Adaletin temsilcisi olabilmek için önce ona inanmak gerek” der evrensel HUKUK ilkesi. Bir siyasi, (sanırım H. C. Güzel) bu durumu kastetmiş olmasa da çok doğru söylemiş: HIRSIZ HIRSIZI YAKALAMAZ
Dün üç paralık adamlara övgüler düzüp bu gün mücadele ettiklerini söyleyenlerin kimlik ve niteliklerine bakalım bir daha.
Sonra Rahmetli Turgut Özakman’ın, ‘Şu Çılgın Türkler’de aktardığı yurtseverliği örnek alıp, o günler üzerinden bu günlere bakıp soralım kendimize: “…Bunlarla mı ulaşacak Türkiye Cumhuriyeti çağdaş uygarlık düzeyine!?” “Muhtaç olduğumuz mu yoksa layık olduğumuz yönetim mi bu?”
“Bunlara göz yummak mı onurlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın gereği!? Yoksa o yüzbaşı gibi davranabilmek mi!?…
TURGUT ÖZAKMAN’dan… (Şu Çılgın Türkler)
Sarı atlas döşeli büyük oda, nezaretin ileri gelen subaylarıyla doluydu. Kapı açıldı, yaver göründü, “emrettiğiniz yüzbaşı geldi efendim” dedi. Nazır Ziya Paşa, odadaki subaylara izah etti, “az önce sözünü ettiğim talihsiz olayın faili” dedi, içeri alın…
Yüzbaşı içeri girdi, kaygılı bakışlarla kendisini izleyen subayların arasından hızla ilerleyerek, nazırın masasının önünde durdu, selam verdi, “Yüzbaşı Faruk, İzmir, beni emretmişsiniz” dedi.
Uzun boylu, kumral, yakışıklı, biraz bıçkın havalı bir subaydı.
Nazır önündeki yazıya bakarak, yumuşak bir ses tonuyla “oğlum” dedi, “bu konudaki emirlere rağmen, dün akşam Beyoğlu’nda İngiliz inzibat subayı teğmen Miller’a selam vermemişsin, doğru mu?”
“Evet efendim, doğru.”
Nazır, babacan şekilde yol gösterdi, “herhalde görmediğin için selamlamadın, değil mi çocuğum?”
“Hayır efendim, gördüm!”
Nazırın canı sıkıldı…
“Niye selamlamadın öyleyse? Selamlamanız için emir verilmişti!”
“Rütbesi benden küçük olduğu için selamlamadım paşam, askerlik töresine göre, önce onun beni selamlaması gerekmez miydi?”
Ziya paşa derin bir kederle ellerini açtı, “askerlik töresi mi kaldı a yavrum… Adamlar galibiyet haklarını kullanıyorlar. İngiliz komutanlığı bu sabah olayı protesto etti, mesele çıkarılacak zaman değil, hemen şu teğmeni bul, özür dile, olayı kapatalım” dedi, sonra da başıyla işaret ederek, çıkması için izin verdi.
Ama yüzbaşı yerinden kıpırdamadı, “paşam bir de beni dinlemenizi rica ediyorum” dedi.
Nazır bıkkınlıkla “söyle bakalım” karşılığını verdi.
“Balkan savaşında teğmendim, Çanakkale’de üsteğmen, Suriye cephesinde yüzbaşı oldum, ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım, her rütbemde binlerce şehidin, gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur, beni affedin, özür dileyemem.”
Harbiye nazırı bozuldu.
“Anlamadın galiba, Harbiye Nazırı olarak emrediyorum!”
Yüzbaşı sükunetle “anladım efendim” dedi, elini omuzuna götürdü, apoletlerini bir hamlede söküp, nazırın masasına bıraktı.
“Artık emrinizi dinlemek zorunda değilim” dedi!
Selam vermeden döndü, kapıya yürüdü.
*
İşte hüner birilerinin kulu olmadan, özgürce kararını verebilmektir yurtseverlik erdemi.
*
Yoksa gerisi boş. Yokları varmış gibi anlatarak, olmamış yalanlara sarılarak, psikolojik “yansıtma” hastalığının histeri krizleri ile “M.Kemalin partisini Pensilvanya’nın kuklasına çevirdiler” yaygarasının balonu patladığında tarümar oluverir o ihtiras ve çıkar çatısı.
Psikolojik ruh bozukluğunun ağır travması sayılan “Yansıtma” hastalığı kolay tedavi edilir değildir.