Hasan’ın çocukluğunda köylerinde elektrik, su, radyo yoktu. Şehre kilometrelerce uzaklıkta, Balkan Türklerinin yaşadığı bu köyden geçen çerçiler, kömür tüccarları, kasabaya su değirmenine ekin götüren köylüler de olmasa çocuklar için hayat çekilmez olurdu. Akşam erken yatılır, sabah da erkenden kalkılırdı. Geceleri çalışılmaz, zorunlu işler de el yordamıyla kotarılırdı.
O gece de erken yatıp ala şafakta, serçe kuşları ağaçları sarmadan kalkıp hazırlıklara başladılar. Bez torbalara bulgur, yazma pilavı, elde kesme erişte ve kuru bakliyatlar konulup nakışlı kıl çuvala itina ile yerleştirildi.
Çingenelerin ‘’Hamileli‘’ diye tabir ettikleri İzmir işi, ortası kuşaklı kamış sepete de nar ekşisi, salça, zeytinyağı gibi yiyecekler konuldu. Patates, soğan, sarımsaklar kalaylı bakır tencere ve bakırcıklara dolduruldu. Çendala ¬-süzme yoğurt- torbası da tasın içinde yerleştirilince yiyecek faslı tamamlandı.
Yazıda kullanılan büyükçe bir yatağın yüzü değiştirildi. Güneşte renk atmayacak türden, kalın siyah nakışlı bir kumaşla da yorgan yüzlenip aralarına yastık konularak denk yapıldı. Hasan o güne kadar bostan beklemeye gitmemişti. Önceki yıl ısrar edince amcası yarım ağızla ‘’Tamam, seneye seni de götürürüm.’’ demişti.
On yaşına girmeden hiçbir çocuk bostana götürülmezdi. Hasan bu yıl uygundu, Ali Amca’sıyla bostana domuz, çakal, tilki beklemeye gidecekti. Bostana dadanan yaban hayvanları yaklaştırılmaz, yoksa ele bir tane bile mahsul geçmezdi. Telaşlı sevinci görülmeye değerdi; kaldıramayacağı ağırlıktaki yükleri, yerlerde sürükleyerek arabaya yerleştirmeye çalışıyordu.
Kocaman beyaz uzun tüylü köpeği Kocabaş, böyle hazırlıklar yapıldığında bir yere gidileceğini sezer, işkillenir, sağa sola hamleler yaparak sevincini belli ederdi. Kocabaş’ın kafası Hasan’ın başının üç katı büyüklükteydi ama yüreği küçücüktü, biraz da korkaktı. Diğer köpekler geceleri yabancıyı dış kapıya yaklaştırmazken o, tehlike gördüğünde kuyruğunu iki bacağının arasına alıp evin iç avlusuna kadar kaçardı. Aslında köy köpeği yavuz olmalıydı. Kıl çadırlarda yaşayan Yörükler korkak köpeklerin üzerine gece bir çul atarlardı. Çulun üzerinden hayvanı döverek tetik olmasını, gözünü dört açmasını sağlarlardı. Gece korkutulan böyle köpek her şeye saldırmasını öğrenir, korkuyla yüzleştiği için yavuz olurdu.
Bostana ikindi zamanı gidecekler ‘’Hayme’’ denilen çardağı gün batmadan kuracaklar, geceyi çardakta geçireceklerdi. Çardak için on-on iki civarında kalın direk ile boruk çalısı hazırlandı. Çuvallara yumuşak ekin sapı dolduruldu. Kullanılmayan tahta bahçe kapısı da üzerinde oturulup, yatılacak bir yer oluşturmak için arabaya konuldu. Kula beygirle doru beygirin koşumları hazırlanırken beyaz tüylü Kocabaş, etraflarında sabırsız adımlarla kah yola koşuyor, kah bahçe çitini dolanıyordu.
