Görevde yükselebilme, kendini gerçekleştirme ve kalkınma hamlesine iştirak etme şansının iki üç insanın dudakları arasında çıkacak karara bağlandığı bir yönetim anlayışının düzlüğe çıkması doğal olarak mümkün değildir. Sağlam inanca dayalı dini yaşayışı hakim kılma amacındaki bir kurumun kendi personeli arasıda gerçekleştirdiği bu sistemle gösterişe ve çıkara dayalı bir ilişkinin (münafıklığa dayalı) ortaya çıkmasına vesile olması, kabul edilebilir bir durum olmasa gerektir. Müftülerin personellerini kendilerine kusursuz birer bağımlı yapmalarına vesile kılınan sicil notu, müftülük vekaleti, il ya da ilçeler arası nakil sınavları ve görevde yükselme sınavları, bunca yıllık geçmişe, bilimsel gelişme ve çağdaş ilke ve esaslara rağmen objektif ve adil kriterlere bağlanamaması, personel arasında kurum aidiyetini ciddi oranda yıpratmasına, bir an önce başka bir kuruma nakil için çareler aramasına yol açmaktadır.
Son yapılan Kur’an Kursu Öğreticileri, İmam-Hatip ve Müezzin Kayyım unvanları yeterlilik sınavlarında sergilenen acemi ve çarpık anlayış, yönetim bazındaki ciddi acziyeti sergileyen bir yapı arz etmektedir. Koca bir coğrafi bölgede yer alan 15-20 ilde yaşayan adayın yol eziyeti ve imtihan olunacak yerde ikamet sıkıntısı hiç göz önüne alınmadan bir anda binlerce insanın bir şehire yığılması, sağlıklı muhakeme yetisini durumunu göstermektedir. Genel anlamda Diyanet kurumunda görevli olma adaylarının büyük çoğunluğu ekonomik anlamda alt gelir grubu diye anılan ekonomik kesimi oluşturmaktadır. Bunların uzun yolculuğa çıkma ve o şehirde ikamet etme şartları çok kısıtlıdır. Şayet bu durumda bir bayan söz konusu durumun vehameti daha bir artmaktadır. Aralarında anne ya da anne adayı olan bayanların yer aldığı sınavlarda durum çok daha ciddi boyutlardadır.
Bunun dışında çalıştığı için oğlu/kızı ile yabancı olunan şehre gelme olanağı bulunmayan aileler hiç düşünülmemiştir. Herkesin ikamet ettiği şehirde imtihan olması çok zor bir olay mıdır? Ya da Türkiye’nin hangi kurumu bu kerameti kendinden menkul icadı yapabilmiştir? Geçen dönemlerde Yurt Dışına Din Görevlisi olarak gitme sınavı ile ALES sınavının aynı gün ve saatlerde yapılması gibi daha bir çok örnek Diyanet’in ne denli yönetim becerisinden yoksun insanlar tarafından kişisel bir takım ihtiraslar uğruna yıllardır işgal edildiğini göstermektedir. Olumlu en ufak bir icraatı gözükmeyen söz konusu yönetimin, bunca yıllık tecrübeye rağmen gösterdiği bu acemilikler toplumsal anlamda ciddi protestoların gösterilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Hükümet mensuplarına öyle ya da böyle yakın ilişki sahibi oldukları için yönetimin en üst kademesinde bulunan yöneticilerin adlarının önlerinde yer alan akademik unvanlar, onların herhangi bir selahiyete sahip olduklarının delili değildir. ‘Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.’
Hükümetin gösterdiği bunca yıldır yana yakıla gösterdiği üstün gayret ve çabaya karşın Diyanet’in bu ortak çalışma havasına girmiyor oluşu var olan sıkıntıların ciddi boyutunu göstermektedir. Sanki aynı atmosfer solunmuyormuşçasına güncel gelişmelerden bağımsız hareket edilmektedir. Halen daha mülakatlarda Doğu ve Güneydoğulu adaylara ‘Kürt’ ya da ‘Türk’ mü oldukları sorulduğuna, buna göre sınav puanı belirlendiğine göre alınacak çok mesafe var demektir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yerli personele karşı Batılı diye tabir edilen Müftülerce büyük çapta normal ve civarı sicil notu veriliyor. Kurum içi yer değiştirmede istediği inisiyatifin kullanılması olanağı Müftülere tahsis edilerek var olan baskının daha da yoğunlaştırılması sağlanmaktadır. En önemlisi; koca kurumda bir vekalet sistemi geleneği oluşturulamamıştır halen daha! Müftü istediği personel kendi yerine vekil olarak tayin edebilme hakkına sahiptir. Bu ehliyet ve liyakata dayalı çalışma prensibini derinden yaralayan, aklın ve ilmin kabul etmediği sistemde yoğun bir kargaşa ve sürtüşmenin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren var olan bu uygulamaya bir dur değinmeyişi, sıkıntının boyutunu gösteren bir unsur olmaz mı?
Son olarak İmam-Hatiplik, Kur’an Kursu Öğreticiliği ve Müezzin-Kayyımlık unvanları için yeterlilik sınavları iki aşamalı şekilde ön görüldü. Öncelikle Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğünün gerçekleştirdiği bir yazılı sınav, daha sonra Diyanet’in en iyi(!) bildiği mülakat sistemine dayalı sözlü sınav yapılacak dendi. Ne gariptir mülakatta sorulan soru çeşitleri ile yazılıda sorulan sorular aynı. Sadece Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okuma dışında, iki sınav soru tarzı dışında hiçbir farkı yok. Madem öyle neden daha önce yazılı sistemi ortaya koydun da, mülakatta da aynı şeyi ölçmeye çalışıyorsun? Sadece mülakat yeterli değil midir bu anlamda? Ya da neden sadece mülakatın tek geçerli mantığı olan yüzünden doğru okumayı ölçüp değerlendirmiyorsun? Bu sorular çok önemli ve derin bir takım ilişkiler ağını orta yere koyacak tehlikeli sorular.
Sadece bir kısmı izah edilmeye çalışılan sıkıntı ve yanlışlar, Diyanet İşleri Başkanlığı yönetim anlayışı ve sistematiğinin baştan aşağı yeniden dizayn edilmesi ihtiyacını göstermektedir. Kendi içindeki kronik hak-hukuk sorunlarını çözememiş bir kurumun toplumun problemlerine çare bulması mümkün müdür? En kısa sürede Ali Bardakoğlu ve yönetimi görevlerinden feraget etmelidir.