Günün aydınlığı yatak odama sızmıştı. Pencereden baktım, gökyüzü tam istediğim gibi masmavi gülümsüyor. “İlkbaharlar olmasa nasıl çekilirdi bu yaban eller?” dedim kendi kendime. Acele giyindim. Kulağım telefonda, gözlerim bilgisayarımdaki birikmiş iletilerimde. İletileri okuyayım derken telefon çaldı:
“Benim, Doris.”
“Bekliyordum arkadaşım.”
“Unutmadın değil mi? Yürüyüşe çıkacak mıyız Şükran?”
“Evet evet! Nerede buluşacağız?”
“Merkez istasyonda.”
Hangi saatte ve hangi noktada buluşacağımızı konuştuk. Acele sırt çantamı hazırladım. İçimde çocukluğumda duyduğum heyecana benzer bir sevinç vardı. Şehir dışına çıkacak, ormanda yaban sarımsağı (wild garlic/Bärlauch) toplayacaktık. Ne olduğunu bilmiyordum, ama meraklanmıştım. Tam anlamıyla etyemez olmamama rağmen, genelde otla beslenen olduğumdan, bu otu toplamayı, tanımayı çok istiyordum. Öylesine hoş anlatıyordu ki Doris, tam bana göreydi. Tarlalardan topladığımız yaban sarımsağını anımsattı bana. Egeli biri olarak, tarlalardan toplanan doğal otlarla yapılan yemeklerin tadını ve besin değerini bilen biriyim. Turp otu, ebegömeci, hindiba, iğnelik, pazı, arapsaçı, sarmaşık, deve dikeni vb. otlar gözlerimin önüne geldi. Nasıl anlatsam bilmem. Acayip özlemişim o günleri. Ege yemeklerinin özellikle de sebze ve ot yemeklerinin tadını unutmam mümkün değil. Rahmetli annem ne pişirirse pişirsin tadına doyamazdık.
Trende sohbete daldık. Nasıl olduysa söz anaya babaya geldi; gözlerim doldu, sesim titreyerek annemi çok özlediğimi, ama bunun çaresi olmayan bir özlem olduğunu anlatmaya çalıştım:
“Yaşamıyor mu?”
“Doksan sekizin şubatında uğurladık. Dönüşü olmayan son gidiş. Ne annem ne de babam var sevgili Doris.”
“Seni çok iyi anlıyorum Şükran. Annemi kaybetmedim, yaşıyor, ama ölümden döndü. Aylarca komada kaldı. Saatlerce başında oturdum. Ölmemesini diledim. Aklına gelebilecek her türlüsünden dua ettim. “Onunla konuşmalıyım, her şeyi baştan deşmeliyim. Ölmemeli. O benim annem. Aramızdaki buzlar çözülmeden gitmemeli.” diyordum…
“Aranız iyi değil miydi?”
“Annem, hayvan doktoru idi. Babam da. Annemin hayallerinde neler vardı bilmiyorum. “Siz olmasanız, benim yaşamım daha iyi olur, kendimi yetiştirmeye zamanım olur.” derdi. Çocuk aklımla annemin dediklerini yorumladım. Geceleri uyuyamadım. Kendimi yük olarak görmeye başladım. Senelerce sürdü bu durumum. On sene öncesine kadar sürekli mutsuz oldum. Kiminle bir arkadaşlık kursam acaba yük mü oluyorum diye kıvrandım. Annemin beni sevmediğine öylesine inanmıştım ki…”
“Yanılmış olamaz mısın?”
“Çocuktum ve bana karşı soğuk davrandığını düşünüyordum. Kız kardeşim ile arası iyiydi. Onun becerikli ve kabiliyetli oluşunu, özellikle de çalışkanlığını kıskanırdım. Annemin kız kardeşimi övdüğünü duyduğum anlar çıldıracak gibi olur, hırçınlaşırdım.”
“Şimdi aranız nasıl?”
“İyi anlaşıyoruz, çok değişti. Eski hali yok. Ben de olanları unuttum.”
“Peki, nasıl başardın bunu?”
“Çok geç oldu, otuz yaşımdan sonra.”
“Nasıl yani?”
“Düşündüm; hep başarısız, mutsuz olan bendim. Onca dostlarım olmuş, her birinden kopmuştum. Hep sevilmediğimi, yük olduğumu düşünüyordum. Bu doğru olamazdı. Bunu yenmeliydim.”
“Nasıl?”
