Doğu Türkistan’daki Uygur Türk’lerinin nüfusu yaklaşık olarak 20 milyondur. Yüz ölçümü ise 1.828.418 kilo metrekare’ dir. Bayrağı ise mavi, beyaz ay ve yıldızdan oluşmaktadır.
Çin’e bağlı Uygur Özerk bölgesinde yaşayan soydaşlarımızın son günlerde yaşanan kargaşa ve Uygur Türklerine uygulanan asimilasyon ve katliamlar bu bölgenin dünyanın ve Türkiye’nin gündemine gelmesine sebep olmuştur. Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip gibi ünlü Türk düşünürlerin doğup büyüdükleri yer olan ve aynı zamanda Türklerin tarihi anavatanı olan bu bölge 1949 yılından beri Çin’in işgali altında kalarak can sıkıcı bir hale gelmiştir.
Doğu Türkistan bölgesi ancak bu son yaşanan olaylarla ülkemizin gündemine girdiği için Türkiye’de bu konuda bilgi eksikliği olduğu ve terminolojinin yanlış kullanıldığı görülmüştür. Öyle ki, Dışişleri Bakanlığımızın da yapmış olduğu ilk açıklamalarda bölgenin hassas dengelerini ve Uygur Türklerinin isteklerini çok fazla dikkate almadığı ancak daha sonraki açıklamalarda bu eksikliğin giderildiği görülmüştür. Öncelikle bölgenin isminin doğru kullanılması gerekmektedir. Bölgenin tarihsel ve doğru adı Doğu Türkistan’dır. Bölgede yaşayan insanlar ise Uygur Türkleridir. Bölge ise bugün Çin’e bağlı Uygur Özerk Bölgesidir. Bölgede yaşayan diğer etnik grup ise Çinli halktır. Doğu Türkistan Çin’in stratejik olarak en önemli bölgelerinden birisidir. Çin’in batısında yer alan Uygur bölgesi Türkiye’nin iki buçuk katı ve Fransa’nın yaklaşık üç katı büyüklüğünde alana sahiptir. Bu bölge zengin yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahiptir. Aynı zamanda Batı Türkistan’dan (Orta Asya) Çin’e giden enerji hatlarının da geçiş güzergahıdır.
Günümüzde Doğu Türkistan’da en büyüğü Uygurlar olmak üzere, çok sayıda Türk toplulukları ve diğer milliyetten halk bir arada yaşamaktadır. Sağlıklı bir veri olmamakla birlikte bugün toplam nüfusun 20 milyon olduğu ve bu nüfusun ise yaklaşık 12 milyondan fazla Türk olduğu düşünülmektedir. 1993 nüfus sayımına göre bölgenin toplam nüfusu 16.052.648 kişidir. Bu nüfusun yüzde 62’sini oluşturan 10.015.948 kişi Türk kökenlidir. Nüfus istatistiklerindeki büyük farkların sebebi, Çin yönetiminin iki çocuktan fazlasına izin vermemesi ve fazla olan bireylerin resmi sıfatla tanınmamasıdır. Doğu Türkistan’daki doğum oranının Çin’in diğer bölgelerine göre fazla olmasından dolayı yönetim, iki çocuk haricindeki vatandaşlarını istatistiklere dahil etmemekle birlikte, her türlü vatandaşlık haklarından mahrum bırakmak ile insanlık suçu işlemektedir.
Doğu Türkistan’da Yaşanan Olaylar ve Sebepleri
Doğu Türkistan’da (“Sincan”-Uygur Özerk Bölgesi) 5 Temmuz 2009 tarihinde başlayan ve azalma eğilimi gösterse de bugün hala devam eden olaylar aslında bir fabrikada işçiler arasında başlayan hadiseler olmaktan ise çok uzaktır. Dünyanın en kalabalık nüfusuna sahip ülkesi olan ve birçok ülkeyi nüfusu ile tehdit eden Çin kendi içerisinde tam bir homojen yapıya sahip olmadığı bilinmektedir. Yıllardır uyguladığı baskı politikalarına rağmen tam bir başarı sağlayamadığı Doğu Türkistan bölgesinde sonradan yerleştirilen Çinli nüfus ile yerel Uygur Türkleri arasında tansiyon yıllardan beri yüksekti ve çatışma potansiyeli barındırıyordu.
