Ben küçük bir köyde doğdum. Adım Emine. Ama şimdi çevremdekiler adımı Emin olarak bilirler.
Size öykümü anlatmak istiyorum; Emine’den Emin’e uzanan…
Yollarımız kesişirse bir gün siz de beni Emin zannedeceksiniz…
Çünkü ben daima kot pantolon ve kot ceketle gezerim. Ayağımdaki ayakkabılar erkek reyonundan seçilme. Üç numaraya vurdurduğum saçlarım ve kafam genellikle bir kapüşonla gizli. Gözlerimde şişe dibi duran gözlüklerim var. Cildim Çukurova’nın kavurduğu güneşle yanık ve buruşuk… Omuzlarım yaşıma rağmen dik. Ellerim bir erkek eli kadar kemikli…
Bundan yetmiş yıl önce doğumuma saatler kala köyümüze Kore’de şehit olan erin haberi gelmiş… Tüm köyün yasa boğulduğu o karanlık gecede gün sabaha kavuşamadan doğmuşum. Bir uğursuzluk işareti gibi…
Doğduğumda kimse sevinmemiş ama babam çok üzülmüş. Üç kızdan sonra erkek olur diye bekliyormuş…
Hatırladığım en küçük anımda bile babamı mutlu etmeye çalışırdım. Kusurlu doğmuş gibi hissederdim kendimi. Her işe bir erkek gibi koşardım. “Maşallah erkek gibi” derlerdi benim için…
İyi bir şey olduğunu düşünürdüm. O nedenle erkek gibi giyindim, erkek gibi oynadım, erkek gibi koştum…Babam ben erkek gibi oldukça sanki daha çok sevdi beni. Daha çok gezdirdi yanında, daha çok “aslanım” dedi. Saçlarımı hiç uzatmadım.
Bizim oralarda bir erkeğin kıza benzemesi istenmezdi de bir kızın erkeğe benzemesi hoş karşılanırdı…
Köydeki ilkokula gittiğimde öğretmenim de bana “Emine” demek istemedi. Hep “çocuğum” diye seslendi. Aslında o zaman bir başka Emine vardı sınıfta. Saçları iki yanından örgülü, uzun boylu, mavi gözlü, beyaz tenli, narin bir kız. (Emine ismini hak eden…) Onun siyah önlüğü uzundu. Benim, altına hep pantolon giydiğim kısa bir önlüğüm vardı, erkeklerinkine benzeyen… Onu bile babam beni kızlara benzetmesin diye anneme zorla diktirmiştim…
İlkokul bitti. Babam o sıralarda çalışmak için Adana’ya gitti. Orada fabrikada iş bulmuştu. Babam gidince ben yolumu kaybettim. Üç ablam bir annemle köyde kaldığımda onlardan çok farklıydım…Ablamlar aynalara düşkündü, dallı güllü basmalara, topuklu ayakkabılara… Ben top oynamaya düşkündüm, telden yapılmış arabalara, çocuklarla misket oynamaya…
Bu kez de annemi ablalarımı mutlu etmek istedim. Bir kız gibi elbise giymek, bir kız gibi yürümek… Ama onlar “Bir kez olsun etek giy!” dedikçe daha sıkı sarındım pantolonuma. Hem bacaklarım da artık bir kızınkine benzemiyordu. O günlerde göğüslerim acıdı. Büyürken öyle oluyormuş. Ben büyümelerini hiç istemedim. En sıkı fanilaları giydim içime. Hatta uzun bezlerle sıkıca sararak büyümesin diye uğraştım…
Babam arada bir geliyordu köye. Annem babamla çok tartışırdı. “Senin yüzünden oldu. Ne olacak bu kızın hali?”
Babam bir başka gelişinde aldı götürdü beni Adana’ya. Fabrikaya yazdırdı. O fabrikadan sonra işim kolaylaştı. Herkes kendi derdindeydi. Koca şehirde kimse benim kız mı erkek mi olduğumla ilgilenmedi. Çalıştığım fabrika iplik dokuma fabrikasıydı. O gürültü ile dönen mekiklerin, iplerin arasında sadece lăzım olduğunda yüksek sesle konuşulurdu. Öyle uzun uzadıya sohbet ortamları oluşmazdı…
Bir zaman sonra ablamlar evlendi ve köyde kaldı. Babam da emekli olunca köye döndü. Ben başka bir fabrikada çalışmaya devam ettim. Arada bir annem babam sağken yanlarına uğradım. Onlar öldüğünde kırk yaşıma gelmiştim…
Bir daha köye hiç gitmedim. Hayatım daha sonra “Emin” olarak şehirde geçti. Kendime birkaç dost edindim. At yarışlarına gittim. Kahvehanelerde oturdum. Çok sigara içtim. Çok okey oynadım…
Düğünler bayramlar zor günlerdi benim için. Ait olduğum bir ailem yoktu. Hastalandığımda komşunun kızı “Emin abi, sana çorba getirdim” diyerek görünüverirdi bazen kapıda… Kırk yaşımdan sonra oturduğum mahallede “Köse Emin” oldu adım… “Allah’ın işine karışılmaz, demek Emin’i de Allah böyle yaratmış” diye çok söylendiğini duydum arkamdan…
Annem babam öleli otuz yıl oldu. Bacaklarımdaki güç azaldı. Eskisi gibi çevik değil adımlarım. Tansiyon denilen illet de yapıştı yakama…
Bu günlerde daha sık gidiyorum hastaneye… Ama oraları hiç sevmiyorum… Herkesin içinde “Emine” diye okuyorlar adımı. Tüm gözler bana çevriliyor… Bakışlardan anlıyorum. “Okuyan mutlaka bir yanlışlık yaptı…” Ah bir de, bir yakınımı istedikleri zamanlar yok mu, yalnızlığımı iliklerime kadar hissettiğim zamanlar…
Koca bir ömür geçti. Bir kez bile sormadım kalbime. “Emin’de miydi suç Emine’de miydi?..”
Beni görürseniz bir yerlerde ne olur dikkatli bakmayın yüzüme. Bakışlarınızla Emin’i, Emine’yi aramayın. Öylece kabul edin işte… İnsan değil miyiz hepimiz…