Sen Karadeniz…
Hiç mi durulmaz suların? Hiç mi sakinlik istemez ruhun? Hep böyle misin? Yoksa bana mıdır bu dalgalanman ve kıyılarındaki bulanık suyun?
Şile’de gördüm seni mazide. Samsun’daysa çok gençtim seni gördüğümde. Yine böyleydin ve hiç sakinleşmemiş yüzün.
Karadeniz kıyılarında yol alıyoruz bu defa. Sağ kolumuzda deniz, sol kolumuzda şehir. Samsun’un doğusuna geçince ; Çerkes sürgünü, Mustafa Suphi’leri hatırlarım ben. Bundan mıdır Karadeniz’in güzel yüzünü göstermemesi bana acaba? Hayat bir aynadır der bazıları. Düşüncelerimde hüzün varsa, belki deniz de; hüzünlü yüzünü gösteriyordur bana..
Servis aracımızdayız.
Denize inmeden de, denize yakın yerlerde de, çay tarlaları her yerde. Aralara serpiştirilmiş mısırlar boy atıyor önümüzde. Çay tarlalarındaki emekçi Karadeniz kadınları, birbirinden uzakça Karadeniz evleriyle, manzara sanki; usta bir ressamın elinden çıkmış güzel bir tablo gibi.
Karadeniz’e gelip çay içmeden gidilir mi? Trabzon’a girerken ufak bir mola.
İkiçay Çay Fabrikası’ndayız.
Servis aracımızdan iner inmez, yöresel kıyafetler içinde, birbirinden güzel Karadeniz kadınları, ufak bir sahnenin üstünde horonla karşılıyorlar bizi. Horon bitiminde, birisi ayrılıp; güler yüzle fabrikayı gezdirmeye ve tanıtmaya başlıyor. Bizim gibi ziyaretçiler için hazırlanmış, küçük bir imalat kısmına geçiyoruz. Gözalabildiğine uzanan çay bahçelerinden özenle toplanan çay yapraklarının, bizim anladığımız ve kullandığımız anlamda nasıl içime hazır çaya dönüştüğünü öğreniyoruz. Anlatıcı profesyonel ve sorularımızı karşılıksız bırakmıyor. Ufak bir turun ardından, açık havaya, çay çeşitlerini deneyimleyebileceğimiz tadımlık kısma geçiyoruz. Tattığımız her bir çayın hem imalatını, hem de yararını öğreniyoruz. Tabii ki iyi bir çayın nasıl demleneceğini de.. Bu çayların imalatının her biri ayrı bir formülde. Kiminin kullanılan yaprak kısımları bile değişik. Duymamıştım hiç; en kıymetli çay, ilk sürüm olan Mayıs çayıymış. Öğrenecek ne çok şey var hayatta.
Bu fabrikamız marketlere satış yapmıyormuş, ya internetten ya da buradan alacakmışız çaylarını. Hemen yanımızdaki marketten isteyen arkadaşlarımız alışverişini yapıyor. Güler yüzlü çalışanların veda cümleleri ile buradaki ziyaretimizi tamamlıyoruz.
Sıra Sümela’da…
Meryem Ana Deresi’nin batı yamaçlarında yer alan, Kara tepesinin üstünde konuşlandırılmış, deniz seviyesinden 1.150m yükseklikte, MS 365-395 yılları arasında inşa edildiği düşünülen Rum Ortodoks manastır ve kilise kompleksi.
Ne çok görmek istemiştim Sümela seni…
Bir kemençenin güzel ezgileriyle çıkıyoruz Sümela’nın basamaklarını.
Freskleri genellikle; kilise, şapel ve manastırların içinde görürsünüz. Burada ise bambaşka.
Dış yüzeyde, boydan boya rengarenk freskler karşılıyor bizi. Şaşırtıcı güzellikte. Yaradılışla başlıyor fresklerin anlatısı ve devam ediyor yine hikayelerle, mucizelerle.
Derler ki; Atina’lı Barnabas ile Sophronios adlı iki keşiş aynı rüyayı görmüşler; rüyalarında, İsa’nın öğrencilerinden Aziz Luka’nın yaptığı üç Panagia ikonundan, Meryem’in bebek İsa’yı kollarında tuttuğu ikonun bulunduğu yer olarak Sümela’nın yerini görmüşler. Bunun üzerine birbirlerinden habersiz buraya gelmişler, rüyalarını birbirlerine anlatmışlar ve ilk kilisenin temelini atmışlar.
( Kaynak; Vikipedi ve rehberimizin anlatısı).
Manastır, şapeller, rahip odaları, öğrenci odaları ve kütüphane mevcut komplekste. Hayranlıkla geziyoruz manastırı. Görülmeye değer gerçekten..
Trabzon pidesini tattığımız kısa yemek molamızın ardından, istikametimiz, şehrin içinde yer alan Ayasofya. Ortaçağ’da inşa edilmiş bir manastır kilisesiymiş. Trabzon Rum İmparatorluğu’nun günümüze kadar korunmuş en iyi eserlerindenmiş. Bizans taşra uslubü ile, Gürcü soğan kubbe, Selçuklu taş işçiliği bir arada.