Zaman zaman iki etnik unsur arasında çeşitli sebeplerle patlak veren çatışmalar Çin yönetimi tarafından sert bir şekilde bastırılmakta ve büyümesine izin verilmemekteydi. Son olarak ilginç bir tesadüfle 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Çin ziyareti esnasında Çin iç eyaletlerinden Guandong’un Şao Güan şehrindeki bir oyuncak fabrikasında zorunlu işçi olarak götürülen Doğu Türkistanlı Uygurlar ile Çinliler arasında çıkan çatışma bir anda etnik bir karakter kazanmış ve 2 Uygur Türkü dövülerek öldürülmüştü. Bunun akabinde 5 Temmuz 2009 günü Uygur üniversite öğrencilerinin önderliğinde Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’de toplanan ve öldürülen Uygur Türkleri’nin faillerinin bulunmasını talep eden gösterilerin Çin güvenlik güçleri ve yerel Çin nüfusu tarafından bastırılma girişimi neticesinde çatışmalar çıkmış ve çoğunluğu Uygur Türkleri olmak üzere resmi rakamlara göre 186, bölgeden gelen haberlere göre ise çok daha fazla can kaybı olmuş ve yüzlerce yaralı vardır. Tutuklananların sayısı ise binlerle ifade edilmektedir. Urumçi’de yaşanan olaylar aslında 20 yıl önce Tiananmen Meydanı’nda yaşananlardan bu yana Çin’de görülen en büyük çatışma olmuştur.
Çin hükümeti olayları ise yurtdışındaki ayrılıkçı Dünya Uygur Kongresinin başlattığını ve Kongre Başkanı Rabia Kadir’in ise doğrudan sorumlu olduğunu ileri sürmektedir. Dünya Uygur Kongresi yetkilileri ise iddiaları reddederek olayların hükümetin politikalarına ve ekonomik imkanların Çinlilerinin elinde olmasına karşı biriken öfkenin sonucu olduğunu açıklayarak soydaşlarımıza karşı infaz timi oluşturdular. Olaylar başladıktan sonra dünyaya bölgede yaşanan olayları aksettirmemek için başta cep telefonu hizmeti olmak üzere internet ve diğer iletişim araçlarına erişim kesilmiştir. Yüzlerce kişinin de gözaltına alındığı bildirmiştir. Çin’in bu hadiselerde birinci derecede yine dış güçleri sorumlu tutmuştur. Ekonomik olarak giderek devleşen, askeri olarak güçlenen Çin’in birincil dereceli “yumuşak karnı” olan Doğu Türkistan bölgesi elbette ki, Çin ile rekabet halindeki ülkelerin kullanmak isteyeceği bir koz olabilir. Ancak şu hususun da unutulmaması gerekir ki, Doğu Türkistan iç dinamikleri sebebiyle büyük bir çatışma potansiyeli taşımaktadır. Çin’in yıllardır uyguladığı asimilasyon politikaları Uygur Türklerini patlama noktasına getirmiştir. İran’da yaşanan olaylar değerlendirilirken benzer bir kolaycı yaklaşım sergilenmiş ve bu olayların “kökü” dışarıda aranmıştı. Ancak içeride altyapısı olmayan herhangi bir olayın dışarıdan tetiklenmesi çok kolay bir hadise değildir ve özellikle de Doğu Türkistan bölgesi kendi iç dinamiklerine sahiptir. Bu dinamikler Çin tarafından baskı altına alındıkça çatışma potansiyeli daha da artacaktır.
Bugün Uygur Türklerinin en önemli sorunları şunlar olarak sıralanabilir:
İşsizlik,
Kendi dillerinde eğitim yapılamaması,
Dini ve milli vecibelerini yerine getirmede sorunlar yaşanması,
Bölgeye etnik Çinlilerin göç ettirilmesi,
Doğu Türkistan’ın önemli zenginliklerinin Çinlilere kullandırılması ve Doğu Türkistan’a bu kaynaklardan pay verilmemesi,
Uygur Türklerinin genç nüfusunun Çin’in içlerine çalıştırma bahanesiyle götürülerek eritilmeye çalışılması,
Yeniden şehirleşme çalışması yapılması bahanesiyle tarihi Türk varlıklarının yok edilmesi.