Arabaya bindiler. Çolak Ali Hasan’ı yanına oturtup ‘’Sıkı tutun Hasan!’’ diye tembihlerken kırbacı şaklattı. Yokuşlu köy yolundan bir toz bulutu yükseldi. Araba ve atlar hızlı gidiyor ama toz bulutundan çıkamıyorlardı. Bahçeli köy evlerinin önünden geçerken dış avluda yatan köpekler sahibine şirinlik için arabaya saldırıyorlar, Kocabaş arabanın altına, hatta zaman zaman atların ayakları altına kadar kuyruğunu kısarak ilerliyordu, yolculuğa öyle devam ediyordu. Çolak Ali ‘’Ulan köpek ben seni yavuz yapmasını bilirim ama… Bu kadar korkak köpek domuz bekler mi? Çakalı görse kaçacak delik arar bu hayvan. La havle vela…
’’ Güneşin kızgınlığı gider gitmez tarlaya vardılar. Amcası atları koşumlardan boşandırdı, ağaca bağlayıp boyunlarına yem torbalarını taktı. Bostan tarlası çok büyüktü. Sıraların çoğu karpuzdu. Tarlanın bir köşesinde salatalık, domates, mısır, süpürge darısı ekiliydi. Kavunlar karpuz sıralarına paralel, baştan başa uzanıyordu.
Çolak Ali çardak yapımına başladı, Hasan, amcasına yardım ediyordu. Dört direği derince çukur açarak taşla sıkıştırıp diktiler. Üstüne sokak kapısından bozma tahta perdeyi yerleştirdiler. En üste de başa değmeyecek şekilde boruk çalılarını bağlayıp ot biçerek üstüne gölgelik yaptılar. Hayme hazırdı. Kocabaş kendini gölgeye attı, dili bir karış dışarıdaydı. Hızlı hızlı nefes alıyordu, dilinin ucundan sürekli su damlıyordu. Gölgeler dağdan indi. Ezan karanlığı çökünce ortalığı dayanılmaz bir sessizlik sardı Kulaklar bu kadar sessizlikten de rahatsız oluyordu. Gündüzden kalan son ağustos böcekleri, kart ve çatlak sesleriyle son bir hamle ile ötmeye çalışıyorlardı. Hasan’ın yüreğini ürperti, yalnızlık duygusuyla karışık anlayamadığı bir korku sardı. Yaklaşık bir ay boyunca geceli gündüzlü burada kalacaklardı.
Amcasına sordu:
_Amca bu gece domuzlar gelir mi? Amcası:
_Zannetmem, henüz karpuzlar küçük. Hele bir hafta on gün geçsin, karpuzlar bir olgunlaşmaya başlasın sen o zaman gör! Çakal mı dersin, domuz mu, tilki mi, porsuk mu, kuyruk sürüten mi? Hepsi çiftçinin malına hücum ederler ki bekleyip kovalamazsan bir tane bile yedirmezler adama, dedi. Hasan:
¬_Hele bir gelsinler amca! Gelecekleri varsa görecekleri de var. Bak taşları ayak ucuma dizmişim. Hepsine yeter valla! Haymeden inmem aşağı. Sapan da var boynumda, gece yatarken bile çıkarmam bunu. Küçük taşları da sapanla atacağım. Bir cep dolusu taşım var. Sapanı denedim tarlanın öbür başına kadar atabiliyorum.
Çolak Ali günün yorgunluğuyla uzanırken; _Yat ulan aşağı, konuşup durma, domuzlar gelsin de göreyim seni. Bakalım kaç buçuk atacak senin dübürün… Hele Kocabaş ne yapacak, domuz kovalamaz bu köpek. Kaçmazsa iyi ama ben onu yavuz yapmasını bilirim. Hele domuzdan bir korksun, bak ona ne oyunlar oynayacağım.
Kalın, aceleci bulutlar ayı yalayarak geçti. Uzakta bir çakal uludu, karşı tepeden cevap geldi. Köy taraflarında bir baykuş öttü. Hasan uyuyamamıştı. ’’Şimdi buradan aya doğru uzun, çok uzun bir yol olsa… Doğruca basamaklarla aya çıkılsa… Bulutların yanından geçip giderken elimi dokundursam, ayın yanına varsam…’’ diye düşünürken uyuyakaldı.