16 ve 17. Yüzyıllarda cami olarak kullanılan bina, 1. Dünya Savaşı Rus işgali esnasında karargah, hastane, depo ve yine cami olmuş. 1964’te müzeye dönüştürüldüyse de 2013 te tekrar cami olarak ibadete açılmış.
Kubbede Pantakrator İsa, melekler korosu ve yazı kuşağı var. Her ne kadar zaman içerisinde tahrif edilmiş ve çizilmiş olsa da, duvarlardaki fresklerin de çoğu bütünlüğünü koruyor. Tuhaf şey.. Tahrifat sözkonusu olduğu zaman ne yerlisi ne yabancısı durmuyor. Fresklerin üstünde hem İngilizce, hem Arapça, hem Türkçe çiziktirmeler var. Demek ki saygısızlık milletlere mahsus değil, bazı insanların özüne, kişiliğine mahsus.
Kare-haç planlı yapının güney cephesinde Adem ve Havva’nın yaratılışı bir friz halinde anlatılmış. Bizim gibi ziyaretçilerin yanısıra, ibadet edenler, namaz kılanlar da var camide. Kimse kimseye rahatsızlık vermeden, herkes yaptığının ve yapmak istediğinin bilincinde, sorumluluğunda, saygıyla yanyana. Ne güzel, huzurlu bir tablo.
Ayasofya’nın deniz manzaralı kafesindeki ufak soluklanmamızın ardından, yolculuğumuz artık deniz doldurularak inşa edilmiş Trabzon Havalimanına.
Artık yolculuk tabii ki Doğu Karadeniz rüyasından, gerçek hayata ve şehrim Antalya’ya, yani Akdeniz’e..
Evet, para, yani turizm tabii ki girmiş Karadeniz’e. Yeni HES ve maden ocaklarının açılmasına karşı ise Karadenizli uyanık ve mücadelede. Umarım bu tabiat, bu doğa, bu yemyeşil ormanlar, bu güzellikler bozulmaz, yaşar ve kalır gelecek nesillere de.
Bilirim, yazdıklarım yetersizdir bu güzel yöre için. Olabildiğince kısa ve öz bir paylaşımdır benimkisi aslında. Eksik gedik kaldıysa ve kusurumuz olduysa affola…
Bu güzel geziye vesile olan İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyasal Gezginleri’ne ve katılımcı tüm Ezgin dostlara,deneyimli arkadaşımız Yusuf Nuraydın’a, güler yüzlü, ilgili/bilgili rehberimiz Nurhan Bayraktar Alp‘e, usta şoförümüz Murat Bey’e teşekkürlerimle..
Adil, huzurlu, güvenli, sağlıklı, mutlu, eşit ve özgür günler dilerim.
İstanbul ,Süreyyapaşa Sağlık Meslek Lisesi'nden hemşire olarak 1989 yılında mezun oldum.
Severek ve isteyerek 1991 yılında girdiğim İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Bölümü'nü okulumuzun, değerli hocalarımızın katkısı ile 1995 yılında bitirerek ilk lisans diplomamı aldım. Gece nöbetçi hemşirelik, gündüz üniversite öğrenimi ile, çalışarak okuyanlardanım.
1995 yılında İstanbul'da özel bir bankada memuriyete başladım. 2017 yılında aynı bankadan emekli oldum.
İlgi alanım olan tarih ve toplum konusunda Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Tarih Bölümü'nü 2020 yılında,
aynı fakültenin sosyoloji bölümünü 2023 , Medya ve İletişim önlisans bölümünü 2024 yılında tamamladım.
Tarih, toplum ve arkeoloji özel ilgi alanım.
Öğrenmek yaşam boyu süren bir aktivitedir, kendim için devam diyenlerdenim.
Üniversite öğrencisi tek çocuk sahibiyim.
Yazmak, okumak, öğrenmek, araştırmak, seyahat ise vazgeçilmezim.
Online Bilgi İletişim, Sanat ve Medya Hizmetleri, (ICAM | Information, Communication, Art and Media Network) Bilgiağı Yayın Grubu bileşeni YAZAR PORTAL, her gün yenilenen güncel yayınıyla birbirinden değerli köşe yazarlarının özgün makalelerini Türk ve dünya kültür mirasına sunmaktan gurur duyar.
Yazar Portal, günlük, çevrimiçi (interaktif) Köşe Yazarı Gazetesi, basın meslek ilkelerini ve genel yayın etik ilkelerini kabul eder.
Yayın Kurulu
Kent Akademisi Dergisi
Kent Akademisi | Kent Kültürü ve Yönetimi Dergisi
Urban Academy | Journal of Urban Culture and Management
Ayın Kitabı
Yazarlarımızdan, Nevin KILIÇ’ın,
Katilini Doğuran Aşklar söz akıntısını öz akıntısı haliyle şiire yansıtan güzel bir eser. Yazarımızı eserinden dolayı kutluyoruz.