Doğu Türkistan’dan Yükselen İtirazı Çin Nüfusu İle Bastırma Politikası
Doğu Türkistan’da 5 Temmuz 2009 tarihinde başlayan ve yer yer devam eden olaylar esnasında Çin farklı bir bastırma politikası denemiştir. Dünya basınına etnik çatışma şeklinde yansıyan olaylar aslında bir etnik çatışmadan ziyade Çin’in Uygur Türklerini Çin nüfusu ile bastırma politikasıdır. Doğu Türkistan’a sonradan yerleştirilen Çin etnik nüfusu ile Uygur Türkleri arasında aslında aman zaman sorunlar yaşanmaktaydı. Ancak olaylar hiçbir zaman bu boyuttaki bir çatışmaya dönüşmemişti. Bu defa hadiselerin iki kesim arasında çatışmaya dönüşmesi Pekin yönetiminin yönlendirmesiyle olmuştur. Zira bölgede Çin’e ait büyük bir kolordu mevcuttur ve bölgedeki Çin güvenlik güçleri aslında bu tür olayları anında bastırma kabiliyetine sahiptir. Pekin yönetimi isteseydi bu olayları ilk gün bastırabilirdi. Ama ilk üç gün (en çok kaybın verildiği) Çin güvenlik güçleri yaşanan çatışmaları sadece seyretmekle yetinmiş, el altından çatışan Çinlileri desteklemiştir. Doğu Türkistanlılara saldıran Çinliler ise gerek yaş ortalaması ve gerekse de kullandıkları tek tip sopa, demir çubuk ve kesici aletler ile tek bir merkezden yönlendirilmiş paramiliter güç görüntüsü sergilemiştir. Bütün bu gerekçeler şunu göstermiştir ki, Çin yönetimi aslında Uygur Türklerini Çin nüfusu ile bastırarak Uygurların bilinçaltında daha büyük bir travma yaratmak ve o bölgenin asıl sahibinin Çinliler olduğunu göstermektedir. Hem Uygurların Çin güvenlik güçleri karşısında zaiyat vermesi Çin’i uluslararası arenada güç durumda bırakma ihtimali var iken, Uygur Türkleri ile Çinliler arasındaki çatışmada meydana gelebilecek zaiyattan Pekin yönetimi kendisini kolaylıkla sıyırabilecektir. Dolayısıyla Çin bu tür olaylarda elindeki en büyük silah olan nüfusu kullanmıştır.
Çin ile İlişkilerimizin Bozulması Riski ve Boykot Çağrıları
Doğu Türkistan’da yaşanan hadiselere tepki verme konusunda Türkiye’de ilk dönemde bir şaşkınlık ve kararsızlık olduğu gözlemlenmiştir. Bunu en büyük sebeplerinden birisi Türkiye’nin bu konularda yeterli hazırlığının olmaması ve olası senaryolar üzerinde önceden çalışılmamış olmasıdır. Türkiye maalesef bu tür hadiseleri önceden çalışamamaktadır ve yaşanan olaylara belirli bir süre geçtikten sonra tepkisel bir refleks ile cevap vermektedir. Dolayısıyla da olayların başlamasının ertesi günü Dışişleri Bakanlığımızdan yapılan açıklama son derece cılız, Çin’i ürkütmekten çekinen ve dünyanın herhangi bir bölgesinde, herhangi bir milletine karşı yapılan zulme verilebilecek tepkiden öteye geçememiştir. Ancak belirli bir süre geçtikten sonra normal tepkiler verilebilmiştir. Hatta her olay karşısında yapılan klasik “sorumlular bulunsun” açıklaması Çin tarafından zaten sorumlular Uygur Türkleri olarak gösterildiği için bu açıklama Çin basınına “Türkiye bu olaylardan sorumlu Uygur Türklerinin bulunarak cezalandırılmasını istiyor” şeklinde yansımıştır.
Aradan belirli bir süre geçtikten ve olaylar yatıştıktan sonra hem Dışişleri Bakanlığının açıklamaları olması gereken seviyeye ulaşmış ve hem de başta Başbakan Erdoğan olmak üzere diğer ilgili kişilerin açıklamaları gelmiştir. Bütün bu hadiseler aslında Türkiye ile Çin ilişkilerinin bozulması ihtimalini gündeme getirmiştir.
Türkiye ile Çin arasında yaşanan sorunlar iki ülke ilişkilerini ister istemez belirli bir sıkıntıya sokacaktır. Bu notada bazı temel veri ve vurgulardan hareket etmek gerekmektedir. Bazı çevrelerde Çin’in çok büyük bir ülke olduğu ve Türkiye’nin Çin’e karşı girişimlerinin başarısız olmaya mahkum olduğu savından hareketle herhangi bir girişimde bulunmanın anlamsızlığı vurgulanmaktadır. Her şeyden önce şu hususun vurgulanması gerekir ki, Türkiye de büyük bir ülkedir ve Türkiye’nin samimi olarak giriştiği birçok olaydan netice alması olasıdır. Diğer taraftan başta Doğu Türkistan Türkleri olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde başta Türk ve Müslüman topluluklar ve diğer bazı toplulukların gözü ve ümidi Türkiye’nin üzerindedir. Türkiye’nin netice almasa bile bu kesimlerin hakkını savunma girişimleri dahi son derece önemlidir ve bu kesimlere manevi destek olarak yansımaktadır. Bu sebeple bazı durumlarda netice alınmayacağı bilinse dahi Türkiye kendisine yüklenen tarihsel misyonu doğru bir şekilde kullanmalı ve Doğu Türkistan olayında olduğu gibi bu kesimlerin haklarını ve hukuklarını uluslararası kurallar çerçevesinde savunmalıdır.
