Çevresine, partisine, lobilere, derin Amerika’ya ve küreselci Demokratlara kulak asmayıp, Erdoğan’la ‘uzlaşması’ Trump’ı farklı kılıyor.
Türkiye’nin ve Trump’ın son kararı; ABD’deki aşağılık mahlûkların aralarındaki bağı güçlendirmekle kalmayıp, aynı zamanda Türkiye karşısındaki çaresizliklerini ifşa etti.
Trump’ın farklılığını adaylığı süresince fark etmiş ve Yeni Söz gazetesinde görev yaptığımız zaman bunu manşetlerden aktarmıştık. Artık Trump’ın ABD tarihinin en sıra dışı başkanı olduğunu herkes kabul ediyor. 10 Kasım 2016’da manşetimizde “ehven-i şer kazandı” demiş ve eklemiştik, “Zenci ve Müslüman düşmanı Klu Klux Klan üyesi bir babanın oğlu olmasına rağmen Trump, Obama gibi münafık bir kişilik değil. Trump’ın Türkiye ve Rusya ile iyi ilişkiler kurması bekleniyor. Emlak kralı, Kalvinist, Presbiteryen olan yeni ABD Başkanı, Amerikan sisteminden rahatsızlık duyan orta ve alt sınıfın oylarını alarak seçildi.”
Haklılığımız gün gibi ortada değil mi?
‘BEN YAHUDİLERİN PARASINI İSTEMİYORUM’
7 Aralık 2015 tarihli manşetimizin spotu ise aynen şöyleydi: “Amerika’da Cumhuriyetçi başkan aday adayı Donald Trump, Yahudilerin isteklerini geri çevirdi. İsrail-Filistin çatışmasında İsrail’den yana tavır alması ve Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmesi karşılığında para yardımı teklif edilen Trump, ‘Ben sizi de, paranızı da istemiyorum’ dedi.”
İlk bakışta ‘iyi ama hem Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etti, hem de 100 yılın anlaşması planıyla Filistin değil, İsrail’den yana tavır aldı’ denilebilir. Bu dahi yanıltıcıdır. Trump’ın o tarihteki AP’ye verdiği mülakatta kurduğu, “Bir grup, Beyaz Saray’da kukla pozisyonunda kalabilecek birilerinin yerleştirilmesini istiyor. O kişi ben değilim” cümleleri izaha yetiyor.
Trump’ın kafasında bildiğimiz Amerika yok. Onun kafasında para kazanan, işsizliği azaltmış, güçlenmiş, parasıyla her şeyi yapabilecek bir Amerika var. Siyonistlerin dilediğini yaptırabilecekleri bir Amerika değil.
Adaylığı garantilememiş bir aday adayı çıkıp “Ben sizi de, paranızı da istemiyorum” diyebiliyorsa, bu kişi ya deli olmalı yahut da çok farklı bir hesabı. Her ikisi de birden var diyorsanız doğru.
Şöyle düşünün, bugün Türkiye’nin başında A. Gül ve K. Kılıçdaroğlu gibi bir cumhurbaşkanı olsa, Mehmedçiğin büyük gayret ve başarı ile yürüttüğü Barış Pınarı Harekâtı mümkün olabilir miydi? Hiçbir şartta olamazdı. Demek ki, lider çok mühim!
Bugün Türkiye’nin kâhir ekseriyetinin birleşmesine neden olan şey, Türkiye’nin lideri Erdoğan’dır. ABD’nin derin ve iğrenç odaklarının Türkiye karşıtlığı ve İslam topraklarında ‘ikinci İsrail’in kurulması için birleşmesini ve Amerikan halkının Trump’ın etrafında kenetlenmesini sağlayan da Trump’ın liderliğidir.
LİDER AHLÂKLI VE FÜSUNKÂR OLMALI
Dünyanın muhtaç olduğu şey, ahlâklı karizmatik liderler. Ne yazık ki, şu an birkaç ülke dışında kimse buna sahip değil. Ahlâk ve eskilerin tabiriyle füsunkâr yani karizmaya sahip tek lider Türkiye’de. ABD ve Rusya’da ise ahlâkî mahrumiyetleri önde olsa da, kabul edelim liderlik yönleri de güçlü. Buna Malezya, Macaristan, Filipinler gibi etkinliği az ülkeleri de eklemek mümkün.
