.
Görüyoruz ki; basılı gazete ve dergi satışlarının dünyaya oranla düşük sayılabileceği ülkemizde, esasen hatırı sayılır bir internet okuyucusu var. Bunun sebepleri olarak en başta internet haberciliğinin, basılı haberciliğe göre daha anlık ve daha güncel olması, habere ulaşmanın daha basit ve daha görsel güzellikte olması, nispeten daha az maliyetli ve hatta artık pek çok kullanıcı için ücretsiz olması ve bunlarla birlikte internet gazeteleri yelpazesinin, basılı gazete yelpazesinden kat kat büyük olması sayılabilir. Aktüalite, ekonomi, teknoloji, sanat, tarih vb. konulardan oluşan özel yayınların, ülkemizdeki genel gelir seviyesine kıyasla ‘pahalı’ olarak değerlendirildiği günümüzde, internet okuyucularının bu yayınlara oturdukları yerden, diledikleri zaman ve diledikleri kadar ulaşabiliyor olması da nedenlerden biri olarak söylenebilir.
Dünyanın sayılı yayıncılarının ve gazetecilerin üzerinde fikir birliğine vardığı bir gerçek olarak; önümüzdeki 10–15 yıl içerisinde basılı yayınlar ve mecmualar, toplam matbaa ürünlerinin sadece %20’si kadar kalacaklar. Buna sebep olarak pek çok görüş ileri sürülse de, kâğıt, dizgi, baskı, dağıtım gibi maliyetlerden gittikçe kaçınan ve bu maliyetleri içerik olarak kullanarak yazarına, fotoğrafçısına, muhabirine ve editörüne sarf eden yayınların, daha nitelikli, daha kaliteli ve daha ucuz olacağı da bizim tespitimizdir.
Bugün gelinen noktada, internet gazeteciliğinin olgunluğa erişmek üzere olduğu söylemek ne kadar gerçekse, edebi internetin henüz emekleme dönemini yaşadığını söylemek haksızlık olmaz. Çünkü ‘okumak’ eylemine oldum olası uzakta bir kültür olmamızın tabi sonucu olarak, internette yer alan edebi içerikli dergilerin de düşük tirajlarını (galiba hit demek lazım ) kendimize açıklamak kolaylaşacaktır.
Herhangi bir konu hatta kişi hakkında bilgilenmek için derhal internete bağlanan, futbol ya da savaş oyunları için gayet profesyonel internet kullanıcısı olan, alış verişini, tatilini ve hatta artık evleneceği kişiyi bile ekranlarda gezen faresi ile bulan insanlarımızın, bir makale, bir öykü ya da bir şiir okumak için nedense ya vakti olmuyor ya aklı almıyor ya da yüreği yetmiyor.
Bu noktada, Batı’nın aslında farkı bir amaçla bulduğu ve kullandığı bir yöntem üzerine kafa yoruyoruz. İngilizce ‘blog’ dedikleri ( bunun en meşhur olanı, bizde mahkeme kararıyla erişilmez haldedir ) ve Türkçemize ‘günlük’ olarak çevirebileceğimiz bir yayın anlayışı var. Bu sayfalara basit bir abonelikle sahip oluyor ve yazdıklarınızı dilediğiniz periyotlarla yayınlayabiliyorsunuz. Bunu epey ciddi olarak değerlendirip yapanlar arasında ünlü olan ve reklam geliri kazanan kimseler bile var. Ya da zaten bilinmekte olan bir kalem sahibinin günlüğü de, en az basılı ürünleri kadar sıklıkla takip edilebiliyor.
Biz; bir günlük anlayışından ve içeriğinden ziyade, tanımı yüzyıllardır kendiliğinden oluşmuş şairlik ya da yazarlığın, sadece ve yalnızca internet üzerinden yapılabilirliğini değerlendiriyoruz. Bunun şu ana kadar istenen neticesine varabilmiş bir örneği yok. Bunun nedenlerine geçmeden önce, hali hazırda devam eden durumu özetlemekte fayda var. Bir yazar ya da şairin kendini takdimi her ne kadar yapıtlarıyla olsa da, esas kontrol mekanizması editörlerdir. Bu teamül o kadar kemikleşmiş bir haldedir ki; geçmişte ve günümüzde okuduğunuz, bildiğiniz hiç bir şair yahut yazar, editörlerden oluşan bir duvara karşı savaş vermeksizin kütüphanenize girememişlerdir. Nobel ödüllü ilk ve tek Türk yazar Orhan Pamuk’un bile, otuzdan fazla yayınevine karşı sergilediği kendine inanç mücadelesi sonucu, ilk kitabını yazdığından seneler sonra bastırabilmiş olması çarpıcı bir örnektir. Hemen hemen bütün yazarların aynı savaşı verdiği ve daha acısı pek çoğunun bir yerde artık vazgeçtiği de gerçektir. Eminim siz ya da pek çok okuyucu, hayatının bir döneminde kitap çıkarmak istemiş, karınca kararınca yazdıklarını bir yerlere göndermiş ama daha iki üç editörden olumsuz yanıt alması ile birlikte, kırılan hevesini ve kendine güvenini dosyalayıp kütüphanesine koymak zorunda kalmıştır.
