Zor günlerden geçiyoruz. Döviz yükselirken, enflasyon yükselirken, dünya bir enerji krizine doğru giderken duadan baska elinden bir sey gelmeyenler için yazdık. Dualarımız neden kabul edilmiyor ya da derdimize neden derman bulamıyoruz? Yanıtlar belki de bu iki öyküde gizlidir.
Susuzluktan kıvranan bir köy halkı, nefesi kuvvetli, “Bir dua etti mi gökten rahmet boşalıyor.” diye namı yürüyen kasabadaki hocaya haber salıp getirmişler.
O gece hoca efendi, bir güzel ağırlanmış, yedirilmiş, içirilmiş sabah namazından sonra hep birlikte yağmur duasına çıkılmış.
Hoca dua etmiş, köylü ellerini açıp amin demiş, dua bitmiş, köye dönüyorlar, onlar yağmur beklerken hava açmış, pırıl pırıl güneş.
Köye yaklaşırken,homurtular başlamış:
– Muhtar, ne biçim hoca bu yahu?
– Hani bir okuyacak bir üfleyecek, gök gürleyecek yağmur yağacaktı?
– Güya karşı köye gitmiş, daha ellerini açıp duaya başlarken, gökten rahmet boşanıvermiş.
Sonunda muhtar dayanamamış, hocaya
– Hani hoca yağmur yağacaktı, ne oldu?
Hoca demiş ki:
– Size yağmur yağmaz!
– Niye yağmasın? Hocaysa hoca, duaysa dua, daha ne eksik var ki?
– Siz bana güvenmediniz!
– Ne demek güvenmedik?
Güvenmesek kasabadan alır buraya getirir miydik? Aldık, getirdik, sen dua ettin, biz amin dedik, daha nasıl güveneceğiz?
– Siz yalnız bana değil, tövbe estağfurullah, Allaha da güvenmediniz. Sizin kalbiniz bozuk!
Köylü hep birden itiraz etmiş:
– Haşa sümme haşa, nereden çıkarıyorsun bu lafları?
Hoca efendi elindeki şemsiyeyi göstermiş:
– Bre gafiller eğer güvenseydiniz, hepiniz yağmur yağacak diye şemsiyelerinizi yanınıza alırdınız.
Hani nerede şemsiyeniz?
Demek ki dua etmek yetmiyor, inanmak iman etmek de gerekiyor yaptığımız işlerde…
***
Yine kurak geçen bir yaz gününde cemaat Cuma namazı sonrası Camii imamı ile beraber kurumaya yüz tutmuş mahsülleri kurtarma ümidiyle bozkıra yağmur duasına gider..
Hacet namazları kılınır, dualar edilir, kurbanlar kesilir ama gökyüzünden tek damla yağmur düşmez yine!.
Cemaat boynu bükük tekrar kasabaya geri döner, aradan bir kaç gün geçer ve bir Allah dostunun yolu kasabaya düşer..
Kasaba halkı Allah dostunun yanına gelerek kendileri için yağmur duasına çıkmasını söyler ancak Allah dostu yağmur duası yerine kasabayı beraber gezmeyi önerir halktan birkaç kanaat önderiyle..
Halk kabul eder bu tavsiyeyi,seçilen heyet şaşkınlık ve merakla birlikte Allah dostunun ardına düşer, evleri dolaşmaya başlarlar..
3-5 evi dolaştıktan sonra damı çökük, kapısı kırık bir eve rastlarlar. Allah dostu kapıdan içeri doğru seslenip ev hanesini dışarı çağırır..
İçeriden orta yaşlarda üzeri yamalı bir kadın ve iki yetim kız çıkar..
Allah dostu hâl hatır sorduktan sonra evin beyinin kalp krizi geçirip erken yaşta öldüğünü ve kadının da iki yetim kızıyla yalnız başına kaldığını öğrenir..
Allah dostu kadın ile hasbihal ettikten sonra küçük kızlara kendisinden istekleri olup olmadığını sorunca kızlardan birisi çatıları için kiremit diğeri de kendisi için yeni bir ayakkabı ister..
Allah dostu hemen yanındaki cemaate evin damı için kiremit ve diğer kız için ayakkabı alınmasını buyurur..
Kiremitler ve ayakkabılar geldikten sonra Allah dostu küçük kızlara “En çok ne için dua edersiniz, söyleyin bakalım dedenize” diye sorar!.
Kızlardan birisi, “Yağmur yağdığında damımız eski olduğu için evimiz ıslanmasın diye Allah’tan yağmur yağdırmamasını isterim hep” der!.
Diğer kız ise, “Ben de eski ayakkabım delik, ayaklarım yağmurlu havalarda ıslanıyor diye Allah’tan yağmur yağdırmamasını istiyorum hep” demiş!.
Allah dostu bu sözlerden sonra yanındaki cemaate dönerek,
“Sadece Allah’ın gerçekleştirme kudretinde olan bir duayı etmeden önce kendi kudretinizle birinin duasını yerine getirmediğiniz sürece duanız kabul olmaz ey cemaat” diyerek meseleyi özetler!.
Yani bizim duamız belki de başkasına bedduadır.
Düşünmek gerek..
Ve bu arada en çok birlik ve beraberlik , kardeşliğimizin bozulmaması için dua etmek gerek.