TRUMP’IN RAKİBİNE DOKUNAN ÖLMEYE DEVAM EDİYOR
Amerika tarihi bize, ABD’de temiz birinin başkan olmasının hiçbir zaman mümkün olmadığını gösteriyor. Bagajınız dolu olmalı ki, kurulu düzenin adamları size destek olsun. Aksi hâlde direnir istediklerini yapmazsınız. Pis işleri ve hırsıyla Hillary Clinton hâlâ Trump’ın karşısında tek seçenek gibi duruyor.
2015 ve 2016’daki ABD başkanlık yarışı sürecindeki cinayet haberlerini manşet yapmış ve ‘Hillary Clinton’a dokunan ölüyor’ demiştik.
ABD seçimlerine 24 saat kala Clinton’un e-postalarını sızdırdığı iddia edilen FBI ajanı Michael Brown’un evi yakılmış, karısı ve çocuğu ile birlikte öldürülmüştü. FBI Direktörü James Comey ise Kongre’ye gönderdiği yazıyla, Hillary’i aklamıştı. wnd.com sitesi ise Clinton’la ilgili 33 insanın öldürüldüğü haberlerini hatırlatarak, ‘Hillary’ye dokunan ölüyor!’ diye yazmıştı.
Hatırlayın geçtiğimiz günlerde hücresinde ölü bulunduğu açıklanan Jeffrey Epstein kirli işlerini kim ve kimlerle yapmıştı? Bildiğiniz üzere sübyancılık faaliyetinin ifşası olan Pizza Gate skandalının baş fâili Clinton ve Obamalarla!
ABD medyası, Clintonlara değenlerin intihar, cinayet, küçük uçak kazası, kalp krizi ve nedeni bilinmeyen ölümlerle nasıl temizlendiği haberleri ile dolu. Clintonların yakın çevresinde olup “şüpheli ve esrarengiz ölümler”le yolcu edilmeyen kalmamış gibi…
Epstein’in ölümüyle ilgili “7/24 intihar gözetiminde nasıl öldü? Epstein, Bill Clinton hakkında çok fazla bilgiye sahipti, şimdi ise ölü” şeklindeki paylaşımı RT etmişti Trump. Bunlar siyasi rekabetin bir neticesi denilip geçilemeyecek kadar derin meseleler. Düşünün, ABD’de adı “sübyancılık adası”na çıkmış ‘Little St. James’ adlı bir ada var ve burayı Clintonlarla güçlü bağı olan Epstein işletiyor.
Mesele öylesine karanlık ki, Arkansas’taki Rose Hukuk Bürosu’nda Hillary Clinton’la birlikte çalışan, Av. Vince Foster’da güya ağzına kurşun sıkarak intihar edenlerden. Üstelik Beyaz Saray’da Bill Clinton’a danışmanlık hizmeti verirken. Yani mesele yeni değil. Hatta 1978 yılından itibaren Bill Clinton’ın işaret dili tercümanlığını yapan Paula Grober’in 1992’de öldürülmesi var ki, süreci daha da geriye götürüyor. Ayrıca Clinton’ın 12 korumasının da ceset torbasına girmesi isteniyormuş… Bunun konuşuluyor olması bile enteresan.
Gerçi kirli işlerle uğraşan veya bulaşanlar için ‘temiz ölüm’ diye bir şey olmaz. Bu yer altı dünyasının yazılı olmayan kaidesine göre, su testisi suyolunda kırılır.
CLINTON’IN CESET TORBALARI
‘Komplo teorisi’ diyerek sulandıran Habertürk yazarı Ayşe Özkaya çok değil iki ay önce “Clinton Ceset Torbaları” listesini çıkarmış. İşte o listede yer alanlardan bazıları:
– Clinton’ların da ortak olduğu Whitewater emlak yatırımdaki yolsuzluğun esas faili James McDougal’ın bir otel odasında ölü bulunması.
-Clinton Yönetimi’nin Ticaret Bakanı Ron Brown’ın 1996’da Hırvatistan’da düşen uçakta 34 kişiyle birlikte can vermesi.
-Bu kazadan birkaç gün sonra hâdiseyle bağlantılı olarak hava trafik kontrolörünün intihar etmesi.
– Bakan Ron Brown’un yardımcısı Charles Meissner’ın da bir küçük uçak kazasında ölmesi.
– 1993 yılının eylül ayında Clinton Yönetimi’nin sağlık reformuyla ilgili brifingine katıldıktan sonra Dr. Heard’ının düşen küçük uçaktan ceset torbasına geçmesi. Av. Steve Dickson’la birlikte. İki adamın cesetlerinin tanınmayacak halde yanmış olarak bulunması.