Burada editörlere ve yayınevlerine hak verilmesi gereken nokta; maliyettir. Elbette bir kitabın düzeltilmesi, dizgisi, matbaası, kapağı, tanıtımı, dağıtımı ve sonrası süreçlerdeki kar paylarının her biri birer maliyettir. Bu maliyetlerin karşılanması ve yazar telifi ile yayıncı karının karşılanması için gerekli olan baskı sayısı ve satış fiyatı oranlaması, her editör için düşündürücüdür. Hele ki yeni bir kalemin okuyucuya arzı, başlı başına bir yatırım riskidir. Bütün bunlara, ülkemizin ‘okumama’ alışkanlığını da eklediğimizde, editörlere hak vermemek elde değil.
Fakat ‘günlük’ anlayışının okunduğunu, bunun dünyada denenip başarıya ulaştığını kabul ettiğimizde, meselenin çözümü biraz olsun kolaylaşıyor. İnsanlar bir öykü hikâyeyi ya da romanı kitap evinden satın alarak, eve getirip evinde ya da otobüste okumayı sevdiği kadar, internetin başına geçip bir şeylerle uğraşırken okumayı da sevmeye başlıyorlar. Beğendikleri bölümleri hemen o an başka birileriyle paylaşabilmeleri, birçok kitaptan sadece sevdikleri bölümleri çıkarıp kendilerine bambaşka bir okuma parçası oluşturabilmeleri ve binlerce kitaplık bir kütüphaneyi küçük bir taşınabilir hafızada barındırabilmeleri gibi sebeplerle, internet okurlarının sayısı gittikçe artıyor.
Aynı zamanda internet edebiyatı; baskı, dizgi, matbaa, dağıtım ve satıcı kar payı gibi gider kalemlerinin tamamını sıfıra düşüren bir olanağı tanıyor. Yazdıklarına güvenen bir kalem sahibinin, sadece profesyonel bir düzeltmenle çalışıp yazdıklarını yayınlaması ve son nokta olan okuyucuya ulaştırması, saniyeler sürecek kadar çabuklaştı. Bu gelişmeleri doğru okuyup değerlendirdiğimizde, genç kalemlerin yazdıklarını insanlarla paylaşması, yorumlanması, eleştirilmesi ve çizdiği yolu biçimlendirmesi bakımından, internet yazarlığı parlak bir geleceğe sahip.
Günümüzde okuyucusu olan ve bilinen bir yazarın, bir noktadan sonra sadece internetten yayın yapması, yani kitabını sadece internet üzerinden okuyucusuna sunmasını beklemek, çok da gerçekçi bir bekleyiş olmayacaktır. Ancak kendini yazma eylemine ve okunma keyfine adamış yeni bir kalem sahibinin, yola daha en başından böyle çıkmasını önermek doğru olacaktır. Bu yaklaşımı benimseyerek yola çıkan binlerce yazar-şair adayının başlangıçta neden olacağı karmaşa kulağa korkutucu gelebilir. Ne var ki; okuyucuların seçimleriyle kendiliğinden gelişmekte olan ayıklama mekanizması ile yakın bir zamanda, internet kütüphaneleri, internet yazarları ve şairleri yollarına devam edeceklerdir. Bunun en güzel örneğini; yirmi-binden fazla şair üyesi bulunan ancak aktif olarak okunan ve sitenin devamlılığını sağlayan üç-bin kadar şairle yoluna devam eden Antoloji isimli siteyi gösterebiliriz.
Yasa koyucunun telif ve eser haklarına getirdiği hukuki düzenlemelerin daha teşvik edici olması, internet editörlerinin internet edebiyatına daha ciddi bakmaları ve reklam verenlerin bu yeni sahayı ve hedef kitlesini daha yakından keşfetmeleri ile birlikte, yakın geleceğimizde basılı kitapların azalırken yeni yazarların ve elektronik kitapların kat be kat artacağı bir döneme tanık olacağız.
Son olarak; Nobel Edebiyat Komitesi’nin 2000’li yıllara kadar eserleri ve yazarlarını klasik metotlarla takip edip irdelerken, son yıllarda bu çalışmaların da yeni bir mecraya doğru kaydığını ve yazarların internet üzerinden daha geniş çaplı bir araştırma ve gözleme tabi tutulduğunu, komite üyelerinin eser çevirilerini internet üzerinde okuduğunu ve değerlendirdiğini de bir kenara not edelim.
İnsanlığın edebi kültüründe yeni bir dönemin mimarlarından olmak için, okuma eylemine sıkı sıkı sarılıp kurgu, akıcılık, anlatım, ifade gibi kavramları içimize sindirmek, dil bilgisi ve imla kurallarına hâkim olmak ve yazma sevdasından hiç vazgeçmeyerek yolumuza devam etmek de bizlere, sizlere düşüyor.