“Konuşarak, içimdekileri apaçık söyleyerek. Komplekslerimi yenmeli, “İşte, ben buyum!” diyebilmeliydim. Zihnimdeki olumsuz düşüncelerden kurtulmalı, iletişim kurduğum kimselere olduğum gibi, hissettiğim gibi seslenebilmeliydim. Korkmadan, çekinmeden. Öyle de yaptım. Konuştum annemle. Şaşkın şaşkın dinledi beni. “Ben nasıl da anlamamışım seni” diye diye yakındı. İnan hüngür hüngür ağladı. O zamandan beri rahatım.”
“Annen ile konuşman iyi olmuş.”
“Evet evet! Açıkça beni üzen her konuya değindim. Beni dinlerken gözbebekleri hayret ve meraktan kocamam oluyordu. Belli ki bilerek böyle davranmamıştı. An oldu bağırdık, an oldu ağlaştık geçmişi konuşurken, ama sonuçta ikimiz de kazançlı olduk. Anladık birbirimizi. Annemin sorumluluklarının ne kadar da çok olduğunu neden o zamanlar anlayamadım diye kendime kızdım. Çocuğum olursa annem gibi olurum, evladımı mutsuz ederim diye anne olmak istememiştim. Çocuklarım benim gibi buruk yaşasın istemiyordum. Meğer annem beni ne çok seviyormuş.”
Doris’i anlamakta zorlandım desem yalan olmaz. Kendi çocukluğumu düşündüm o konuştukça. Böylesi duygular yaşamamıştım. Ağabeyimi bile kıskanmamıştım. Annem hiç üşenmez, evde yemek olmasına rağmen ağabeyimin sevdiği yemeği hemen yapardı. Benim nedense özel isteklerim hiç olmadı. Verileni yedim, istenileni yaptım. Çoğu kez de fazladan çalıştım. Düşünüyorum da bunda babamın ve annemin bizlere sevgi dolu yaklaşımlarının payı büyüktü galiba. “Benim kızım başka, adam olacak çocuk b……dan belli olur” derdi halk diliyle babam. Omuzlarında taşırdı beni çocukluğumda. Yorgun olsa bile oturur “el el ebildek” oynardı evlatlarıyla. Kulaklarıma kirazları küpe gibi takardı. Annem ise “benim çalışkan, güzel kızım, Yaradan’dan sürmeli gözlüm” diye dil döker, yumuşacık kucağına alır, bağrına bastırırdı. Anneciğim babamdan farklıydı. Sinirlenince dövmese de oramı buramı çimdiklerdi. Onun eğitim, öğretim anlayışı, kapasitesi o kadardı. “Anasına bak kızını al.” dendiğini bildiği için ben küçücükken her işi yaptırmaya başlamıştı. “Yaptığın banaysa, öğrendiğin kendine.” derdi her fırsatta. Bizim evde durum Doris’in evinden farklıydı. Doris’in anlattığı gibi soğuk tavırlı değildi annemiz, babamız. İşten aştan öce ailede sevgi önde gelirdi. Hangi durumda olursak olalım, akşam sabah, her an, herkes birbirini sever, korur, sayardı. Evlatlarına karşı davranışları sıcacık ve sevgi doluydu annemle babamın. Biz evlatları için her şeyin en iyisini yapmak için çırpınırlardı. Haliyle bizler de öyle duygularla büyüdük.
Doris bir konuda ama oldukça haklı. Çocuklarımızla aramızda yeterince açık, anlaşılır bir iletişim kuramıyoruz. Kendimizi her şeyi bilenler mi görüyoruz acaba? Ya da işin içinden çıkamayınca, omuzlarımız ağırlaştığında yaşamın koynunda; acısını onlardan mı çıkarıyoruz sinirli ve de düşünmeden yaptığımız tavır ve konuşmalarla? Sanıyorum bu hataya bizler de düştük. Onları dinlemekten çok onların bizi dinlemesini mi istedik çoğunlukla? Bunu yaparken, onların iç dünyalarına girmeyi başarmayı ne de çok isterdik oysa…
Yeniden genç anne olsam, önce dinlemesini öğrenmeyi denerdim. Yeni anne olacaklara ne mutlu! Onlara ışık tutacak, yanılgılara uğramış Şükranlar, boşuna senelerini yemiş Dorisler, Ayşeler, Aliler, Mehmetler var. Hem de yanı başlarında…
Ülkelerin aydın geleceği nesilden nesle akıp giden kültürel miras değil midir?
Anlarımız aydınlık olsun.