Babam, doruğun yuvasını mereğe yapmıştı. Rahat edebilecek ve rahatsız edilmeyecekti. Çünkü, yavruları için gün sayıyordu. Yattığı yerin yanına yiyecek ve su kabı yerleştirmişti.
Okul yeni başlamış, sonbahar yağmurları da gelmişti. Yağmurun erken gelmesi iyi olmamıştı. Doruk gündüz mereğe girip çıkıyor fakat gece merekte kalıyordu. Beslenmesine ve bakımına özen gösteriyorduk.
Yıkıyor, temizliyorduk. Yalnız ilaç kullanmıyorduk, çünkü, ilaçtan haberimiz yoktu. Doruk, derdini davranışlarıyla anlatır, isteğini yerine getirirdik.
Sabah kahvaltısında, babam, “Size bir haberim var.” Deyince, kardeşim, “Doruk” dedi. Babam, “Doruk birbirinden güzel dört yavru ile ana oldu.” Dedi. Mereğe koştuk. Doruk, yavrularını kucağına almış uyuyordu. Dört yavru kolay değildi. Belli ki, zorluk çekmişti, yorulmuştu.
İçeriye girdiğimizi duyunca, gözlerini açtı. Gözlerini bize dikti ve yavrularına baktı. İşte yavrularım, bir haftadır, çimende bunlar adına yoktum, dercesine baktı. Yanına yaklaşmadık, uzaktan sevdik, teşekkür ettik ve sağlıklı olmasına sevindik.
Gün zor geçti. Son ders zilinin çalmasıyla, eve koştuk. Doruğun yanına girdik. Sütünü içmiş, yavruları kucağında uzanıyordu. Yavruların gözleri daha açılmamıştı. Ezilmesinler diye elimize almadık. Doruk, iç güdüsü gereği, yavrularını yalıyor, seviyor ve mutlu oluyordu.
Geçmişin gelecekle buluştuğu yerde, dört yavru ile, doruk sevincimizi tazeliyordu. İlk defa ana olmuştu. Yavrularını kıskanabilirdi. Onun için yanına dahi yaklaşmadık. Babam öyle tembih etmişti. Kardeşime, “Yılların tecrübesi.” Dedim.
Uzaktan sevgi gösterimize cevap alıyorduk. Yavrularıyla oynuyor, onları sırtına alıyordu. Ana doruk daha heybetli geliyordu gözümüze. Gerçek olan iyi bir ana iç güdüsüne sahip olmasıydı.
Yavruları hediye gibi geldi. Geldiği gibi de sevinç naraları atmaya devam ediyoruz. Onları rahat ettirmek için elimizden geleni yapıyoruz. Kardeşim, “Merekte orkide çiçek açtı.” Dedi. İsimlerine de çiçek adları verdi.
Kırmızıya dönük tüylü olana, nar, kahverengi olanlara, zambak-1 ve zambak-2 ve dördüncüye de kadife adını verdi. Babam, “Fazla ilgilenmeyin, sonra ayıramayız.” Dedi.
Aradan bir hafta geçtikten sonra, doruk yavrularını kucağımıza almamıza izin verdi. Yavrular kucağımızdan inmezlerdi. Analarının kucağına iner, sırtında yatarlardı. Onları sevmeye başladığımızda doruk uyur dinlenirdi.
Yavrular analarının rahatsızlığına aldırmaz, kucağında savaş oyunlarının tatbikatını yaparlardı. Güneş batmak üzereydi. Köyden iki ağabey geldi. Yavruların neşe ve oynaşmasını gördü. Onları çok sevdi. Zambak-1 ve zambak-2 onlara verildi.
Zambakları alan ağabeylere babam, nasıl beslemeleri gerektiğini anlattı. Fazla ve tuzlu yemeyeceklerdi. Susuz kalmayacaklar, sütlerine biraz su katacaklardı. Nar bizimdi. Kadifeyi de babam arkadaşının oğluna verecekti.
Arkadaşının oğlu, çarşı çıkışında, yol kenarında kahve işletiyordu. Okuldan çıktık, yol ağzına yaklaştık. Arkadaşlarla derste arkadaşın sıradan düşmesini konuşuyorduk. Kahvenin önünden geçerken, Kadife sesimizi duymasın mı?
Kutudan fırlayan Kadife, ayaklarımıza sarıldı. Nasıl ağlıyor, nasıl incecikten havlıyor, inanılmaz. Kahvedekiler şaşırdı. Kardeşim çantasını bana verdi ve onu kucağına aldı. Kardeşimin ellerini, yüzünü nasıl yalıyor. Göğsünde yatıyor, omuzuna çıkıyor. Kardeşim, tamam yavrucuk seni anana götüreceğim, diyerek yürümeye başlayınca kucağına sokuldu ve ağlamayı bıraktı.
Onu severek, yürüdük kahveciye evden alırsın dedik. Eve vardık, Kadife kucağımızda yere atladı ve ana ve kardeşine koştu. Onların kucaklarına atladı. Boyunlarına sarıldı. Nar ile oynaştı. Anasının sırtına uzandı.
Unutamayacağım sahneleri bir anda yaşıyorduk. Babam ağladı, “Allah kimseyi anasız bırakmasın” dedi. Annemi yaklaştırmadık, çünkü onu susturamazdık.
Hayvan deyip geçmeyin, bu kadar mı dost canlısı olurlar. İstedikleri bir sevgi. Onlara bir şeyler söyleyip gülmek.
Kardeşim, doruğun gözündeki yaşı, mendiliyle sildi ve sırtını okşadı.