Diğer taraftan Çin ile ilişkilerin bozulmasının olası zararlarının ve ilişkilerin olası bozulmasından hangi ülkenin daha zararlı çıkacağının da hesabının yapılması gerekmektedir. Bu tür durumlarda ilişkilerde ilk bakılacak noktaların başında ekonomik ilişkiler gelmektedir. Çin ile ekonomik ve ticari ilişkilerimizin hacmi yaklaşık 17 milyar dolardır. Bu miktarın 15.5 milyar doları bizim Çin’den ithalatımız ve ancak 1.5 milyar doları ise Çin’e ihracatımız oluşturmaktadır. Demek ki, Çin ile ekonomik ve ticari ilişkilerimizde Çin lehine bir açık söz konusudur. Bu durumda Çin ile ilişkilerimizin bozulmasından esas zarar görecek olan Türkiye değil, Çin’dir. Hem Çin ile ekonomik yapımız birbirine benzemektedir. Dolayısıyla da Çin’de üretilen ve bizim ithal ettiğimiz ürünlerin birçoğu Türkiye’de üretilebilir. Ekonomik krizin etkilediği Türkiye’de bu durum Türkiye için bir avantaj dahi olabilir.
Siyasi ilişkilerimizin bozulmasının Türkiye’ye ne gibi zararları olacağının da belirlenmesi gerekmektedir. Çin küresel sistemde güçlü bir ülkedir, büyük bir ekonomik güçtür. Çin aynı zamanda BM Güvenlik Konseyi’nin veto yetkisine sahip beş daimi üyesinden birisidir. Şimdiye kadar Çin’in bu yetkisini genelde Türkiye lehine kullanmadığı görülmüştür. Özellikle Kıbrıs konusu başta olmak üzere Türkiye ile ilgili konular gündeme geldiğinde Çin çekimser kalmış ve/veya Türkiye aleyhine tavır takınmıştır. Bu sebeple de Çin ile ilişkilerimizin bozulması sebebiyle olağanüstü yeni bir durum yaşanmayacak ve Çin daha önceki tavrını yine sürdürecektir. Askeri ilişkilerimize bakacak olursak da yine çok büyük kaybımız olmayacaktır. Bazı füze teknolojileri aldığımız Çin’den bu ilişkilerimizin bozulması durumunda Çin bu işten ekonomik olarak zarar görecektir. Türkiye ise bu teknolojileri ikame edebilecek kabiliyettedir.
Doğu Türkistan’ın “Özerk” Yapısı
Çin Doğu Türkistan’ı işgal ettikten sonra bu bölgeye “Şincan” adını vermiştir. “Şincan” ismi Çince’de “yeni kazanılmış bölge” anlamına gelmektedir. Çin Anayasası, Doğu Türkistan’ı özerk bölge olarak tanımakta ve bölge halkının kendi dilini kullanma serbestisi vermektedir. Ancak anayasada Uygur dilinin Çince ile birlikte resmi dil olarak kullanılacağı hususu gösterilmiş olmasına rağmen bugün “Sincan” Uygur Özer Bölgesinde yaşayan Uygur Türkleri kendi dillerini rahatça kullanamamakta, kendi dillerinde eğitim görememekte ve kendi dini-milli vecibelerini rahatça yerine getirmeleri engellenmektedir. Özellikle Ekim 2003’ten itibaren de bütün resmi okullarda Uygurca yasaklanmış, Uygurca kariyer yapmış bütün eğitimciler, profesörler ve yazarları görevlerinden alınmıştır. Bu insanlar ise temizlikçi, çöpçü gibi yardımcı işlerde çalıştırılmaktadır. Aynı şekilde anayasada yer alan “Özerklik” kavramı da sözde kalmakta Doğu Türkistan Pekin yönetiminin atadığı Çin Komünist Partisi bölge sekreteri tarafından yönetilmektedir.