Bir önceki yazımızda dünün Türkiye’sini anlatmaya çalıştık.
Özetle,
Osmanlı bakiyesi olan, milletleşmemiş bir toplum, sosyal sınıflarını oluşturamamış ve dolayısıyla toplum içerisindeki hak ve görevlerini idrak edememiş, kamu düzenini sağlayan (siyasal ve bürokratik) vazife aldığı mevkilerin bilincini idrak edememiş kurumlar ve her şeyden önemlisi köylü bir toplum.
Burada “köylü toplumu” derken sadece köylerde yaşayıp tarımla uğraşanlar akla gelmemeli. Zihniyet anlamında en okumuşundan en tahsilsizlere kadar bulunduğu yerin ne anlama geldiğini ve geçinmekten öte daha verimli olmanın yollarını aramayan, bulunduğu konumdan azami faydalanmak olarak yorumlanmalı.
Dünün Türkiye’sinin kurucuları yeni bir devletin temellerini atarken, her zaman ve devirde olduğu gibi geçmişi yok sayarak (her türlü yönetimsel ve kültürel) yeni değerleri topluma sunarken, (şu veya bu nedenle) şunun hesabını muhtemel ki yapmadılar/yapamadılar. Yönetmeye talip oldukları toplumun imparatorluk bakiyesi, yaşam felsefeleri ile yüzyılların birikimi bünyelerinde taşıyan toplum olduğudur. O güne kadar onları ayakta tutan ve kurtuluş savaşını kazandıran da bu yaşam felsefesidir. Bundan dolayıdır ki nerede ise nüfusun yarısını göç almış bir toplum çatışmadan bitlikte yaşama becerisini gösterebilmişlerdir.
Kurtuluş savaşını yapanlar toplumu yönetip, yönlendirirken bu toplumun duygularının öncülüğünü yaptıklarının farkında-mıydılar?
Atatürk şüphesiz milli kahramanımızdır. Ama Kurtuluş Savaşından sonra toplumu yok saymak ve en önemlisi “emeni kapmak” duygusunu bu toplumda yarattığı izlenimi verebileceğini, ileride bunun toplumu (siyaseten) ayrıştırabileceğinin hesabını yapabildi mi? Ne yazık ki gün geçtikçe toplumda bu duygular daha çok yer ediniyor. Bu başta Atatürk’e sonra bu topluma haksızlık değil mi?
Uzatmadan,
Kurumların yozlaşmışlığını toplumu sil baştan yaparak gideremezsiniz. Olan topluma oluyor.
Ekonomik kalkınmanın siyasal anlayış ve yapılanma ile ne alakası var? Diyebilirsiniz.
Ülkeyi hangi sistemle yönetmekten çok hangi yaşam felsefesi başat olacak sorusunu sormamız gerekiyor. Daha açık bir ifade ile ülkenin lokomotifi olan sermayenin aynı zamanda yaşam felsefesinin de başatlarıdır. Günümüzde sermayenin ekonomik görünümlü siyasal derneklerde kamplaşmasına ne demeli?
Aslında,
Devleti yönetmeye talip olmanın mücadelesi bir anlamda “suyun görünü tutma” mücadelesidir. Bu bizde de böyledir, dünyada da… Cumhuriyet kurulduğunda %85 olan köylü nüfusunun 70 küsur yılda 2002’lerde ancak %45’lere çekilebilmesinin nedeni sadece imkânsızlıklarla izah edilemez.
Köylü köyünde otursun, ihtiyacı kadar ürününe değer biçelim, şehirli orta gelirli yağı ile kavrulsun, bürokrat bizim adımıza zapturapt yapsın, geri kalan ahali ya arpalık kamu kuruluşlarında ya da özel sektörün geri teknolojili fabrikalarında çalışsın. Devler korumalı sermayedar da ürettiği montajları hazır müşterilere sunsun. “Sermaye bizden, çalışan Anadolu’dan… Bu böyle sürüp gitsin.
Biz de siyaseten arada bir “haddini aşanlara” ortalama on yılda bir hadlerini bildirelim. Özet bu… Gerisi tiyatro. Bu arada bütün merakım orduya had bildirmeyi işaret edenler kimler?
Halka karşı sorumluluk,
“Ben dini bayramları laik olduğum için kutlamam deyip, öldüğünde tabutunun üzerine Osmanlı mirası antika örtüyü örtmek; ya da senede bir, zekât yerine Ramazanda koliler dağıtmak halkın değerlerine sahip olmak, öncülük etmek değildir. Bu sorumluluk milletin kültürünün, geleceğinin öncüsü olmak ve bu sorumluluğunun idrakinde olmaktır.”
Bu zaman zarfında Türkiye kalkınmamış-mıdır? Kalkınma, olan imkânları artırmak değildir. Ya da şöyle diyelim; günün şartlarında dünyanın geldiği en uç noktaya (her konuda) yaklaşabilmektir.
Diyelim ve bugünün Türkiye’sine geçelim.
BUGÜNÜN TÜRKİYE’Sİ
AKP 3 iddia ile iktidar oldu demiştik. Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklar. Üç iddiada her ne kadar ikisi demokratik diğeri ekonomi ile alakalı görünse de, aslında her üçü de ülkenin bekasından çok ekonomi ile alakalıdır. Yoksulluk ve yolsuzluk ekonomik değerlerin iyi yönetilememesidir. Yasaklar ise “potansiyel tehlikeli” görünen kesimlerin baskı altında tutulması anlamına geldiği gibi, ekonomik faaliyetlerin kontrolü, ekonominin belirli (yandaş) ellerde toplanması anlamına da gelir.
AKP’yi iktidara taşınmasındaki niyet halis ama nerelere gelindi/getirildi? Gelecek hafta devam edelim mi?