Biliyorum film adı bu. İzledim, hem de üç kez, güldüm her seferinde. Meramım filmi anlatmak değil, dondurmayı anlatacağım, bildiğiniz dondurmayı işte.
Herkes gibi ben de çok severdim çocukluğumda dondurma yemeyi. Hoş bu yaşta sevmiyor muyum? Seviyorum hem de nasıl ohooo, anlayacağınız her çocuğun sevdiği kadar seviyorum hâlâ dondurmayı.
Çocuk dedim de çocukluğumun dondurmacıları geldi aklıma. O yılların dondurmacılarının elleriyle iterek sürdükleri tahtadan yapılmış, tekerlekli, allı morlu boyanmış ve süslenmiş üzeri gölgelikli, tenteli dondurma arabaları vardı.
Arabanın üstü gölgelikli olmasa erirdi dondurma zahir. Yaz iyice gelmeden, sıcaklar bastırmadan satılmazdı dondurma öyle.
Niye mi? Şöyle ki daha o zaman dondurma henüz renk renk, çeşit çesit üretilip, çubuklara takılıp ya da kutulanıp, yaz kış yenip marketlerdeki yerini alıp sektörünü oluşturmamıştı da ondan, masumdu daha sütle yapılıyordu ve her çocuğun düşlerini süslüyordu. E kolay mı? Yaz gelecek, dondurmacı mahalleye gelecek:
– Dondurmacı geldi, dondurmam kaymak, diye bağıracak, çıngıraklı zilini çalacak, dondurmacı işinin ehliyse şarkılarını söyleyecek ve biz çocukları çağıracaktı.
Dondurmacı gelince mahallede bir şenlik, bir şamata, bir bayram, bir hareket ki sormayın. Para bulan, bulamayıp annesine, ninesine yalvaran bulup buluşturup beş on kuruşu denkleyen koşardı dondurmacının yanına, girerdi sıraya bir cümbüş bir kıyamet biz çocuklarda, sorma gitsin. Ben biraz şanslıydım para bulma konusunda, her zaman hiç iyi olmayan, evin tek çocuğu olmak durumu burda işe yarıyordu, buluyordum beş on kuruş dondurmacı gelince.
Bazı çocuklar para bulamaz, dondurma alamaz, çok kardeşliler bir dondurma alır hepsi birer kez yalardı bazen, şaka değil bu oyun hiç değil çok adil olurlardı bu paylaşımda.
Bazıları da çekiştirirken yere düşüverirdi dondurma, karıncalar üşüşürdü o vakit dondurmaya çocuklar da yere çömelip pişmanlıkla bakarlardı çekiştirip düşürdükleri karıncalara yem ettikleri dondurmaya.
Yoktu işte hepsi için dondurma parası yoksulluktu bunun adı şaka değil. Olmayınca olmuyordu işte beş kuruş, iyi paraydı o zaman beş kuruş, ödevler için beş dosya kâğıdı alırdın kasabanın emektar kırtasiyecisi Hasan Berber’den, ya da okulun önünde ceviz satan adamdan, beş ceviz alabilirdin o parayla, ben 1966-67 yıllarında ilkokula giderken.
Bazen de yayla buzu satardı baharda bir adam:
O da ne mi öyle? Buz işte bildiğin buz. Baharda dağların kuzey yamaçlarının kuytularındaki buzlaşmış, kristalleşmiş karları tehliz torbalarda eşeğinin üstünde getirir satardı bir adam:
-Yayla buzuuu geldi yayla buzuuuu.
-Her derde deva, diye bağırarak testere ile keser keser satardı. Benim annem aldırmazdı:
-Hasta olursun der, ama komşumuz Esme Nine bolca alır, tepsiye koyar üstüne de pekmez dökerdi ben de onun çocukları ve torunlarıyla yerdim annem görmeden, güzeldi tadı o kalabalık içinde yendiğinden ama bazen de boğazımızı ağrıtırdı.
Ya işte bu küçük kasabanın, bu çıkmaz sokağının tek eğlencesiydi dondurmacının, yayla buzcunun gelmesi, ha bir de kışlık sinemada ve açık hava sinemasında gösterilecek filmleri tanıtmak için gelen çığırtkan çocukların mahalleye gelmesi ve avaz avaz tanıtması o hafta gösterilecek filmlerini. Biz çocuklar için seyrine doyum olmazdı bu işlerin.
Sinema ve filmleri sonra anlatacağım sadede gelelim, ne diyorduk dondurma diyorduk.
Gel zaman git zaman, biz biraz büyüdük kasabamız da büyüdü tabi. Artık ilçemizde dondurma dükkânları açılmıştı, bunlardan biri de Roma Dondurmacı’sıydı. Aman Allah’ım o ne lezzetli dondurma yapış öyle o ne kibar ve sade, terbiyeli ve efendi dondurmacı öyle. Cümle âlem bir Sungurlu halkı onlardan almaya başladı dondurmayı. Roma dondurmacımız muhacir göçmeni bir aile; dede, baba, torun hepsi çalışıyor dükkânda maşallah, yine de yetiştiremiyorlar ilçeye dondurmayı.
Her zaman tertemiz dükkânları ve hepsinin üstündeki önlükleri bembeyaz. Dondurmaları baldan tatlı, mis gibi süt kokuyor, kaliteyi hiç bozmuyorlar, çizgi ve mesafeleri, muameleleri hep aynı, temiz, saygılı, edepli, helal olsun kazandıkları para, şimdi bile aynı yerde dükkanları, yazın yine aldım gidince, dedeleri rahmetli olmuş üzüldüm, torunlar canla başla aynı işteler, esnafın böyle tutarlı ve ahlaklısı hep olsun ve artsın inşallah.