– Clinton’ın bağış etkinliklerinde önemli görev alan C. Victor Raiser’ın da 1992 yılının temmuz ayında özel uçak kazasında ölmesi.
– 1997 Temmuz ayında Georgetown’daki Starbucks’ın üç çalışanı silahlı bir saldırgan tarafından öldürülür. O üç kişiden biri, 25 yaşındaki Beyaz Saray’da stajyer olduğu dönemde uğradığı cinsel tacizi kamuoyuna açıklamasına ramak kala ortadan kaldırılan Mary Mahoney’in olması
– Hâkim Suzanne Coleman’ın Arkansas Başsavcılığı döneminde Clinton’la aşk ilişkisi yüzünden intiharı.
– Demokratik Ulusal Komite’nin çalışanı 27 yaşındaki Seth Rich. Bu genç adamın Hillary Clinton’ın Trump’a rakip olduğu 2016 başkanlık seçimi öncesi temmuz ayında Washington’da vurularak öldürülmesi. Polis kayıtlarına göre, değerli eşyaları alınan Seth Rich Demokratik Ulusal Komite’nin e-maillerini WikiLeaks’e sızdıran kişiydi iddiası.
FETÖ’nün para aktardığı hâmileri Clintonların ceset torbasına tıktığı isimlerin listesi uzayıp gidiyor. Bütün bunları nakletmemizin nedeni ise sonu yaklaşan ABD’yi hatırlatmak.
DERİN İÇ KAVGALAR ARTIK ONLARI BEKLİYOR
Yahudi damat Kuşner ile Evanjelist Başkan Yardımcısı Mike Pence’in ortalardan kaybolduğu, dümeni önemli ölçüde eline alan Trump ile ilgili son hâdiseler göstermiştir ki, ABD’de işler yolunda değil. Artık her şeyi beklemek mümkün.
Seçim kazanmak için işgallere girişen değil, seçim kazanmak için çekilen bir Amerika var karşımızda. Bugüne kadar pek çok ülkeye yaptırdıkları derin iç kavgalar artık onları bekliyor.
LİNDSEY GRAHAM GÂVURU
Dilimizi korkak alıştırmaya gerek yok. Kâfire rahatça pis gâvur demeli. Zira bu bir hakaret değil, ismini sıfatıyla birlikte söylemektir. Bir profesöre prof demek hakaret değilse, gâvura gavur demek de unvanı ile takdimdir.
‘Türkiye’ye geldi ve’ diye başlayan cümlelerle ismi zikredilen Lindsey Graham alçağı boyundan büyük laflar ediyor. Aslında bu iyi. Böylelerinden değil, sinsi gâvurdan korkmalı. Bir kâfir veya münafık profesyonel de olsa açık verir, gerçek yüzünü gösterir, o yapmak istemese de Allah (c.c.) göstertir.
Bu sapık Graham, gay olduğu hâlde bunu açık dille söyleyemeyen biri olarak tanınıyor. Bu durumu “matter of dispute” ibaresiyle dile getiriyorlar. O ve diğerleri, ömürlerinde teröristinden başka Kürt görmemiş derin yapıların uşağı.
TÜRK VE KÜRT KARDEŞTİR
Sıkıyönetim Komutanlığı 1972’deki “Teokratik Devleti Savunan Örgütler ve Yapılanmalar” adlı raporunda Kürtleri “Kürtlerin büyük çoğunluğu geleneksel ve dindar insanlardır. Kendilerini önce Müslüman olarak tanımlarlar” diye tarif ediyor. Bu doğru ve isabetli bir tarif.
Demek ki, Müslüman Türk’ün Kürt kardeşi ile bir derdi ol(a)maz. Bu memleketin Türk ne kadar aslî unsuru ise, Kürt de o kadar aslî unsurudur.
Müslüman Türk’ün de, Müslüman Kürdün de derdi, gâvura uşaklık eden Kürt görünümlü teröristlerle. Bu yüzden Mehmedciğin “Barış Pınarı Harekâtı’nı Türk de destekliyor, Kürt de. Diyarbakır’da PKK’nın il örgütünün önünde nöbet tutan yiğit analar Kürt değil mi?
Gâvuru çıldırtan bir başka neden işte bu kardeşlik!
Kardeşliğimiz daim olsun, Rabbim Mehmedlerimizi muzaffer kılsın!