Beyaz örtü dağları kaplamıştı. Sahile gelme çapası gözleniyordu. Beyaz örtü bizden ırak olsun diyen de özleyen de vardı.
Dürbünlü Efe, aman yaklaşmasın, uzak kalsın diyenlerdendi. Çünkü Efeyi, kapının önünde paltosuna sarılmış, iskemlesinde otururken görüyorduk. İkinci gün sol ayağının ve sağ kolunun sakat olduğunun farkına vardık.
Boğazında asılı dürbün ile zafer kazanmış komutan edasıyla, sol kolunu hanımelinin dalına asmıştı. Kısa kahverengi saçları ve ela gözleriyle sakatlığı hak etmiyordu. Efe adını biz takmıştık, çünkü mahalleye yeni taşınmıştı. Burada onları daha, kimse tanımıyordu.
Elinde defter ve kalem ile kale komutanı profili çizerken, güler yüzlü bir davranış sergiliyordu. Okul dönüşü onunla konuşmayı düşünüyorduk.
Yavaş ve tane tane konuşuyordu. Acele etse kelimeleri birbirine ekleniyor ve anlaşılmıyordu. Olgun ve rahat tavırlıydı. Yalnız sakatlığının verdiği ruhsal bozukluk, ona güç kaybettirdiği açıktı. Yaşını göstermiyordu. Sakatlığı onun resim yapmasına ve yazmasına engel değildi.
Okul dönüşü, samimi duygularını sıraladı. Onu başarılı bulduk. Hatta isterseniz, okul gazetesine resim ve yazılarını verelim, yayınlansın, dedik. Ciddi tavırları, okuyor olması da ona sözlerinin nereye gittiğini bilen bir kişilik kazandırmıştı. Rahatsız ederiz diye sabahları selam vermeden geçiyoruz, dedik. Kesinlikle rahatsızlık ne kelime, tam aksi, memnun olurun, dedi.
Şehir içinde sıkıldıkları için yeni taşındıklarını, annem söyledi. Anne ve babası emekliymiş, çocuğuna üzülüyorlarmış. Resim ve yazısını müdüre verdik. Gazeteye koyacağını ve ona da resim ve yazısı için, belirli bir ücret gönderdi.
Dönüşümüzde haberi ve ücreti taktim ettiğimizde çok sevindi. Dünyalar sanki onun oldu. Bize ekşi ve sulu elma verdi. Dürbünüyle dağlara doğru süzülen doğanlara baktığını söyledi.
Annesi yanımıza geldi. Köyde at arabasının altında kalmış ve her tarafı kırılmış. Bu kırıklardan sakat kol ve bacak kaldı, dedi. Bu haliyle belki iki yıl yattı ve parçalarını bitiştirdiler de bu kadar oldu ve kalktı, dedi.
Anne, oğlunun adının, Kemal Ata olduğunu söyledi. Kemal adına yakışır bir vakur tavırda oturur ve dağları gözetlerdi.
Kapalı yerde duramıyormuş, soğukta etkiliyormuş, derken, sarılıp balkonda oturuyormuş. Kara kalem çalışmasında konuyu, babası seçiyormuş. Hikâyelerine annesi yardım ediyormuş. Bizim davranışımız Kemal’i kendine getirdi.
Resimlerini ve yazılarını müdür, okul gazetesine verdi. Ona ücrette ödedi. Kemal okuyor ve yazıyordu. Müdürümüz ailesini tanıyormuş, bir eğitim kurumundan emekliymişler.
Resim ve yazı kursuna gideceğini söyledi. Şaşırmadık, çalışırsan olur, dedik.
Bu sabah Kemal’in sandalyesi boştu. Eve yaklaştık evde de kimsecikler yoktu. Kuşkulansak bile yakınlarına gezmeye gitmiştir, dedik. Okul dönüşü evde Kemalin merdivenden yuvarlandığını öğrendik.
Kemal hastaneye kaldırılmış ve son nefesini de hastanenin dışında vermiş, dediler.
Resimlerini ve hikâyelerini müdür beye verdik. Müdür bey her ay bir resim ve yazıyı gazeteye koyarak, Kemalin anısını canlı tutmaya çalıştı.
Kemalin son hikâyesinde, arı çocuğun dilini sokar ve şişen dili soluk borusunu tıkatır ve soluksuz kalan çocuk hastaneye yetiştirilemez.
Kemal için, doktorun raporu, beyin kanaması.
Kemalin sandalyesinin arkasında paltosu, kalpağı ve dürbünü, sandalyede ise kedinin uyuması, dikkat çekiyordu.
Hasan TANRIVERDİ