Bitmez dondurma hikayeleri, bir keresinde de güzel bir Ankara gününde bütün kız kuzenler gün boyu bütün paramızla durmadan dondurma yemiş ve akşama hatta sabaha hiçbir şey yiyemeyecek denli mideyi bozmuştuk da yine de annelerimiz ağzımızdan tek laf alamamışlardı ne olduğuna dair, bir biz biliyorduk o yaz günü ne olduğunu bir de o kadar dondurmaya maruz kalan midelerimiz, günlerce düzelmedik ama olsun, oh canımıza değsindi dondurmalar.
Yine yıllar yıllar geçti, köprülerin altından da çok sular aktı. Devir devran döndü öğretmen olarak gönderildiğim Almanya Nürnberg’deyim şimdi UntereBau Strasse de oturuyoruz. Sokağımızın parkında, hani şu hep kuşlara ve farelere ekmek simit attığım, ders çıkışı kafamı ve gönlümü dinlendirdiğim; HasdörferPlazt’daki parkımızda.
Bahar gelir gelmez akşamüzerleri İtalyan dondurmacı da gelir parka kampanasını çalarak küçük dolmuşuyla. Çocuklar duyunca hemen zilin sesine üşüşürler yine dondurmacının etrafına tıpkı bizim çocukluğumuzda dondurmacının tahta arabasına üşüştüğümüz gibi Ha elli yıl önce ha elli yıl sonra ne fark eder.
O zaman araba tahtadandı, şimdiki motorlu, satıcısı yanık bir Anadolu delikanlısı Türk’tü o zaman, bu yaşlı bir İtalyan, yer Sungurlu Yıldız sokaktı, şimdi Nürnberg HasdörferPlatzt.
Çocuklar Ayşe, Fatma Hüseyin Adem‘di şimdi Aras, Ilgaz, Carmen, Alina, Selina Neo… ama dondurma hep dondurma çocuk da hep çocuk.
Hâlâ daha dondurmacının kampanasının sesi duyulur duyulmaz parkın her köşesindeki çocuklar ‘Eis Eis’ (ays, dondurma) diyerek yıldırım gibi annesine koşuyor para istemeye, annesi:
– Ilgaz daha yeni yedin aysını, diyor yarı Türkçe yarı Almanca oluşturduğu karma diliyle ama Ilgaz çoktan alıp parayı koşuyor dondurma arabasının yanına.
Bazen ben de katılıyorum bu cıvıltılı kalabalığa ellili yaşlarıma bakmadan daha bahar olmasına hastalanabileceğime bakmadan alıyorum dondurmanın çileklisini hem de.
Bazen de yaşlı ve biraz pasaklı İtalyan dondurmacı, sütle dondurmayı bir güzel mikserden geçirip sütlü çilekli ya da muzlu dondurmalı içeceği koca bir bardağa koyup veriyor elimize, içeceğini alıp oturuyorsun parktaki oturağına hem Allahın kullarını seyrediyorsun sevgiyle hem de dondurmalı içeceğini yudumluyorsun keyifle.
İşte yine bizim aksak Alman komşu geçiyor:
-Grüss Got, diyor Bayern ‘e has selamıyla ben de ona diyorum, dün de zenci sevgilisi ve zenci çocukları olan kendisi Rus ya da Romen olan kadının sevgilisi ya da fedaisi olan bizim Türk Dönerci genç, biraz karışık oldu değil mi? Kafanız karıştı. Burda bu işler hakikaten baya bi karışık da her neyse biz dondurmaya gelelim, bizim dönerci genç sevgilisinin zenci sevgilisinden olma kömür gibi kapkara çocuklarına dondurma alıyordu, benim de dondurmamı ödedi tüm itirazlarıma rağmen:
-Bu da benden abla, dedi ve dondurmamı ödedi.
Galiba geçen gün onunla kısa ayaküstü yaptığımız sohbet, ona verdiğim öğütler hoşuna gitmişti.
-Dönercide çalışmak zor ve yorucu üstelik parası da az, diye dert yanmıştı:
– Türkiye’de hangi işi yapıyorsun?
-Türkiye’de reklam panosu ve tabela ustasıydım ne güzel işim vardı, diye yakınmıştı.
– Aynı işi burada yap, dedim.
– Kursa gitmem, Almanca öğrenmem gerekiyor, yaşım geçti öğrenemem demişti.
– Olur mu? Dedim. Bak ben elli yaşında Almanca öğrendim sınavlara girdim de öyle geldim buralara, sen daha gençsin dedimdi de
-Haklısın ya işte ne bileyim zor iş, demişti.
Elin adamı ülkesinde yaşayana dilini öğrenmeyi şart koşuyor ve her şeyi de belgelemesini istiyor neyse gelelim dondurmaya.
Öyle ben şunu bunu biliyorum diye yapılan sözlü beyan yeterli olmuyor.
Güneş ağaçların tepesinde ışıl ışıl, çocuklar şimdi mutlu mutlu yalıyorlar zevkle masmavi olmuş dilleriyle dondurmalarını.
Evet bu veletlerin hepsi bu mavi dondurmadan iştahla yiyor, morarmış boyalı dillerini de birbirlerine gösterip kıkırdaşarak. Böööyk yemem vallahi her neyliyse o mavi dondurmayı.
Ben ya çilekli dondurma yerim ya da kim bilir yine kısmet olur da gitmek Nürnberg ‘e tramvaya binerim, şimdi gelir ‘Doku’ dokuz numaralı tramvay ‘Dutzendteich’ de inerim, “Gutmann Volksgarten’in cevizli dondurmasından yerim inşallah bir kez daha nasip olur da…
Siz de gelir misiniz benimle?
Şükran Uçkaç Yargı
Sazsızozan