Sabah, amcası yoğun işler için köye gitmişti. Kuşluk sıcağı nefes aldırmıyordu. Bostanı adım adım gezdi. Karpuzlar önce saçma, sonra ceviz, biraz daha büyüyünce yumrukla tarif edilirdi. Teveklerin arasında gizlenmiş karpuzları görünce iki yumruğunu yan yana getirerek ’’Ohooo… Bir haftaya kalmaz benlenir bunlar. Sonra çakallar, domuzlar yemeye gelir.’’ dedi. Elini boynunda asılı sapana attı. Çıkarıp bir gözünü yumarak çatalın arasından rastgele nişan alarak söylendi: “Hele bir gelsinler bakalım. Hanya’yı Konya’yı görürler o zaman!’’ Elini alıştırmak için bostanın kenarında sıra halinde dikili süpürgeliklere sapanla atışlar yaptı. Bir kaç taşı isabet edince etrafa bakındı, iyi bir atıcı değildi ama yine de böbürlendi. Gündüzün alev sıcaklığını, nefes alınamaz eyyam-ı buhur sıcaklarını da görmüştü ama bugün bostan neredeyse tutuşacaktı.
Bostana geleli neredeyse on gün olmuştu. Gecenin serinliği yorgan gibi yazıya serilince birazcık rahatladılar. Gök yıldızlıktı. Gündüz hiç duyulmayan türlü bin çeşit böcek ötmeye başlamıştı. Çalışmanlar, su isteyen kurbağalar; uzun, tiz böcek sesleri ayın ışığını kesiyordu sanki… Şu devamlı uzun ses çıkaran yılan olmalıydı. Yılan gelirse gelsin, haymaya tırmanamaz ki! Hem altta Kocabaş var. Kocabaş, garip hırıltılar çıkararak çardağın altına geldi. Bir şeylerden işkilleniyordu, hatta korkuyordu. Çardağa çıkar gibi yaptı. Tırmanamadı. Amcası ‘’Hasan, domuzlar bostana daldı. Kalkalım çabuk! ‘’ Hasan bir şey göremiyordu. Kalktılar. Biraz uzakta, bostanın içinde iki tanesinin yavru olduğu anlaşılan dört tane domuz vardı. Hasan heyecanla sapanı çıkardı, taş atmaya başladı. Heyecandan titriyor, isabet ettiremiyordu. Amcası, çardağın direğinde asılı dolma tüfeği aldı, çardaktan indi, koştu. Kocabaş da onunla koşuyor, durursa o da duruyordu. Bir el silah sesi geceyi kamçı gibi biçip ikiye böldü. Dolma tüfeğin barutu metrelerce ileriye kadar her yeri mavi dumana büründürdü. Domuz ailesi kaçıştı. Haymeye dönünce Çolak Ali, Kocabaş’ı azarladı. Kocabaş, kuyruğunu arka bacakları arasına aldı utangaç çocuk edasıyla çardağın altına uzandı.
Hasan daha önce domuz hiç görmemişti. Başları kocaman, boyunları kalın, siyah, dik tüylüydüler. Amcasını görünce nasıl da kaçıştılar. Çolak Ali tüfeği yerine asarken ‘’Ulan Kocabaş ben de seni yavuz bir köpek yapmazsam!’’ diye söyleniyordu. Hasan ‘’Bir köpek nasıl yavuz yapılır amca?’’ diye soracaktı, cesaret edemedi. Amcası sertti. Ya köpeği azarladığı gibi onu da azarlarsa…
Bu gece köylülerin ‘’Ay karanlığı ‘’dediği geceler başlıyordu. Böyle gecelerde ay geç doğardı, doğsa da ışığı fersiz olurdu. Zifiri karanlık olmaz ama yine de görmek için keskin göz gerekirdi. Hasan: ‘’Gözün kurt gözü olacak anasını satayım, o zaman adam gibi göreceksin her yanı. Domuz mu var, çakal mı, yılan mı? Ay karanlığında sürülmüş kara kesekte mor koyunu görürmüş kurt. Böyle gözüm olsa Allah’tan ne isterim daha. Domuzlar tarlaya girmeden görürüm o zaman!’’ dedi. ‘’Yat ulan aşağı!’’ dedi amcası.
Gündüz bostan tarlası yalıma dönüyordu. Sıcakta titreşen hava, sanki her şeyi buharlaştıracak gibi görünüyordu. Günlerdir esen sam yeli burunlara dalga dalga çiçek, ot, kavun kokusu getiriyordu. Gündüz yuvalarına kaçan karıncalar akşam üstü meçhul bir savaşa giden askerler gibi art arda dizilmiş aynı yöne doğru gidiyorlardı. Bir çekirge uçtu, az öteye kondu. Akşam rüzgar kesilince sivrisinekler çöktü. Bu gece gayet sıklet oldu. Sıcaktan nefes alınamıyordu. Geç vakte kadar uyuyamadılar. Terazi yıldızları tepeye gelmişti ki Hasan dalar gibi oldu. Gündüzden yorulmuştu. Bu gün de amcası dönüp duruyordu.
Koca kafanın havlamayla hırlama arasındaki bağırtısıyla yatağından fırladı Hasan. Beyaz tüylerini fark etti önce. Tam seçilemiyordu ama korkuyla habire çardağın etrafında dolanarak kaçıyor korkuyla havlıyordu. Peşinde karanlıkta zor seçilen bir şey vardı. Rengi simsiyahtı. Gözleri karanlığa alışınca Kocabaş’ı kovalayan şeyin irice bir domuz olduğunu gördü. Tüyleri diken diken olmuştu. Hemen gündüzden hazırladığı taşları domuza fırlatmaya başladı. Köpek can havliyle, yalvaran bir sesle yardım istiyordu sanki. Domuz, Kocabaş’a iyice yaklaştı. Bir hamlede tutacaktı artık. Hasan, yumurta büyüklüğünde bir taşı öyle bir hırsla attı ki taş domuzun tam sırtına isabet etti. Tok bir ses çıktı. Domuz “Offf!” diye insan gibi inledi.
Ayağa kalkarak Hasan’a doğru gelerek bağırdı: ’’Taş atma ulan kerata! Benim ben. Amcanım, domuz değilim.’’ Hasan şaşkındı. Köpeği yavuz yapmak için domuz postuna bürünen amcasını görünce kekeledi ‘’Se… se… sen ‘’diyebildi Hasan. ‘’Bak evlat‘’dedi amcası.’’Köpek domuz avlamazsa, korkaksa, onu avcı yapmak için domuzla korkutmalısın. Korkan köpek yavuz olur, bir daha geceleri uyumaz, domuzu bekler, tetik durur.
” Hasan, o gece domuzu vurduğunu zannederek çok sevinmişti. Domuz yerine, domuzun postuna bürünmüş amcasını vurduğunu anlayınca mahcup olmuştu. Faka basmak zoruna gitmişti ama Kocabaş o korku gecesinden sonra ‘’yavuz bir köpek’’olmuştu. Ali Ayaz Adana 29. 07. 2017
Online Bilgi İletişim, Sanat ve Medya Hizmetleri, (ICAM | Information, Communication, Art and Media Network) Bilgiağı Yayın Grubu bileşeni YAZAR PORTAL, her gün yenilenen güncel yayınıyla birbirinden değerli köşe yazarlarının özgün makalelerini Türk ve dünya kültür mirasına sunmaktan gurur duyar.
Yazar Portal, günlük, çevrimiçi (interaktif) Köşe Yazarı Gazetesi, basın meslek ilkelerini ve genel yayın etik ilkelerini kabul eder.
Yayın Kurulu
Kent Akademisi Dergisi
Kent Akademisi | Kent Kültürü ve Yönetimi Dergisi
Urban Academy | Journal of Urban Culture and Management
Ayın Kitabı
Yazarlarımızdan, Nevin KILIÇ’ın,
Katilini Doğuran Aşklar söz akıntısını öz akıntısı haliyle şiire yansıtan güzel bir eser. Yazarımızı eserinden dolayı kutluyoruz.